1915 yılında Osmanlı Devleti, zararlı bulduğu Erdmenileri Suriye-Irak tarafına sürme kararı almıştı. Bu süreçte büyük acılar yaşandığı bir gerçek. Ana tarafından dedem olan Hüseyin Yalçın, bu sürgünde onbaşı rütbesiyle görev aldığını söylerdi.

Bir zamanlar devletin “Millet-i Sadıka” olarak adlandırdığı Ermeniler bu sürece nasıl iteklenmişti? Önce bunu çok kısa biçimde özetleyelim:

*Osmanlı İmparatorluğu, akıl yerine dinsel dogmaları eğitimin temeline yerleştirince teknolijik ve bilimsel gelişmelere ayak uyduramayıp gerilemişti. 18. Yüzyıl’da ağır yenilgilere uğrayarak büyük toprak parçalarını yitirmişti. Avrupalılar, Osmanlı Devleti’ni “Hasta Adam” ilan etmişler; Türkleri önce Avrupa’dan Küçük Asya’ya (Anadolu) atmak, sonra da Anadolu’dan Asya’nın içlerine sürmek gibi bir hayali uygulamaya koymuşlardı.

*Bunun için Osmanlı Devleti içindeki azınlık milletleri kışkırtmışlardı. Rumlar 1821’de ayaklanarak daha sonra bağımsız devlet olmuşlardı. Sırplar, Hırvatlar, Bulgarlar ve Doğu’daki Ermeniler Avrupa’nın desteğiyle ayrı devlet peşinde koşmaya başlamışlardı.

*Ermeniler bu amaçla İstanbul, Erzurum, Zeytin, Sasun, 'l'rabzon, Amasya, Merzifon, Tokat, Sivas, Diyarıbekir, Van, Muş, Urfa gibi Osmanlı topraklarında isyanlar çıkarttılar. 30 Eylül 1895’te İstanbul’u üç gün boyunca karıştıran anarşist eylemler (İstanbul Patırtıları) bunlardan birisiydi. İstanbul’da bu Ermeni saldırıları sürmüş, bir bölük anarşist 1986’da Osmanlı bankasını basmıştır. Ermeniler, daha sonra Vilayet-i Sitte (Erzurum, Van, Elazığ, Diyarbekir, Bitlis, Sivas) dedikleri bölgede silah zoruyla devlet kurmak peşine düşmüşlerdi.

*Padişah 2. Abdülhamit, Doğu bölgelerinde ayaklanan Ermenileri bastırmak için, Kürt aşiretlerinden Hamidiye Alayları adı altında 33 alay kurdurmuştu. Bunlar kısa zamanda çapulculuğa başlayacak, bölgedeki Alevilere de saldıracaklardır.

*Batı’da İngiltere, Fransa ve ABD’den destek alan Çarlık Rusyası ile askeri işbirliğine giren Ermeni ayrılıkçılar 1. Dünya Savaşı başlayınca Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurmaya başladılar. Anadolu’da da çeteler oluşturup Türklere saldırdılar. Rus ordusuna öncülük edip Osmanlı topraklarının ele geçirilmesinde rol aldılar.

İşte bu yüzden Osmanlı yöneticileri, zararlı eylemlere katılan veya kuşkulu görülen Ermenileri, merkezden uzağa sürme kararı aldılar. Çanakkale savaşlarının en şiddetli günlerinde alınan kararla 900 bin dolayında Ermeni sürgün edildi.

DEDEM ANLATIRDI
Şunu öncelikle belirtelim ki Osmanlı Devleti’ni yöneten İttihad ve Terakki ileri gelenleri arasında Ermeniler de vardı. 1908 devrimini onlar da sevinçle karşılamışlardı. Hamidiye Alaylarını kaldıranlar da İttihadcılardı. Ama onlar, bu sıkışık günlerde oldukça zayıf durumda olan Osmanlı ordusunu arkadan vuran Ermeni tehlikesini yok edebilmek için bu önlemden başka çıkar yol görmemişlerdi.

Bu iş, söylendiği gibi bir milleti toptan yok etme olarak asla planlanmamıştı. Bunun kanıtı da İngilizlerin sürgün kararını veren Osmanlı yöneticilerini yargıladığı Malta yargılamalarıdır. İngilizler de ABD’liler de soykırıma ilişkin belge bulamadıkları için Malta’ya götürülüp yargılanan Türkler serbest bırakılmışlardır.

Öyleyse ne oldu?
Dedem o zamanlarda 18-20 yaş arasında bir genç insanmış. Okuma yazma bilmezdi. Ama zeki olduğu için devlet ona da iç güvenlikte görev vermiş. Niksar bölgesinden toplanan Ermenilerin Sivas’a götürülme işinde görevli askerlerden birisiymiş.

Ermeniler yanlarına taşıyabilecekleri ne varsa alıp çoluk-çocuk, genç-yaşlı yola çıkartılmışlar. Tümü ağlayıp sızlamaktaymış. Yolda büyük zorluklar yaşamışlar. Niksar-tokat arasındaki uçurumlardan olan Dönekse’nin başından kucağındaki çocuğuyla kendisini uçuruma atan Ermeni gelininin acıklı öyküsü ikide bir dile getirilirdi.

