İlk basımı resmi yasakçı kurumlar değil de ülkenin “her şeyi bilen”, “sol liberal” entelektüel bozuntuları tarafından engellenen kitabımın ikinci yenilenmiş baskısı Toplumsal yayınları tarafından kitleye ulaştırılacak.
Tarihsel kanıt tekrarlandı; “sol-cu” geçinen bu zatlar en sonunda otokrat yandaş medyada demir atarak, Kemalist devrimci ve sosyalist demokratlara karşı açılan “komplo seferleri”ne katıldılar. Bunların tapındığı kadim genel başkanları Kemal Kılıçdaroğlu’nun Birleşik Krallık Chatham House okuluna bağlı misyonunun açık seçik deşifre olması ile CHP yönetimi tabanın güçlü desteği ile “değişimci” olarak nitelenen genç Kemalist devrimci demokrat eğilimli kadro partinin merkez yönetimine demokratik temayül sonucu oturdu. Otokrat rejim tarafından yoksulluk batağına itilen kitleler (öncelikle genç kadın-erkek öğrenciler, kafa ve kol işçi ve emekçileri) radikal bir yolun izlenmesine ülkenin tarihsel birikiminden kaynaklanan büyük bir coşku-duygu-irade inadıyla yön ve yol verdiler…
İnsanlık tarihi beş bin yıldır zengin azınlıklarla, yoksul çoğunluklar arasında gizli veya açık; kanlı veya kansız sürmekte olan sınıflar mücadelesi üzerinden ilerlemektedir. Türkiye’de de bilincinde olalım veya olmayalım nesnel gerçeklik bunun yansımalarıdır. Siyaseti radikalleştirenler akıl-bilgi-bilinç donanımlı coşku-duygu-iradelerini inatla devam ettirenlerdir. Bu konuda Bilim ve Gelecek adlı bilimsel irdelemeler dergisinin editörü Ender Helvacıoğlu hocanın dikkat çekici uyarı makalelerini yayımlanmakta. Benzerlerinin de yayımlanmasının nedeni donanımlı devrimci demokrat “eski tüfekler”in tarihsel praksislerine dayanarak; CHP’nin Orthodoks köklere bağlı genç Kemalist devrimci demokratlarının, karşı-devrimci totaliter rejimin otokratik baskılarını kurgulayan komplo tuzaklarına karşı sürekli uyanık olma uyarısının tarihsel zorunluluğudur. Çünkü “Anti-Faşist Demokratik Birleşik Cephe” Sokak eylemleri ile varlığını dosta ve düşmana kabul ettirmiştir. Burada kritik kırılma noktasına gelinmiştir. Çünkü geri çekilme hatası karşı-devrimci otokratların ekmeğine yağ sürecektir…
Var olan Anayasayı 17 yıldır uygulamayarak siyasi hukuku pas-pas yapan siyasal İslam hedefli otokratik-totaliter rejimin son “Terörsüz Türkiye” senaryosu, etnik milliyetçi demokratların da doğal olarak sınıflar mücadelesi irdeleme ufkundan bilinçli uzak oluşu, “tiyatral” bir algılama yaratmıştır. Çünkü bilimsel irdeleme ufku vermeyen komedi var ortalıkta. Mahpushaneler siyasi rehinlerle dolu olmayı sürdürmekte. Genellikle CHP’li ve etnik kökenli belediye teknokrat ve emekçileri ile iktidara ait yolsuzlukları açıklayan gazeteciler derin bir anti-demokrat baskıyı yaşamakta. Bir sosyolog ve 38 yıllık (14 kitap üretmiş) araştırmacı-yazar olarak Mart ayında “terör örgütü propagandası yapmak” iddiası ile jandarma siber ve “terörle mücadele” savcılığı soruşturması ile jandarmaya ifade verdim. Oysaki “Tkp-ml” adlı siyasi oluşum 53 yıl önce kendini lav etmiş ama bulunmuş 3 Adet “kanıt”(!)tan (2018-2024-2025) biri Alman Bader ve RAF’a ait(!). Zorlama iddia sonucu “beraat”…Tabi yazılı savunmam yanında avukatım Onur Ş.nın başarılı hukuk savunması ile bölgenin savcı ve hâkimlerinin sağduyusu sayesinde. Sadece 7500 takipçili Facebook sayfamı kapatmak zorunda kalmama üzüldüm. Ama beni en çok taciz eden siyasi ideoloji saplantılı “etnik milliyetçi” (ihbarcılar) olması ıskalanmaması gereken bir konu. “Proleter devrimci demokrat, bilimsel sosyalist” bir çizginin 58 yıllık siyasal kültür birikiminin teori-pratik-praxis savunucusu olarak olgunun sınıflar mücadelesi yönünün asla ıskalanmaması zorunluluğu budur… Feodal kafaların varlığı ıskalanmamalıdır…
Gazi Mustafa Kemal’in önderliğinde; onun “İstiklali Tam Türkiye”sinin yaşayabilmesi için siyasal kültür olarak sürekli devrim olgusu ancak “Yurtta Barış, Cihanda Barış” siyasetini egemen kılan Türkiye Cumhuriyeti ile başarılacak, böylece karma ekonomi sosyal refahı eşit olarak halk kitlelerine ulaştıracaktı. Bu rotada Türkiye, Sovyetler Birliği ile stratejik ortaklıkta uzlaşırken, faşist İtalya ve Nazi Almanyasının Gazi’yi denetlemek, olmazsa yok etmek saplantısına tutulduğunu savaş sonrası belgeleri ile anlıyoruz. 10 Kasım 1938’de büyük dünya savaşının ateşlenmesine bir yıl kala büyük devrimci önderi; tartışmalı (kurgusal olabilirlikler bağlantılı) bir hastalık seyri sonunda ruhen değil, sadece biyolojik olarak kaybediyorduk… Onun vefatı sonrası III. Komünist Enternasyonal (Komüntern), dünyada emperyalizme karşı silahlı mücadele veren anti-emperyalist emekçi halklara, örnek alınması gereken rehberlik olarak onun devrimci tutum ve eylemleri gösteriliyordu. Gerçekten de gerek Çin gerekse Vietnam devrimcilerinin bunu başarı ile uygulamışlardı. Ama kadrolar zaman içinde biyolojik olarak dünyadan çekilmelerinin ardından beş bin yıllık sömürünün vampirleri tekrar ülkelerin devrimci ilkelerini dejenere etmeye başladıklarını görüyorduk. Sonuç başa dönüş mü?
