XIX. yüzyıldan itibaren “imparatorluklar” yerini “ulusal” devletlere bırakmaya başladı. Sömürge imparatorlukların bıraktıkları boşluklar; yeni yetme sömürgecilik sistemi aldı.

      Kesin dönüşüm, 1. Dünya Paylaşım Savaşı ile gerçekleşti: Osmanlı, Çarlık Rusya, Avusturya, İngiltere, Fransa, İspanya vb imparatorluklar; ulusal devletler olarak reorganize oldular.

       Kuzey-Güney savaşları sonunda federe bir devlet olarak kuruluşunu tamamlayan ABD; “güneş batmayan imparatorluk” olarak bilinen İngiliz İmparatorluğunun yerini alma sürecine girdi.

       Sömürgecilik, postmodern şekil aldı.

       1929 dünya ekonomik krizi; ikinci bir dünya paylaşım savaşını zorunladı. Soncunda da sömürgeci geçmişe sahip devletler, yeni süper sömürgeci ABD liderliğinde cepheleştiler. Ve dünya, “doğu” ve “batı” bloku olarak ikiye bölündü. Soğuk Savaş sürecinde sömürüye aday devletler, sürdürülen gerilimle gönüllü olarak bloklardan birine yandaş oldular.

       Osmanlı’nın ulusal devlet olarak reorganize oluşu; Kurtuluş Savaşı ile gerçekleşti.  Türkiye Cumhuriyeti; “yurtta sulh dünyada sulh” ve “tam bağımsız” ilkelerden uzaklaşmak zorunda kaldı: Stalin’in Kars, Ardahan ve Boğazlar üzerinde hak iddiası; Türkiye’yi bu yakın komşu tehdidi karşısında ABD liderliğindeki NATO şemsiyesi altında güvence aramaya itti. 1946’daki tehdit, Türkiye’nin 1952’de NATO’ya üye olmasıyla sonuçlandı.

       Özellikle Demokrat Parti yönetici ve sözcüleri; yakın komşu SSCB için şöyle bir telkinde bulunuyorlardı: “Rus askeri girdiği yerden çıkmaz, ama Amerikan askeri girdiği yerde istenmezse çıkar gider” türü cümlelerle ABD ile işbirliğini haklı göstermeye çalıştı.

         Ama gerçek öyle miydi?

         ABD askeri, 1950’de Çin’in önünü kesmek için yardım gerekçesiyle Kore’ye gitti. Stalin tehdidi karşısında güvenlik arayan Türkiye; Demokrat Parti hükümetinin TBMM kararına bile ihtiyaç duymadan ABD’ni gözüne girmek uğruna bir tugayla savaşa katıldı. Böylece İngiltere sömürgelerinden Avusturalya ve Yeni Zellandalı askerlerin Çanakkale’ye gelmeleri anlamsızlığı durumuna düşüldüğünü hatırlamaz oldu! Bu savaşta 2018 şehit, 94 kayıp ve 455 yaralı kurban verdi. Karşılığında NATO üyeliğine kabul edildi.

        İkinci Dünya Savaşı sonunda ABD öncülüğündeki galip devletler, Almanya’yı ikiye böldü. Kore Savaşı ile de Kore’yi ikiye böldüler.

       Kore Savaşı, 1953’de sona erdi. Ama ABD’nin 23 bin askeri hala Kore’de bulunuyor.

       İkinci Dünya savaşı 1045’de sona erdi. Ama 33 bin ABD askeri hala Almanya’dadır.

       Keza Japonya’ya giden ABD askerinin 50 bini hala Japonya’da.

       ABD askeri,  Vietnam’da olduğu gibi kovulmalar dışında; gittiği yerlerden çıktığı görülmedi.

       Son örnek Irak’tır. Saddam zulmünden kurtarmak ve demokrasiye kavuşturmak aldatmacası ile girdiği Irak’ı kan ve gözyaşlarına boğarak üç parçaya böldü; onlarca üs kurarak yerleşti. Ortadoğu sınırlarını yeniden dizayn etme stratejisi güdüyor!

        “Arap Baharı” ile BOP’u gerçekleştirme harekatını başlattı. