Cumhuriyet ve Atatürk düşmanları, kendilerine taban yaratabilmek için tarihte ortaya çıkan kimi talihsiz olayları da çarpıtarak kullanırlar. Örneğin HDP’liler, 1925 yılında genç Cumhuriyet’e silah çeken yobaz Halidi Şeyhi Said’in ayaklanmasını yüceltirler. Yetinmezler, işin içine Dersim (Tunceli) bölgesindeki olayları da sokarlar. Necip Fazıl Kısakürek gibi katı Alevi düşmanları, iş cumhuriyeti karalamak olunca birden Dersim katliamından söz ederler. Bu sopaya 2008’lerde Tayyip Erdoğan bile sarılıp CHP’ye saldırmıştı.

Ne yazık ki CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal da bu kervana katılarak, "Unutmadık, asla unutmayacağız! Dersim katliamında yitirdiğimiz canları saygıyla anıyorum." demiş.

Peki ne oldu o bölgede? Gelin adım adım gidelim:


KATLİAMDAN KAÇANLARIN YURDU
Dersim (Tunceli) bölgesi, 16. Yüzyıl’ın başında İran’da Şah İsmail’in kurduğu Kızılbaş Türk devletine bağlı idi. 1515’te yanına bölgenin Sünni Kürtlerini de alan Osmanlı Paşası Bıyıklı Mehmet Paşa buraları ele geçirdi. 1514’teki Çaldıran Savaşı’ndan sonra katliama uğrayan Kızılbaş Türkmenlerin bir kısmı buralara sığınmışlardı. Dersim bölgesine Kürt birlikleri bu tarihlerde geldiler. Dersim’e egemen olan Kızılbaş Türkler, buralarda mezhepçi Osmanlı saldırılarına karşı yüzyıllarca direnerek yarı özerk halde yaşadılar.

Bölgenin ilk yerleşikleri Zazalardı. Türklerin Saka kolu MÖ 6. Yüzyıl’dan başlayarak Kafkasya üzerinden buralara indiler ve Suriye’ye kadar uzandılar. MS 395’lerde Hunların Ağaçeri kolu bu bölgelere aktı. Tunceli’de görülen sarışın tipler, sarı Türklerin torunları olarak bugünlere geldiler. 11. Yüzyıl’da Oğuzlar Anadolu’ya girip buralara kadar ulaştılar ve bölgeyi ele geçirdiler. Türkler, bölgeye kültürel damgalarını vurdular ama yerleşiklerin dili Zazaca’yı da kullandılar. Çünkü sonradan gelenler olarak onlarla anlaşmak zorundaydılar.

Dersim bölgesinde Kürtler yoktu, bunlar Osmanlı Devleti’nin kılıcı olarak Kızılbaş Türkleri tepelemek için bölgeye getirildiler. Ermeni araştırmacı Vitali Genet’in saptamalarına göre, 19. Yüzyıl sonlarında bile bölgenin 65 bin dolayındaki nüfusu içindeki Kürt sayısı 12 bin kadardır. (Dersim İsyanları, s. 27)

Üç kez inceleme yaptığım Dersim bölgesinde gördüm ki Türk kültürünün en ilk öğeleri bile canlı biçimde buralarda yaşamaktadır. Bunun belgelerini de DERSİM İSYANLARI VE SEYİT RIZA GERÇEĞİ adlı çalışmamda ortaya koydum. Suyun, ağacın, kayaların canlı ve kutsal olduğu “Yer-Su kültü” Dersim bölgesinde baskındır. Bu yüzden Seyit Rıza, bölgenin derebeylerine isyan yemini ettirmek için gözelere götürmüştür. 1937 isyancıları “Mavi gök ve kara toprak” üstüne yemin etmektedirler. Cemlerde deyişler Türkçe okunmaktadır. Mezar taşları koç heykeli biçiminde yontulmaktadır. Türklerin atalar kültü, “eren” biçiminde bütün canlılığıyla yaşatılmaktadır.

Bölgede 40’tan fazla aşiret vardır. Bunlar yaşamak için çevredeki köylere saldırıp yağmalamaktadırlar. Direnenler öldürülmektedir. Ayrıca bu aşiretler kendi aralarında bile durmadan çarpışmaktadırlar. Seyit Rıza, baş eğdiremediği öbür Dersim aşiretlerini de vurmakta, yağmalamaktadırlar.