Ne oldu da yüz binlerce insan öldü?
Ermeni sürgününde görev alan askerler yetersizdi, güvenliği sağlayamadılar. Özellikle Sivas’tan öteye geçilince Kürt çeteler bu sürgünleri basarak katlettiler, paralarını, altınlarını yağmaladılar. Yaşar Kemal’in Tanyeri Horozları adlı romanında bu cinayetin izleri dile getirilir. Çeteler; bu işi, din-iman adına yaptıklarını söyleyerek cinayetlerini gizlediler. Ermenileri devlet öldürtmedi ama o devletin şımarık bir kesimi para-pul, diman-iman adına katliam yaptılar.

Açlıktan ölenlerle hastalıklardan kırılanları bunlara eklediğinizde rakam çok büyüdü.

NAZLI EBEM DE ANLATIRDI
Babamın anası Nazey (Nazlı) ebem de genç kızlık başlarına denk gelen bu süreci büyük üzüntü duyarak anlatırdı. Onlar olayın arka planını bilmezler, sadece bölgelerinde yaşananları yorumlar, duygularını yansıtırlardı.

Olayın Ermeniler açısından düşünülecek bir yanı daha var: Bunlar, Ruslara güvenerek çeteler kurarak Türk köylerine saldırdılar, insanları öldürdüler. Hatta bazı kadınları dağa kaldırdılar. Ebem, “kızgın saç üstünde kadın oynatan” Ermeni çetelerden söz eder, onlara kızardı. Düşünün ki Türk kadınını dağa kaldırıyor, soyuyor, sonra onu ateşte kızdırdığı ekmek sacının üstüne çıkartıyor. Ayakları yanan kadın zıplıyor, bağırıyor; çete bundan zevk alıyor. Bu anlatımlar yüzünden bölgede zalim kişilere, “Ermeni misin?” denilmeye başlanıyor.

Milliyetçilik ateşinin her yeri kasıp kavurduğu dönemdeki bu davranış asla tüm Ermenilere mal edilmeyecek hastalıklı terördür. Ve bunun hesabı ne yazık ki öbür Ermenilere kesilmiştir.

Katliamın ikinci ayağını, işte bu Ermeni çetelere karşı kurulan Türk ve Kürt çeteleri yapmışlardır. Niksar bölgesinde Fatlılı (Fatlı Köyü’nden) Ali Çavuş’un liderliğindeki çete pek çok Ermeni’yu öldürmüştü. Hatta bizim köyümüzde, Kelkit Irmağı kıyısındaki büyük tarlanın adı Ermeniönü’dür. Fatlılı Ali Çavuş buraya topladığı Ermenileri tek sıra yapar, bir tüfek kurşunuyla beş altısını birden öldürür, ırmağa atarmış.

Ali Çavuş’un beş silahşor adamından birisi de dedem İsmail ustanın kardeşi olan Liloğ Hüseyin idi. Babaannem bu adamı hiç sevmezdi. Sebebi de onun bir Ermeni çocuğu öldürmesiydi.

Gözleri yaşararak anlatırdı: “Öldürmeye götürülenlerden dokuz-on yaşlarındaki bir çocuk kaçtı, bizim eve girdi. Ben çocuğu bir yorgana sardım, yüklükte yatakların arasına sakladım. Biraz sonra Liloğ Hüseyin ile eli tüfekli bir kişi geldiler. Çocuğu sordular; ben, görmedim, dedim. Evi aradılar; bulamayınca Liloğ Hüseyin yüklükten şüphelendi ve yıkın şu yatağı yorganı, dedi. Çocuğu buldular; götürdüler, günahsız sabiyi ırmak kıyısında vurdular.”

Sonrasını şöyle anlatırdı babaannem: “Ah oğlum, Allah, Ermenilerin ahını ona bırakmadı. Büyük depremde aslan gibi iki oğluyla karısı öldü; kendisi böyle perişan oldu… Ermenilerden aldığı kanlı altınlar işe yaramadı. Bizden de kimsenin burnu kanamadı.”

Köyde, onun Ermenilerden bir teneke altın gasp ettiği, bunları evinde bir yere gömdüğü söylenirdi

Fatlılı Ali Çavuş, Doğu cephesinde Ruslara karşı çarpışan, büyük kahramanlıklar gösteren bir insan ama bu aniden ortaya çıkan kavgada Ermeni celladına dönüşen bir tip…

İsyancı Ermenilerin yanılgısı neredeydi?
Bunlar; Osmanlı kuvvetleri kendilerine saldırırsa başta İngiltere-Fransa olmak üzere Batı’nın askeri müdahale ile Osmanlı’yı çökerteceklerini sanıyorlardı.

Ruslara çok güveniyorlar; onlar adına Osmanlı topraklarında sabotajlar bile yapıyorlardı. Ruslar onları tehlikelerden koruyacaktı. Gerçekten de 1. Dünya Savaşı başlayınca Ermenilerin yol gösterdiği Rus orduları Kars’ı, Erzurum’u hatta Trabzon’u bile ele geçirmişlerdi. Ama beklemedikleri bir şey olmuş, Lenin’in öncülüğündeki işçi sınıfı Rus çarlığını yıkmış; yeni bir devlet kurmuş ve Çarlık ordusu da Kafkasya’dan kuzeye çekilmişti.

