Önce o haberi okuyalım… Hem de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın haber sitesinden okuyalım:

“Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, yeni tip koronavirüs salgının sona ermesi ve hastaların bir an evvel şifa bulması için dua etti.

Diyanet İşleri Başkanı Erbaş'ın, sala ve yatsı ezanının ardından Kocatepe Camii'nden yaptığı dua, Diyanet TV'den canlı yayınlandı, merkezi sistem aracılığıyla Ankara’daki diğer camilerin hoparlörlerinden de duyuruldu.

Başkan Erbaş, vatandaşların balkonlardan ‘amin’ diyerek eşlik ettikleri duasında, başta sağlık çalışanları olmak üzere bu süreçte görev alan tüm çalışanlara kolaylıklar dileyerek, hastaların da bir an evvel şifa bulması için niyazda bulundu.

Ayrıca Başkan Erbaş'ın çağrısı üzerine Türkiye’deki tüm camilerin hoparlörlerinden yatsı ezanının okunmasının ardından koronavirüsün salgının son bulması için 23 Mart'ta başlayan dua programına bugün de devam edildi, yatsı ezanı öncesi sala da verildi.”

Diyanet İşleri Başkanı’nın okuduğu bu dua sadece bir cami ile sınırlı kalmadı. Hatırlayın o günleri: 84684 caminin tümünden dualar okundu. 23 Mart’tan itibaren haftalarca salalar okunarak tüylerimiz diken diken edildi. Bu uzun dua-sala seansında göklere milyonlarca dualar salındı.

Sonuç ne oldu?

Diyanetçiler dua ettikçe Coronavirüs salgını azdı. Sanki Diyanetçi duaları, Coronavirüse gıda gibi geliyordu.

Bugün Diyanet’in tırnağında çırpınan Türkiye, Coronaviras’ün ana merkezlerinden birisi haline geldi. Ve hayatımızı kurtarmada milyonlarca dua bir kutu Remdesevir hapı kadar işe yaramadı.

Durum bu kadar kesin iken Diyanet İşleri Başkanı Erbaş Ali, geçen hafta Perşembe gecesi bu kez de Hacı Bayram Camii’nde salgının son bulması için dua etti.

Kabul olunur mu duası?

Olunmaz…

Çünkü, aldığı maaşın-yolluğun, bindiği lüks Mercedes’in ücretinde benim maaşımdan kesilen “1 para” da var. İşte o bir parayı haram ediyorum. Yani Ali Erbaş bütçeden aldığı her maaşında bir parça haram yemiş oluyor. Haram yiyenin duası kabul olunmaz.

Ayrıca, hem yüce İslam dinini temsil ediyor gözüküp hem de şatavatlı kıyafet içinde ulaşılmaz din ruhbanı gibi davranın duasını Allah kabul etmez.

Hele hele bunca zulüm karşısında susanın… Beytülmal (hazine) soyulurken susanın, 17-25 Aralık’ta yolsuzluk ve rüşvet ses kayıtları göklerde yankılanırken, para sayma makineleri, ayakkabı kutularındaki milyonlarca dolarlar yakalanırken susanların duasını hiç mi hiç kabul etmez yüce Tanrı…

Bu salgından kurtulmanın tek yolu, Diyanet zihniyetinin elinden Türkiye’yi kurtarmaktır.

CANIM KURBAN NAMUSLU DİN ADAMINA
Biliyorum ki Diyanet zihniyetini eleştirmem, bu kurumu tepe tepe kullanan siyasal dinci tüccarları kızdırıyor. Beni, “dini değerlere saldırmak”la suçluyorlar; şuraya buraya şikâyet ediyorlar.

Bire zındıklar! Bu İslam dinini sizin Diyanet mi getirdi yoksa büyük devrimci Hz. Muhammet mi getirdi?

Bu dinin kurallarını Hz. Muhammet mi belirler yoksa sizin sabi sübyana bile tacizde bulunan sefil şeyh-molla takımınız mı?

Düşünün bir! Bu dini getiren insan hayatını, iki gözlü, tek katlı, çatısı dallarla örtülü bir kerpiç evde geçirdi. Peki ey Diyanetçiler sizler nerelerde icra-yı sanat eyliyorsunuz? Milletin aç çocuklarının üç kuruşluk kazancından bile kesilen vergileri böyle Pers veya Bizans imparatorları gibi saraylar yaptırarak harcamak İslam’ın neresinde?

Hz. Muhammet, Mekke’ye beğenmeyip Kızıldeniz kıyısında villa yaptırsaydı Peygamber olabilir miydi?

Biliniz ki İslam’ın sosyal özünü boşaltıp onu bir tapınma yöntemine çeviren herkes mürteddir.

Bu ülkede, şatavatlı beyaz elbiseler ve kavuklarla dolaşanların dışında sade giysisiyle halka hizmet eden din adamları da vardır. Onlar, devletin hazinesine el uzatanların Cehennemlik olduğunu söyleyebilen gerçek imamlardır. Böylelerine canımız kurban olsun.

Ama onlar niçin seslerini çıkarmazlar, niçin?

Müslüman dünyası niçin vicdanını ve aklını kaybetti?

Haksızlık, zulüm ve soygun karşısında susan, dilsiz Şeytan sayılmaz mı?