Seyit Rıza, bölgedeki eşkıyanın en büyüğüdür. 1912 yılında idama mahkum edilmiş; sonra affedilmiştir. Cumhuriyet döneminde Atatürk, ona defalarca elçi gönderip yasalara uymasını istemiştir ama o hep silaha sarılmıştır. Atatürk bölgeye Alevilik eğitimi veren okulların açılmasını önerdiği halde derebeyleri bunu bile reddetmişlerdir. Elbette yola, okula, sağlık ocağına, jandarmaya karşı çıkmışlar; halkı da “Karılarınız elinizden alınacak!” gibi yalanlarla kandırmışlardır.

Cumhuriyet, feodal kurumları ortadan kaldıran devrimleri başlatınca buna en şiddetli direniş, Dersim derebeylerinden gelmiştir. Bunlar açık açık cumhuriyete karşı çıkmışlardır. 1937 ayaklanmasının elebaşılarından Ali Şir yazdığı bir şiirde diyor ki: “Kemal tahta çıktı cumhuriyet istiyor/Koç Uşağı cumhuriyeti kabul etmiyor” (Dersim İsyanları, s.317)

Bu yüzden dönemin dünya sosyalistleri Seyit Rıza’nın isyanını, gerici/feodal ayaklanma olarak yargılayıp karşı çıkmışlardır. (Ayrıntılar için bak: Dersim İsyanları, s.332)

2. Dünya Savaşı’nın işaretlerinin geldiği bir dönemde Türkiye Hatay’ı anavatana katabilmek için Fransa ile savaş ortamına girmişti. Kürtçü bölücüler de Ermenilerle yeni örgütler kurarak (Hoybun) Türkiye’yi parçalamak peşine düşmüşlerdi. Bunlar için Dersim bölgesi büyük bir militan ve silah kaynağı idi. Ermeni-Kürt belgelerinde bu durum açıkça itiraf edilmişti.

Seyit Rıza, köken olarak Kızılbaş Türk boylarından Şeyh Hasanlılardan gelmesine karşın, halkın dedelere olan saygısını sömürmek için kendisini “Seyyid” ilan etmişti. Halbuki Aleviliğe göre bırakın seyyidliği/dedeliği, o bir düşkün idi. Çünkü, yaşı 70’e ulaşmasına karşın ilk eşi Elif Ana’nın üstüne Besi adlı bir kız almıştı.

Kökeni Türk olan, kendisini Seyyid gösterip Arap olduğunu söylemiş olan bu şaki, dünyaya da kendisini Kürt Generali olarak pazarlıyordu. İngiltere’ye 1937’de yazdığı mektup (Orijinali, kitabımızdadır.) bunu göstermektedir. Ve açık açık Türk ordusu ile aylarca savaştığını söylemektedir.

Tarih 1936’yı gösterdiğinde, Cumhuriyet rejimi; Türk devrimlerine karşı silahla direnen, ayrılıkçı Kürtçü hareketlere destek veren, Fransa tarafından beslenen, bölge köylerini yağmalayan ve insanları gözünü kırpmadan katleden bu çeteyi ortadan kaldırmaya karar verir. Bunu da sosyal ve ekonomik önlemlerle destekler.

1937 GERÇEĞİ
Bugün 1937 ile 1938’de iki ayrı operasyon yapıldığını, bunların çok farklı sonuçlar doğurduğunu bilenler pek azdır. Ve işin kötü tarafı her kötü olayın sorumlusu olarak Atatürk öne çıkartılmaktadır.

Biz burada sadece devletin belgelerinden ve yine o tarihlerde gazetelere, özellikle dış basına yansımış haberlerden yola çıkarak iki ayrı olay ve iki ayrı tavır görüyoruz.

Cumhurbaşkanı Atatürk ve Başbakan İnönü yönetiminde planlanan 1937 operasyonunda asla sivil halk hedef alınmamıştır. Bu operasyonda Dersimlilerden ölü ele geçirilenlerin sayısı sadece 262 kişidir. Bu çarpışmalarda 30 asker şehit olmuştur.

Sonunda Seyit Rıza ile öbür 6 aşiret reisi ele geçirilmişler, yargılanmışlar ve asılmışlardır.

