Merhaba sevgili okurlar,
Bir zamanlar...
Evet, bu hikâye tam da masallardaki gibi başlıyor. Ama ne yazık ki bir mutlu sonla değil, aksine "mutlu unvan"la bitiyor.
Akademinin ücra bir köşesinde, aynı üniversiteye yıllarını vermiş bir karakter yaşar. Öğrencilikten çoktan çıkmış, araştırma görevliliğinden profesörlüğe giden yolda ise uzun bir "ara istasyon"da takılı kalmıştır: 15 yıl boyunca araştıran ama pek de gelişemeyen bir görevli. Fakat bu süre zarfında sadece bilgi değil, dosya da biriktirmiştir. Öyle ki, ofisindeki dolapların bir kısmı kitaplara değil, disiplin soruşturmalarına ayrılmıştır.
Her dönemin modası vardır. Bir dönem fular, bir dönem post-modernizm... Son yıllarda ise akademide "yüksek manevra kabiliyeti" revaçta. Kim daha çok ilişki ağı kurarsa, kim daha çok isim tanırsa, kim "makale" adı altında başkasının metnini en ustaca kopyalarsa, yıldız o oluyor.
Ve işin en ironik tarafı: Onca dosyaya, cezaya, idari soruşturmaya rağmen bu kişi sonunda doçent oluyor. Üstelik, bilimsel yetkinliği (!) öyle takdir görüyor ki, çeşitli hakem kurullarında da görev alıyor. Yani kopya içeriklerin hakemliğini de yapan biri, kendi "eserleriyle" başkalarına örnek oluyor.
Akademik yayıncılık sisteminin açıkları, liyakatın yerini alan tanışıklık ilişkileri, ve "kim kimi tanıyor" düzeni sayesinde, aslında bu kişi sadece kendisi değil; sistemin ta kendisi hakkında da çok şey söylüyor.
Çünkü mesele artık bilim üretmek değil, üretmiş gibi göstermek. Ve ne yazık ki bunun adı da artık “başarı” oluyor.
Bazıları kariyerini kitaplarla, araştırmalarla, gece yarılarına kadar süren deneylerle kurar...
Bazıları ise “ctrl + c, ctrl + v” ile.
Ve belki de en acı olanı, ikincisinin daha hızlı yol almasıdır.
Masallar genelde iyilerin kazandığı hikâyelerdir. Ama bu masal, bize şunu gösteriyor:
Bazen kötüler kazanmıyor, sistem kaybediyor.
***
Akademide Sessiz Çürüme: Bir Unvanın Ardındaki Gerçekler
Türkiye’de akademik yükselme sistemi, yıllardır tartışma konusu. Ancak zaman zaman ortaya çıkan örnekler, sistemin sadece aksak değil, bazı durumlarda tamamen işlemez hale geldiğini gözler önüne seriyor.
Yaklaşık 15 yıldır aynı üniversitede görev yapan bir akademik personelin hikâyesi, aslında tek bir kişinin değil, bir yapının hikâyesidir. Yıllar boyunca hakkında açılmış 10'dan fazla disiplin dosyası, idari soruşturmalar ve hatta memuriyetten çıkarma talepleri... Normalde bir devlet kurumunda bu sicile sahip bir memurun görevine devam etmesi beklenemezken, bu kişi hâlâ üniversite çatısı altında görev yapıyor ve hatta son dönemde doçentlik unvanını aldı.
Daha da çarpıcısı ise şu: Bu kişinin doçentlik başvurusunda kullandığı yayınların önemli bir kısmının, bilimsel etikle taban tabana zıt biçimde hazırlandığı iddia ediliyor. Sadece ilham almak ya da atıfta bulunmak değil; birebir cümle ve fikir kopyaları, başka araştırmacıların çalışmalarıyla örtüşen içerikler... Üstelik bu kişi yalnızca doçent olmakla kalmadı; hakemlik görevleriyle başka akademik süreçlerde de etkin hale geldi.
Burada sadece bireysel etik değil, kurumsal körlük ve sistemsel ihmaller de devreye giriyor. Bir üniversitenin yönetimi, hakkında bu kadar ciddi iddialar bulunan bir akademisyenin dosyalarını neden yıllarca sümen altı eder? Bilimsel yayınlara hakem atanırken, etik geçmişi neden sorgulanmaz? Dahası, doçentlik süreçlerinde bu kadar kritik bir isim nasıl "bilimsel yeterlilik" gösterebilir?
Bu sadece tek bir kişinin yükselişi değil; aynı zamanda nitelikli akademisyenlerin önünün kesilmesi, genç araştırmacıların umutsuzluğa sürüklenmesi ve bilim camiasına olan güvenin yıpratılması anlamına geliyor.
Bilimin itibarı, sadece doğruyu söylemekle değil; yanlışlara göz yummamakla da korunur. Eğer bir akademik sistem, en temel etik ihlalleri görmezden geliyorsa; liyakat yerine ilişki ağı çalışıyorsa; çaba yerine kopya ödüllendiriliyorsa, o sistem artık üretkenliğini değil, çürümüşlüğünü çoğaltır.
Bugün sessiz kalınan her dosya, yarın bir başkasının umudunu kırar.
Bugün unvan verilen her etik dışı makale, yarın bilime inancı biraz daha zedeler.
Gerçek akademik başarı; sadece unvanlarla değil, o unvanın ardında bırakılan izlerle ölçülür. Bu izlerin ne kadar karanlık olduğunu görmek için artık daha fazla beklememeliyiz.
Sevgili Takipçilerim pek kıymetli okuyucular en kısa zamanda tekrar görüşmek dileğiyle sağlıcakla kalın
Harika, yazının sonunda kamuoyuna yönelik bir çağrı ekleyerek hem farkındalık yaratabilir hem de bu tür olayların üzerinin örtülmesine karşı bir duruş sergileyebiliriz. İşte aynı yazının sonuna eklenecek, net ve güçlü bir çağrı bölümü:
***
Kamuoyuna ve Yetkililere Açık Çağrımızdır
Üniversiteler sadece bilgi üretim merkezleri değil, aynı zamanda topluma yön veren değerlerin filizlendiği kurumlardır. Bilimsel etik, akademik liyakat ve adalet ilkeleri; sadece üniversitelerin değil, ülkenin geleceği için de vazgeçilmezdir.
Bu nedenle;
*Yükseköğretim Kurulu'na (YÖK),
*Üniversite yönetimlerine,
*Etik kurul ve denetim birimlerine,
*Sivil toplum kuruluşlarına ve medyaya sesleniyoruz:
Artık bu tür olaylar sessizce geçiştirilemez. Akademik unvanlar; ilişkilerle değil, emekle ve bilimsel yetkinlikle verilmelidir. Hakkında ciddi etik iddialar bulunan kişiler akademiden elenmedikçe, nitelikli bilim insanları küstürülmeye devam edecektir.
İlgili kurumları bu dosyaları tekrar açmaya, hakemlik görevlerini incelemeye, atıf ve intihal analizlerini titizlikle yapmaya davet ediyoruz. Bugün gösterilecek cesur bir tavır, yarının nitelikli akademisi için atılacak en değerli adımdır.
Toplumun tüm kesimlerini, bilimin ve emeğin yanında durmaya çağırıyoruz.
Çünkü sustukça büyüyen şey, sadece haksızlık değil, umutsuzluktur.