“Saray’a giden CHP’li Kim” sorusuyla Türkiye’nin ana gündemi değiştirildi. Bu, sosyal ve ekonomik alanda sıkışmış iktidara nefes aldıran vir değiştirmedir. Bir “kumpas”veya “komplo” olduğu yadsınmaz bir gerçektir. Kumpasların ustası olan AKP-Fetö ortaklığı eseri olduğu muhakkaktır. Siyasi ayağının ortaya çıkarılmasından özenle kaçınıldığına göre, FETÖ Terör örgütüyle mücadelenin göstermelik olduğu kanısı yaygınlaşıyor.

Çünkü: Türk halkı ekonomik darboğazda ve bunalım içindedir. Ama memleketi yönetenler ise; ilk seçimde iktidarı elde kaçırmanın telaş ve tedbiri derdindedir.

Çeşitli seçim hileleri ile iktidarı elde tutarken; adaletten orduya, eğitimden üretime kadar her şeyi iğdiş edilerek muhalif her sesi kısıldı. “Dar’ül Harp” olarak görülen laik Cumhuriyetin bütün varlıkları ganimet yapıldı ve kazanımları yerle bir edildi.

Adeta bir kaos yaratılarak ülke yıkıcı zafiyetler içine düşürüldü.

Amaç, şeriat hukuku ve şeriat devletiydi.

Failler, aynı yağmurdan ıslanarak aynı yolda aynı menzile yürüyen ikilidir.

Amaca varmak için liyakatsızlık kutsandı. Engel olabileceği var sayılan tüm kurum, kuruluş ve kişiler “kumpaslar” ile etkisiz hale getirildi. “soğuk Savaş” döneminde Amerika ile Rusya’nın uyguladığı gerilim politikası gibi bir pratikle; yurttaşlar inanç ve etnik olarak ayrıştırıldı. “Benden olmayan” ötekileştirildi. Uygar dünyanın terörist olarak gördüğü yapılar itibarlı hale getirildi.

2015 Haziran seçimi sonrasında olduğu gibi, “milli irade” denilerek milli irade çiğnendi. Sandıkta çıkan “koalisyon” gerçeği tersine çevrildi. 1 Kasım tekrarı dayatıldı. 2019 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlık seçimi; kargaları ble güldüren bir gerekçeyle tekrar edildi! Böylece sandığa olaan güven tamamen yok edildi.

İktidar, bütün enerjisini seçimi yitirmemek için komplolar ve kumpaslar düzmeye harcadı.

Silivri’de süren kumpas davaları, ortaklık bozulmasından sonra “Fetö” düzenlemeleri olduğu denerek AKP; sorumluluktan kurtulma gerekçeleri yarattı! Fakat FETÖ Terör yapılanmasının “siyasi ayağı” ortaya çıkarılmaktan özenle kaçınıldı. TBMM araştırma Komisyonunun raporu bile yok edildi. KHK ile ne kadar gariban varsa bulunup ortaya kondu da kumpasların gerçek failleri, FETÖ’cü yapıların gerçek finansörleri ile akıldaneleri bir türlü bulunamadı.

Nedeni; “saraya giden kim” demagojik asparagas haberle açıkça ortaya çıkmış oldu.

Barış Pınarı Hareketi startı verildiği sırada bile AKP-MHP ittifakının karşıtı olan ittifakın yok edilmesi isteği birinci ağızdan açığa vuruldu. Amerika’dan yenen fırçalar ile mutfak ve Pazar yangınlarının yarattığı sarsıntıları gizlemek için; gündem değiştiren “Saraya giden CHP’li kim” kumpası kuruldu. Hem de FETÖ kumpas ustalığıyla…

CHP ile gözde CHP’li Muharrem İnce acaba Fetö siyasi ayağının neden ortaya çıkarılmak istenmediğini anlayabildiler mi?

Ya da 2002-2010 yılları arasında yaşanan kumpasları kuranların halen aynı işi sürdürmekte olduklarını görebildiler mi?

Özellikle Muharrem İnce, onca özgüvenine rağmen neden 1980 öncesi CHP’deki muhalifler gibi Partiyi zora düşüren tavırlar içine girdiğini irdelemek gerekmiyor mu? Bizzat C HP Genel Başkanı tarafından Cumhurbaşkanı adayı ilan edilmiiş olması; kazanma şansının arttırılması için geniş bir ittifak bloku yaratılması boşuna mıdır? Gelecekte CHP’yi başarıya taşıyacak bir organizasyon gerçekleştirilmesi iddiasına ne oldu? Bunun ardında iktidar partisinin, özellikle yerel seçimlerde yaşadığı büyük sarsıntıyı tolere etmeye yönelik kumpas olduğu görülmüyor mu?

