Savaşlarda ganimetin meşru olduğu dönemde Osmanlı Devleti, çok zaman işsiz güçsüz ve olumsuz nitelikli kimselerden yararlanmıştır. Bunların savaşta ganimet elde etmede istekli olmaları zaafından yararlanmıştır.

Son örnek; Osmanlı ordusunun 200 bin kayıp verdiği Balkan Savaşları sürecinde gerçekleşmiştir. Nazif Karacan’a göre Osmanlı ordusu 200 bin asker kaybetmiş. P. Loti’ye göre “din ve iman uğruna 500 bin kişi feda” edilmiştir.

Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ kendi aralarında Balkan Antant’ı imzalar. Panislavist Rusya desteğinde Balkan Islahat Planı uygulamayı amaçlar. Osmanlı Devleti, isyan ettiği gerekçesiyle 8 Ekim 1912’de Karadağ’a savaş açar.

Balkan Savaşları başlamış olur. Hasan Rıza Paşa komutasındaki 3. Ordunun savunduğu İşkodra Arnavutların eline geçer. 2. Ordu, Bulgarlar ilerlemesi karşısında Kırklareli cephesinde bozgun yaşar.

Karaağaç-Lüleburgaz ve Sakızköy-Pınarhisar yenilgileri sonrasında Bulgarlar Çatalca önlerine kadar ilerler. Hükümet, 28 Kasım 1912de ateş kes istemek zorunda kalır. İngilizlerin desteğiyle Çatalca’da bir vagon içinde 3 Aralık 1912 günü ateş kez imzalanır.

Osmanlı askeri, İttihatçı ve İtilafçı olarak bölünmüştü. Yemen’deki isyanı bastırmak amacıyla Genelkurmay Başkanı Ahmet İzzet Paşa Yemen ayaklanmasını bastırmaya gittiğinden, kendisine vekalet eden Hadi Paşa bile, ruhen çökmüştü.

Londra’da” Barış Konferansı” toplanır. Avrupa devletleri Osmanlı’yı yalnız bırakır. Balkan devletleri bir statüko dayatır. Kabul edilmeyince Konferans dağılır. Bulgarlar yeniden ilerlemeye başlar.

biilaç halde üç ay direnen Şükrü Paşa, 26 Mart 1913’de Hıdır tabyasındaki telsiz direğine beyaz bayrak çekerek –şehrin yıkımını önlemek gerekçesiyle- Edirne’yi teslim eder.

“Halaskaran Zabitan” Babıali Baskını ile yeni bir hükümetin kurulmasını sağlar. Trablus Bingazi’den sonra Edirne’nin kaybı, genç subayları harekete geçirmişti.

İkinci Londra Konferansı, Midye-Enez hattının kabulüyle anlaşmayla sonuçlanır.

Balkan devletleri, savaşta kazandıklarını paylaşma konusunda anlaşmazlığa düşer.

Osmanlı hükümeti fırsattan yararlanmaya kalkar. İkinci Balkan Savaşı başlar. 21 Temmuz 1913’de Edirne geri alınır.

Seferberlik başaramayan Osmanlı Devleti, İstanbul’daki işsiz güçsüz başıbozuklardan birlik oluşturarak gemiyle Silivri’den karaya çıkarıp cepheye sürer.

Osmanlı kuvvetleri Bulgarları Midye-Enez hattına geriletir. Teselya ve Dömeke galibiyetleriyle Atina yoluna girer.

Bu kez Balkanlılar ateşkes ister.

Balkan devletleri kendi aralarında Bükreş Osmanlı devleti ile de Atina ve İstanbul antlaşmalarını imzalar.

Ne var ki Libya, Yemen ve Balkan “gaileleri” sonucunda yorgun ve bitap düşmüş olan Osmanlı devleti; güç sarhoşu damat Enver Paşa tarafından, devletin savaş kararı olmadan Birinci dünya Savaşı’na sürüklenecekti!

………………………………………………………………

Tarihten ders almayan güç sarhoşları, tarihin tekerrür etmesine yol açmışlardır. Umulur ki eskinin tersine çağın aklı selimi; bu gibi maceraların önükesilir.

Türkiye’nin istenmeyerek de olsa sürüklendiği Oertadoğu bataklığında aklı selim ile zararsız şekilde çıkması beklenirken; İdlib sorununun değirmen taşı ağırlığıylaayağa bağ olduğu ortaya çıktı.

İdlib’den toplu şehitlerimiz yürekleri dağladı. CHP, TBMM’ni olağanüstü toplantıya davet etti. Meclis Başkanı toplantı sağlayacağına, TBMM’deki 5 partiden 4’dünün grup başkanlarıyla bir bildiri düzenleyerek geçiştirdi.

Hergün çeşitli konlarda görüş açıklayan “partili” Cumhur Başkanı, suskunluğa gömüldü. Ancak üçüncü gün (29 Şubat 2020), parti genel başkanı şapkasıyla, Dolmabahçe sarayındaki çalışma ofisinde yemekli bir toplantı düzenledi. Eski ve yeni AKP milletvekillerine, iç plitikaya dönük konuştu. Her şeyi söyledi. İdlib şehitlerine de sadece değinip geçti. “Şehitler tepesi boş kalmaz” vurgusunu yineledi. Suriye çıkmazı ile Gezi olayını bağdaştırdı.