1938’DE NE OLDU?
Devletin arşivindeki belgeye göre, 1938 operasyonu çok kötü sonuçlar yaratmıştır. Çünkü bu defa ölü ele geçirilen isyancı sayısı birden fırlamış ve tam 13 bin 160 olmuştur.

İşte bugün Dersim katliamı diye konuşulan konu bu rakama yansıyan olaydır.

Peki 1937’de her şeyi yasalar içinde ve halkı koruyarak yürüten devlet ne oldu da böyle bir kırım yaptı?

1937 kararları alınırken işin başında Atatürk vardı. Başbakan da İsmet İnönü idi. Bunlar, Dersim bölgesi halkının Alevi Türkler olduğunu biliyorlar ve yumuşak politika yürütüyorlardı.

1938 operasyonu ise Temmuz ayında başlatıldı. Bu dönemde başbakan Celal Bayar’dı. Katliam planlamasını Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak yapmıştı. Kazım Özalp’ın komutasındaki ordu bölgeyi üç yönden kuşatıp aşağıdan yukarıya doğru temizlik harekatı başlatmıştı. Direnenler, kaçanlar, saklananlar öldürülmüştü. Direnişe katılmayanlar, tarafsız duranlara bir şey yapılmamıştı.

ATATÜRK’ÜN DURUMU
1938 yılında Atatürk artık ağır hastadır ve bu silme süpürme işi planlanırken o Dolmabahçe’de yatmaktadır. Çevresini kuşatanlar, onu olanlar konusunda kandırmaktadırlar. Öyle ki İsmet Paşa ile bağını kesmek için Paşa’nın ağır hasta ve ölmek üzere olduğunu bile söylemektedirler.

1938 kırımını yapanlar; Osmanlı’dan devraldıkları Sünni mezhepçi zihniyetten kurtulamayan kadrolardır. 1937 rakamları ile 1938 rakamları arasındaki uçurumun ana sebebi işte bu kökü eskiye dayanan Alevi düşmanlığıdır. Bunu da Atatürk’ün iradesinin devre dışı bırakarak yürütmüşlerdir.

Bu konu ile ilgili belgeleri de ilk kez “Atatürk Ne durumdaydı” (s.356)başlığı altında yayımladık.

SABİHA GÖKÇEN NE YAPTI
Piyasadaki bilgisizliklerden birisi de Sabiha Gökçen’in Dersimlilere zehirli gaz attığı ve çoluk çocuğu katlettiği yalanıdır.

Sabiha Gökçen, Dersim’e 1937 baharında gitmiş ve kısa bir süre kaldıktan sonra dönmüştür. Onun anılarının ilgili bölümünü kitabımızın sonuna ekledik.

Ayrıca 1937 yılında Türkiye’de zehirli gaz yoktur. Üstüne üstlük uçaklarda gaz atacak düzenek de yoktur. Bırakın gizli devlet belgelerini isyanı yakından haberleştiren yabancı basında da 1937 ve 38’de zehirle gazla ilgili bir haber yer almamıştır.

Peki nereden çıktı bu zehirli gaz iddiası?
İşte onu da ilk kez biz tespit ederek söz konusu kitabımızda ortaya koyduk. 1938 yılında zehirli gaz kullanılmasa başka bir gaz kullanıldı. Ama mağaraların ağızlarında. Ne gazıydı ve nasıl olmuştu? Belgelerini kitabımızda bulabilirsiniz.

Son söz: 1937 operasyonu, derebeylik hayatı yaşayan, halkı köleleştiren, devrimlere direnen, ayrılıkçılara kaynak olan Dersim aşiret reislerine karşı yapılmış, haklı zorunlu bir harekattır. 1938 ise, sorunlu bir zihniyetin devlet gücünü kötü kullanmasından doğan faciadır. Burada cumhuriyet rejimini suçlamak yerine hâlâ Türkiye’yi yöneten mezhepçi zihniyeti eleştirmek doğru bir tutumdur.

Bilinçli Tunceli halkı da bu ayrımın farkındadır ve cumhuriyetin hep yanındadır. Onlar, çocuklarına Kemal adını verirken, o Kemal’in kendilerine iyilikler yaptığını çok iyi biliyorlardı.

Selam olsun Munzur’a, gözelere, ulu dağlara, ormanlara, keçilere, böceklere, kuşlara, Düzgün Baba’lara…