Değerli okuyucularım,
Yarın dolacak olan süre, aslında ülkemiz adına bir kırılma noktası olabilir. Sessiz kalınırsa sadece bir yasa daha geçmeyecek. Türkiye'nin egemenlik hakları, küresel fonların ve onların gölge yapılarının insafına terk edilecek. Adına “İklim Kanunu” denilen bu metin, sandığımız kadar masum değil.
Evet, çevre krizleriyle mücadele önemli. Evet, doğanın korunması bir zorunluluktur. Ancak biz, 21. yüzyılda yaşadığımızı ve “çevrecilik” kisvesi altında yeni bir sömürgecilik modelinin inşa edildiğini de fark etmek zorundayız. İklim Kanunu tam da bu modelin Türkiye’ye uyarlanmış halidir.
İklim bahanesi, tahakküm hedefi
Pandemi sürecinde hep birlikte gördük: Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), ulusal hükümetlerin yetkilerini nasıl elinden alabilecek güce sahip olduğunu kanıtladı. Aşı zorunlulukları, seyahat kısıtlamaları, kapanma emirleri... Hepsi merkezi bir küresel yapının direktifleriyle hayata geçti. Hükümetler kendi halklarına hesap vermek yerine DSÖ ve benzeri küresel yapılarla uyumlu olmayı tercih etti.
Aynı model
Avrupa Birliği başta olmak üzere birçok uluslararası kuruluş, gelişmekte olan ülkelere karbon emisyonu kotaları, yeşil sertifikalar ve zorunlu dönüşüm yükümlülükleri dayatıyor. Türkiye’ye düşen rol ise bu büyük plan içinde “itaatkâr bir taşeron ülke” olmaktan ibaret.
İklim Kanunu’nun kabulü, Türkiye’nin tarımından sanayisine, enerji politikalarından ulaşıma kadar pek çok alanda karar yetkisinin Brüksel’e, Londra’ya, Washington’a devredilmesi anlamına gelir. Yani, egemenliğin devri.
CHP neden itiraz etmeli?
Cumhuriyet Halk Partisi, sadece bir muhalefet partisi değildir. Bu ülkenin emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesinin siyasi mirasçısıdır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Tam bağımsızlık” ilkesi, sadece askeri değil, aynı zamanda ekonomik, hukuki ve siyasal bağımsızlığı da kapsar. CHP, bu geleneğin taşıyıcısı olarak küresel sermaye tarafından dikte edilen bu kanuna itiraz etmekle yükümlüdür. Bu bir tercih değil, bir zorunluluktur.
Anayasa Mahkemesi'ne yapılacak bir başvuru için gereken 120 milletvekili CHP’nin elindedir. Yani teknik olarak hiçbir engel yok. Siyasi irade varsa bu yasaya “dur” deme gücü de vardır.
Sessizlik ortaklıktır
Eğer bu yasa geçer ve CHP itiraz etmezse, artık sadece iktidarın değil, muhalefetin de bu düzenin parçası olduğuna halk inanacaktır. CHP, seçim bildirgelerinde bağımsızlık, eşitlik, halkçılık gibi ilkeleri vurgularken; eğer bu küresel tahakküm yasasına sessiz kalırsa, kendi seçmenine dahi hesap veremez hale gelir.
CHP’nin sessizliği, ileride bu yasaya dayalı olarak yapılacak zorunlu tarım dönüşümlerine, köylünün toprağından edilmesine, küçük üreticinin yok edilmesine, termik santrallerin kapatılması bahanesiyle enerji fakirliğine sürüklenmemize neden olacaktır.
Bakın Avrupa’da “Yeşil Mutabakat” adı altında çiftçilerin nasıl sokağa döküldüğünü gördük. Hollanda’da tarım toprakları kamulaştırılmaya çalışıldı. Fransa’da çiftçiler hükümeti hedef aldı. İtalya’da, İspanya’da üretici isyanı büyüdü. Bugün görmezden geldiğimiz bu süreç, yarın Türkiye’de yaşanırsa kimse şaşırmasın.
Tarih bir daha CHP’ye böyle bir sorumluluk vermeyebilir
CHP bugün itiraz etmezse, sadece bir yasanın geçmesine göz yummuş olmayacak; aynı zamanda bu ülkenin bağımsızlık mücadelesinden, halkçılık ilkesinden, Atatürk’ün çizdiği yoldan da sapmış olacaktır.
Yarın Anayasa Mahkemesi’ne yapılacak bir itiraz, sadece bir hukuki süreç başlatmayacak. Aynı zamanda CHP’nin hâlâ bu milletin çıkarlarını savunabildiğini kanıtlayan bir irade göstergesi olacaktır.
Aksi halde şu soruyu cevaplamak çok zor olacak:
Emperyalizmin yeni oyunlarına karşı halkı kim savunacak?