TBMM toplantıya toplantıya çağırma yerine AKPliler toplantıya çağrıldı

Cumhurbaşkanlığın ulusal birlik ve dayanışmayı sağlama görevinin tersine, ana muhalefet liderini aşağılayan ifadelerde bulundu.

“Biz Suriye halkının daveti üzerine oradayız” dedi. Oysa Suriye Halkı; Birleşmiş Milletler ve dünya devletlerinin tanıdığı Suriye’nin meşru hükümetiyle birlikte olan halk olduğu bilinir. Ama “partili Cumhurbaşkanı” meşru Suriye hükümeti ile ordusu yerine PYD gibi Suriye’yi bölme amaçlı “başıbozukları” halk kabul etmeyi tercih ettiğini ihsas etti!

“Yeni Osmanlı” iddialı AKP hükümetlerinin Suriye macerası, Osmanlı’nın “başıbozuklar” uygulamasını çağrıştırıyor.

El Kaide türevi IŞİD ve Nusra gibi cihatçı gruplar ile Suriyeli İhvancı unsurlardan oluşan “başıbzukları.” ÖSO (özgür Suriye ordusu) adını verdiği bu gayrimeşru oluşumu, SMO (suriye milli ordusu) olarak meşru rejimi devirmekle görevlendirdi.

“Saçı sakalı birbirine karışmış, kollarında minik Suriye ve Türkiye bayrakları taşıyan ayrılıkçılar gücüyle Şam’a kadar gidecek. “Rejim”i yenecek. Emevi camiinde Cuma namazı kılacak idi. Bu yüzden Astana ve Soçi mutabakatlarına rağmen zorunlu olarak İdlib’de toplanmış bu terörist unsurlara kalkan olunuyor. Toplu (34) şehit verme pahasına Rusya ve meşru Suriye (rejim) ile savaşı göze alıyor!

Yurtseverlikle topraklarını böldürmemek ve terörist unsurlardan temizlemek haklılığındaki Suriye kuvvetlerini, “rejim güçleri” olarak aşağılanıyor. Suriye topraklarını Suriye Ordusundan temizleneceği açıklanıyor.

PKK ile mücadeleyi bırakmış, Amerikan “kara gücü” PYD’yi unutmuş. Mezhepçi bir anlayışla, komşu Suriye’nin parçalanmasına katkıda bulunuluyor!

Bu satırların yazıldığı saatlerde devletin resmi ajansı; İdlib’de 2 Suriye uçağı ile bir Türk İHA’sının düşürüldüğü haberini geçti! AB’nin Yunanistan çağrısıyla Dışişleri Bakanları’nı İdli konusunda toplantıya çağırdığı duyuruldu.

Ne oluyor? Enver Paşa’nın yaptığı mı tekrarlanıyor?

1912’de Osmanlı Harbiye Nazırı; “Balkanlar’dan imanım kadar eminim” dediği günlerde; Balkan devletleri kendi aralarında Balkan Paktı imzalamış. 3. Ordunun savunduğu “batı cephesi” ile 2. Ordunun oluşturduğu “doğu cephesi” çökmüş. İlan edilen sefeberliği bile gerçekleştiremeyen aynı Harbiye Nazırı, ancak ateşkes imzalayarak düşman ilerleyişini durdurmuştu!

Seferberlik ve gerekli lojistik destek sağlayamayan İstanbul Hükümeti, ganimet heveslisi ne kadar işsiz güçsüz, serseri avare varsa toplayıp bir “başıbozuklar” birliği oluşturmakta çare bulmuş. Bunları gemiyle götürüp Silivri’de karaya çıkararak düşmana karşı göndermişti. Ama bunun karşılığı; İstanbul’a 40 km. mesafedeki düşmandan “ataş kes” talebi olmuştu!

AKP hükümeti de başıbozuk cihatçı gruplarla iş görüyor! Suriye senaryosu düzenleyen CİA ve KGB tecrübeli aktörlerin değirmenine su taşıyor.

Irak’tan sonra Suriye’nin parçalanması; sıranın Türkiye ve İran’a gelmesine neden olacaktır.

Acaba Suriye’de Türkiye’ye kurulan tuzak ile bir gerekçe mi yaratılıyor?

Birinci Dünya Savaşı’nda silah zoruyla gerçekleştirilemeyen emperyal vaat (büyük Ermenistan ve büyük Kürdistan); yüz yıl sonra ilan edilmeyen savaş ve diplomatik oyunlarla gerçekleştirilmek mi isteniyor?

Doğu ve Güneydoğu cephesi çöktüğünde, Ege’deki batı cephe (büyük Yunanistana karşı) ayakta kalacak mıdır?

Kendi topraklarımızı koruma uğruna yükselen “şehitler tepesi” ile komşuyu bölen senaryolar uğruna verilen şehitler arasında nasıl bir ilgi kuruluyor?