Ermenilerin bir başka hatası da Türklerle silahlı çatışmaya girişmeleri olmuştu. Ermeniler, becerikli sanatkâr ve zanaatçılar olarak Anadolu’da el üstünde tutulmuşlardır. Türklerin boş bıraktığı ticaret, zanaat işlerini onlar üstlenmişlerdi. İyi para kazanıyorlar, güzel yaşıyorlardı.

Ama milliyetçi Ermeniler, dış güçlere güvenerek silah kullanmaya başlayınca karşılarında silahşor Türkleri buldular. Ve yenildiler… Yenilginin acısını da silahlı Ermeni milisler değil günahsız Ermeni halkı ödedi…

Ve benim has Türk dedelerim gibi ebelerim gibi bu milletin sıradan bireyleri Ermenilerin başına gelen felakete derinden üzüldüler, yıllar sonra bile anlatırlarken gözleri yaşardı. Onların torunu olarak ben de aynı duygular içindeyim.

SADECE IRAK’TA…
Bugün aynı sömürgeci Batı, yine aynı yöntemlerle Ermenilerin acısını kullanıyor. Bu işin merkezi de ABD…

24 Nisan 1915 üstünden ve sonrasından olaylara tek yanlı bakarak Osmanlı yönetimi ve Türkleri soykırımcı ilan eden Amerikan yönetiminin önce kendi kanlı tarihine bakmasını öneririz.

Amerikan topraklarının gerçek sahibi on binlerce Kızıldariliyi nasıl vahşice yok ettiklerini çok iyi biliyoruz. 18 yaşına kadar Kızılderili çocuklarının ailelerinden alınarak kültürel soykırıma uğratıldığını, bu cinayetin 1980’lere kadar sürdürüldüğünü iyi biliyoruz. Pamuk tarlalarında can veren, kırbaçlarla vücutları parçalanan Zencileri biliyoruz. Onların 1960’larda bile “Köpekler ve Zenciler giremez!” diye psikolojik soykırıma tabi tutulduklarını çok iyi biliyoruz.

Hiroşima ve Nagazaki’de atom ateşiyle külleri bile yok edilen masum sivil Japonları biliyoruz. 2. Dünya Savaşı sürecinde ABD içinde sürgün edilen Japonları hatırlıyoruz.

Vietnam’da napalm bombalarıyla yakılan sivilleri biliyoruz.

Daha dün, 2003’ten itibaren Irak’ta katledilen 1 milyondan fazla insanı biliyoruz.

Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da dinci teröristleri destekleyerek on binlerce sivilin bu caniler eliyle katlettirildiği bir süreci yaşıyoruz.


ZARARINI ERMENİ HALKI GÖRÜYOR
ABD ve Avrupa bu işte Ermenileri koruyormuş gibi kışkırtmayı bırakmalıdır. Ermeni kuvvetlerin Karabağ’da yaptığı katliamı görmezden gelip 106 yıl öncesini masaya sürmek Ermeni halkın hangi sorununu çözecek?

Bugün Ermenistan kıstırılmış durumdadır. Ekonomisi yetersizdir. Türkiye gibi büyük bir devleti düşman yerine koyarak Ermeni halkının refahını artırmak mümkün olamayacaktır. O yüzden yapılması gerekenler vardır:

*ABD, 24 Nisan şantajından vazgeçmeli.

*Ermeni toplumu, Batı ülkelerindeki keyfi yerindeki Ermenici lobinin tasallutundan kurtarılmalı.

*Ermeni-Türk dostluğu yönünde adımlar atılmalı.

Bunun için Ermenistan ile iyi ilişkiler kurulmalı, Türkiye bu konuda pozitif tutum takınmalı.

*Türkiye’de yaşayan Ermeni vatandaşlarımıza hepimiz daha bir özen göstermeli, onları canımız gibi korumalıyız.

Ermeniler şunu yaptı, bunu yaptı!” diyerek çatışmayı sürdürmek yerine bin yıl boyunca Ermeni milletinin bizim kültürümüze yaptığı katkıyı bilmek daha doğru bir yol olacaktır. Türk halk ozanlığının bir parçası haline gelen “Ermeni Aşuğlar”ı öğreniniz. Türk sanat musikisinin üstadları olan Ermeni bestekar ve okuyucuları hatırlayınız. Mustafa Kemal’in Türk devrimlerinde görev alan Agop Dilaçar’ları hatırlayınız. Bu ülkenin tıbbına halen hizmet eden Ermeni kökenli doktorlarımızı, işadamlarımızı, hep iyilik mesajları veren Ermeni patriklerini aklınıza getiriniz.

Bize düşen, tarihten düşmanlık üretmek değil dostluk çıkarmak olmalıdır. Böylece Kafkaslar’da Ermineleri ve Azerbaycan Türklerini daha rahat ettiririz.