Sınıflar mücadelesi ufkundan bakarken Otoman İmparatorluğunun son dönemlerinde dinci gericiliği besleyen feodal sınıfların köklü üretim güçleri ve ilişkileri yanında modern kapitalist üretim ilişkilerinin sömürgecilik unsuru olan işbirlikçi kompradorlarının da varlığı görülür. Müslüman mütegallibeye karşın kentlerin Hıristiyan Ermenilerinin ipek ve pamuklu dokuma sanayi unsurları nedense modern eğitim sisteminin ders kitaplarında yer almaz. Alırsa da etnik ve dini kimlikleri yok sayılır. Düşman hukuku statüsü uygulanır. Bazı azınlık etnik gruplar din unsuru üzerinden korunurken, bazıları da tarihsel ilerleyiş içinde puan kaybetmişlerdir. Ülkenin kaderi emperyalist ülkelerin “yeni dünya düzen”lerine göre tayin edilmiştir. 1947’de başlayan “Soğuk Savaş”ın strateji ve taktiklerine göre ülkenin insanlarına rol biçilmiştir. 1923-1938 arası cumhuriyet tarihi oluşturulurken ülkenin kurucu paradigması da gözden geçirilmiştir. Yeni bir devrimci bakış açısı yerleştirilmiştir. Özellikle 1923-33 arası. 1933-38 arası özellikle din konusunda laikliğin doğru temeli olan “secular” yaklaşım bizzat Gazi tarafından işlenmiştir. Buna “harf radikal reformu” ve “kadınların seçme ve seçilme hakkı”da örnektir… Kemalist “inkılapçılık” çizgisine karşın İnönücü “ıslahatçılık” çizgisi 1938-1950 arasında sürdürülmüştür. ABD denetlemesinde 1950-1960 arası karşı-devrim atağa geçmiş ama 27 Mayıs 1961 Anayasası ile secular burjuva demokratik hukukun önü açılmıştır. 1960-70 arası çatışmaların ABD tam denetimine girmesi 1980-1990 arasında en üst noktaya varmıştır. Ama 1990’da Soğuk Savaş ABD’nin hâkimiyetini ilan etmiştir. Ne var ki 1999-2000’le beraber Doğu Avrupa kamburundan kurtulan Rusya’da kaos düzensiz düzenliliğe doğru yol almaya başlayacaktı…
Burada “kaos” üzerine bilimsel çalışmaların ABD’den çok önce Rusya’da başlamış olduğunu belirteyim. Sovyetler Birliği döneminde Astronomi-Fizik-Matematik küme araştırmaları ve ona bağlı kibernetik önermeleri yine Sovyet bilim insanlarının inisiyatifi altındaydı. Soğuk Savaş dönemince Sovyetlerin değil tam aksine emperyalist kapitalistler tam bir “demir perde” ambargosu uygulamışlardı. Özellikle demokrat ABD Başkanı Clinton döneminde bu uygulamaların belgeleri açıklanmıştır. Emperyalist Anti-komünist ideoloji her türlü saldırganlığı uygulamış hala da uygulamaya açık-seçik devam etmektedir… Buna kısaca “devlet terörü” diyoruz; bu komplonun parçası olan dezenformasyonun sonucu bir provokasyonun olgunlaşmasını sağlayan asker veya sivil görevlendirilmiş bireylere de “ajan-provokatör” deniyor, literatürde…
Özellikle Soğuk Savaş ve sonrasında küresel hegemonyanın peşinde olanlar ülkelerinde ve dünyada uyguladıkları devlet terörü strateji ve taktiklerini asla tartışmaya açmıyorlar. Örneğin günümüz ABD ordusu beyni Pentagon’un eğitim talimnamelerinde psikolojik savaş temelli kavramlar esas teşkil etmektedir. Aynı talimnameler Britanya ordusu ve özellikle nazionist İzrael savunma kuvvetleri için de geçerlidir…
Ülkemiz sınıflar mücadelesi içinde bizler sürekli devlet terörü tehdidi altında yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz. Tabi bizleri komplo tuzaklarına çekmek için ajan provokatörler de kullanılıyor. Bunun için özellikle Soğuk Savaş döneminde NATO’nun Stay Behind örgütlenmesi bu operasyonların derin bileşkesiydi. 1952’de NATO üyeliği ile bu bataklığa gönüllü çekildik. Bu dönemin bazı ajan-provokatörleri halen siyasi arenada cambazlıklarına devam ediyorlar. Makalemizin yeni bölümünde kitap çalışmam temel alınarak günceli özetlemeye çalışacağız…