Bu gelişmeler ön görüldüğünde ve “erken seçim” telaffuz edilmeye başlandığı dikkate alındığında; CHP’sinin iç didişmeler içine düşmesinin kime yarar sağlayacağı anlaşılmaktadır. “Kabataş Yalanı” gibi bir asparagas haberle Türkiye gündemi AKP’nin başarısızlıkları ve anketlere göre düşüşte olduğunun önlenmesine yarayan bir komplo-kumpas olduğu açıkça anlaşılıyor.

16 yıllık parlamento tecrübesi, inançlı bir CHP’li, Grup Başkanvekilliği vb özelliklerini sayıp döken Muharrem İnce; oynanan oyunu anlamamış olabilir mi?

Bu kumpasın kimin değirmenine su taşıyacağını bilmiyor olabilir mi?

Parti içi muhalefet ve eleştiriler için böyle bir kumpası bahane etmenin haklılığı olabilir mi?

Bu tavır, kendisiyle birlikte gözü gibi sevdiği CHP yıldızını da matlaştıracak bir tavır olacağını; “saray” beklentilerine katkı yapacağını; kuantumu bilen biri olarak hesaplamamış mıdır?

TÜRKİYE VE OSMANLI BORÇLARI

Tarih tekerrür edermiş derler de inanmazdım. AKP iktidarları döneminde bu cümlenin gerçek olduğu ortaya çıkıyor:

Osmanlı Devleti; Duyun-u Umumiye Kuruluşu (Borçlar İdaresi) ile fiilen ekonomik bağımlı duruma girmişti. Hesapsız harcamalar, devlet yöneticilerinin kurt doymazlığında olmaları ve Hanedan ailenin saray israfları yüzünden maliye iflas etmiş. Galata Bankerleri yanısıra, çeşitli devletlerde büyük borç almıştı. Sanayileşemediği ve üretimi yeterli olmadığı için, borçlarını ödeyememiş. Bu nedenle alacaklı devletler, Osmanlı Devleti’nin her türlü gelirlerini tahsil etmek, taksitleri ödemek ve kalan olursa maliyeye bırakmak üzere kendi yurttaşlarının çalışacağı idareyi kurmuşlardı.

Zaten limanları, tersaneleri ve ulaşım şebekesi (sınırlı uzunluktaki demiryolları) yabancıların elindeki imtiyazlardı.

Osmanlı Devleti, XIX. yüzyılda ekonomik bakımından teslim olmuştu. Mondros Mütarekesi ile de ordu ve Sarayı (başkenti) ile teslim oldu.

Milli Mücadele’nin zaferle sonuçlandığının ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Osmanlı Devleti’nin yerini aldığını ilan eden Lozan Konferansı; Osmanlı borçları nedeniyle bir türlü barış antlaşmasını imzalayamıyordu. Musul-Kerkük, Hatay ve Boğazlar’dan daha önemli olarak borçların ödenmesi sorun oldu. Borçların ödenmesi Türkiye tarafından kabul edilince; Lozan Antlaşması’nın gerçekleşme olanağı doğdu.

Osmanlı boçları, 1910-1922 yıllarındaki savaşlarla hem maddi ve hem de insan olarak yokluk ve yoksunluk yaşamış insanların kurduğu genç Türkye; 1954 yılına kadar ödedi.

AKP ve iktidarları; günümüz itibariyle devleti Osmanlı Devleti’nin kaderine sürüklüyor. Cumhuriyet yönetiminin tüm kazanımlarını “özelleştirme” adı altında elden çıkardı. Özelleştirilen fabrikalar, üretim hayatından çekilerek yerini beton yığınlarına terk etti. “Sıcak para” sıcaklığıyla rehavet içine giren R. T. Errdoğan iktidarları; Osmanlı Hanedanı ve yönetimi anlayışıyla devleti ekonomik bağımlılığa sürüklüyor. Verdiği “garantiler” (zamane imtiyazlar) karşılığında yaptığı yol, hastahane ve tünel borçlanmalarıyla halkı 25-30 yıllık borç ödeme yükü altına koyuyor.

Türkiye’nin tarım ve hayvancılığı yok olduğuna, üretim ve istihdam yaratacak fabrikalar satılıp kapandığına, eğitimli yurttaşlar işsizliğinin %30’lara tırmandığına … göre; ödeme güçlüğü içine düşülmesi, duyun*u Umumiye günlerinin geri dönmesi maalesef kaçınılmaz olacaktır!