Çatlak kaptan sızıntı başlayınca akıntı miktarı ve debisi düzenli artar.
Sızıntı bir taraftan da çatlağı genişlettiğinden akıntının azalması beklenemez, hep çoğalacaktır. Bu açıdan bakınca, ülkede hergün yeni rezilliklerin ortaya saçılmasındaki hızın artarak devam etmesi daha iyi anlaşılabiliyor. Bizim kapta zaten var olan çatlak iyice genişlediğinden, her güne yeni bir skandalla uyanmaya alışır olduk.
Bugünlerde kamuoyu gündeminin baş sırasına oturan sahte diplomalar ve e-imzaların çalınması soruşturması, kamu kurumlarına yönelik dijital sızmaların sistematik bir yapıda yürütüldüğünü ortaya koydu. Devletin siber güvenlik sistemlerinin aşılarak yetkili kişilerin elektronik imzalarıyla iş ve işlemler yapılması ve bu suretle oluşturulan sahte belgelerin e-devlet sistemine yüklenmesi devlet için yüz kızartıcı bir ayıptır.
Edinilen bilgilere göre sanıklar Yükseköğretim Kurulu Bilgi Sistemi (YÖKSİS) ve e-Devlet üzerinden görünür hale getirilen kayıtlara girip sahte bilgiler eklediler. Diploma numarası ve not ortalaması yükselttiler, sahte mezuniyet tarihleri girdiler, ehliyet sınavlarının sonuçlarını değiştiler ve daha nicesi!
Sızılmayan Kurum Nerdeyse Kalmamış
Kamuoyunda ‘Diploma çetesi’ olarak anılsalar da savcılık ortada bir çete (örgüt) bulunmadığını düşünmüş olmalı ki soruşturma bireysel suçlar kapsamında yürütülüyormuş. Sahtecilik faaliyetleri üniversitelerin çok ötesine de taşınıyor. Hazine arazilerinin satışının yapıldığı, ‘Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın en önemli dairesine kadar uzanıyor. Milli Eğitim, YÖK, BTK, Göç İdaresi ve üniversitelerin dijital sistemlerine yapılan sızmalar devletteki büyük zafiyeti bir kez daha açığa çıkardı. Dijital devletin kırılganlığı; hem teknik altyapıdaki eksikliklerden hem de insan kaynaklarındaki zafiyetlerden besleniyor.
Devletin ve vatandaşların dijitalde kayıtlı bilgilerini, yani siber güvenliğimizi sağlamakla görevli kuruluş bilindiği gibi ülkemizde (Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu) BTK’dır. Bu kurumun Başkanı Ömer Abdullah Karagözoğlu ve yardımcısının dahi e-imzalarının çalındığını fark edememeleri, devlet zafiyetinin boyutlarının göstergesidir.
"Türkiye'nin Dijital Egemenliğine Açık Saldırı"
Gölge Milli Eğitim Bakanı CHP Genel Başkan Yardımcısı Suat Özçağdaş konuya ilişkin İstanbul Üniversitesi önünde bir basın açıklaması yaptı. Özçağdaş 400 akademisyenin bu yolla akademik unvanlar aldıkları iddiasının da altını çizerek; "Bu yaşanan dijital skandal, diploma, unvan sahtekârlığı yalnızca eğitimle ilgili bir konu değildir. Bu, Türkiye'nin dijital egemenliğine açık bir saldırıdır. Son derece fütursuca, açık ilanlarla müşteri toplayan, cüretkâr bir grupla karşı karşıyayız. Türkiye'nin dijital kimlik altyapısı, kimlik doğrulama mevzuatı, kamu anahtar altyapısı tamamıyla tarumar edilmiştir. LGS'de, ÖSYM'de her yerde sınav soruları çalınıyor. Akademisyenler parayla torpille ünvan alıyor. Recep Tayyip Erdoğan bir ahtapottan bahsediyordu. İşte sana bir dijital ahtapot, tapuya gitmiş, diplomaya gitmiş, milli emlak arazilerine gitmiş, sağlık sistemlerine girmiş. BTK'da var, MEB’de var, YÖK'te var. Al sana dijital ahtapot.” diye konuştu.
Bu yılın başında Cumhurbaşkanlığı’na bağlı ‘Siber Güvenlik Başkanlığı’ kuruldu ve kurulun başkanı tabii ki Recep Tayyip Erdoğan. Bu Başkanlık, Türkiye’de siber güvenlik alanında bütüncül politikalar oluşturmak ve kurumlar arası koordinasyonu sağlamakla görevlendirildi. Bu başkanlığa kuruluş sırasında 135 kişilik kadro ihdas edilmiş ancak bunlardan sadece 30’u konunun uzmanı seçilmiş. Diğerleri ise idari kadro, yani yine birileri için boş kadrolar uydurulmuş. Böylece bir kez daha kanıtlanmış oluyor ki yasa, yönetmelik çıkarmak ve işlevsiz kurumlar oluşturmak devlet ciddiyetinin ve sorumluluğunun yerine getirilmesini sağlamaya yetmiyormuş.
Sistemin Çürümesinden Tüm Kurumlar Payını Alıyor
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en uzun süreli iktidarı olan AKP döneminde tahrip edilmeyen, yozlaşmayan ve siyasallaşmayan kurum kalmadı dersek abartmış olmayız. Son yirmi üç yılda toplumla birlikte; toplumsal-siyasal ilişkiler ve toplumun geleceğini etkileyen tüm yaygın hizmet kurumları bu tahribattan payını aldı.
Sistemin düzgün veya bozuk işlemesi, (bileşik kaplar kanununda olduğu gibi) tüm toplumsal alanları kapsıyor. Sadece bürokrasi, siyaset, yargı veya meclis değil, yönetenlerden yönetilen en alt katmanlara kadar tüm kamusal ve toplumsal yapı aynı deformasyonu değişik formlarda yaşıyor.
Bu Ülkede Suçlular Neden Bu Kadar Cüretkâr?
Türkiye'de işlenen suçlar ceza kanunlarındaki tanımlarına göre işleme tabi tutulmuyor. Objektif hukuki esaslar çerçevesinde ceza görmesi gereken kişi ve eylemler, hükümetin siyasi ikbaline risk teşkil edip etmemesi durumuna göre değerlendiriliyor, buna göre suç olarak görülüyor ya da görülmüyor. Bu ikili hukuk sistemi bazı insanların suça eğilimlerini cesaretlendiriyor.
Bu dijital sahteciliklerin baş sanığı eski öğretmen Ziya kadiroğlu’nun sayfalar dolusu suç dosyası basına sızdı. Daha önce de benzer suçlardan çok defa yakalanmasına rağmen bu şahsın aynı suçları çap büyüterek devam ettirme cüretkârlığı, yargı ve ceza sisteminin işlevsizleşmesinin bir sonucudur.
Bu dijital sızma olayları kamuoyuna mal olup medya kuruluşları konunun üzerinde bu kadar durmasalar, belki de soruşturma ve yargı süreçleri daha farklı olabilirdi. Çünkü bu ülkede bağımsız basın ve kamuoyu üzerine gitmedikçe, sistemin açıklarını ortaya koyan çoğu önemli olayların üzeri baştan kapatılıyor. Yargıya bir şekilde intikal eden olaylar ise sessiz sedasız, toplumdan kaçırılarak gelişigüzel adli süreçlerle, küçük cezalarla kapatılıp gidiyor. Sonrasında bilen bildiğini okumaya devam ediyor. Varlığını hukuksuzluk, denetlenmezlik ve hesap vermezlik üzerine kurmuş sistemin kirli çarkları böylece dönmeye devam ediyor. Nitekim bu olayların baş sanığı Ziya Kadiroğlu 1999 yılından beri evrakta sahtecilik suçlamasıyla yargılanıyor. 2002, 2005 yılına ait dosyalardan ceza alan ve beş yıl cezaevinde kalıp diğer 10 davadan beraat eden Kadiroğlu 2010, 2012 ve 2016 yıllarında “örgüt lideri” sıfatıyla üç ayrı soruşturmaya konu olmuş.
Bir Çete Darbe Yapmış Gibi Devlet Yetkilerini Kullanıyor
Bu ülkede suç işlemeye yatkın kişiler son derece cüretkârlar. Ülkede yargının adamına göre işlediğini bilenler yaptıklarının hep yanlarına kalacağını düşünüyorlar. İktidara yakın durmayan ama iyinin, doğrunun, hakkın yanında olanlar ise sürekli olarak kaybediyorlar.
Bu soruşturma bize, bir çetenin neredeyse darbe yapar gibi devlet kurumlarının sahip olduğu yetkiyi gasp ederek kullanabildiğini gösterdi. Bu olaylar silsilesi iyi yönetilmediğimizin çok açık bir göstergesidir. Bu dijital sızma olayları da, ülkeyi neredeyse çeyrek yüzyıldır yönetmekte olan zihniyetin yol açtığı kurumsal çöküşün açık sonuçlarındandır.
Tüm kurumları tek tek tahrip edilip siyasetin dişlileri arasında öğütülmüş bu sistemde tek kişinin mutlak gücü, şeffaflığı ve denetlenebilirliği yok ediyor. Denetim ve denge mekanizmalarının yokluğu, yöneticilerin hesap verme zorunluluğunu ortadan kaldırıyor. Bu da kaçınılmaz olarak kayırmacılığı, bürokraside niteliksizleşmeyi ve ardından yönetsel ve bürokratik çöküşü getiriyor. Bunların hepsi birbirleri ile sebep sonuç ilişkisi içinde olan, kurumsal tahribatın ve toplumsal çürümenin beklenen sonuçlardır.
Sistem Değişmedikçe Bu Çark Hep Böyle Dönecek
Devlete dijital sızma soruşturmaları sürecinde bugüne kadar her şey tam da beklenildiği gibi yürüdü. Yani; tüm benzer vakalarda olduğu gibi şu ana kadar hiçbir kamu görevlisi özür dilemedi, hatasını kabul etmedi ve tabi ki hiç kimse istifasını sunmadı. Yine her zamanki gibi konunun TBMM’de araştırılması önergesi iktidar milletvekillerinin oyları ile reddedildi.
Bundan sonrasında rezaletin ve devlet zafiyetinin tüm ayrıntılarıyla ortaya çıkartılacağından, devlet içindekiler dâhil tüm sorumlularının bulunacağından ümidiniz var mı? Bu adli süreçle birlikte benzer tüm usulsüzlüklerin tespit edilip tüm sahte belgelerin iptalinin sağlanacağını, sorumluların ve faillerin hak ettikleri cezalara çarptırılacaklarını düşünen var mı acaba?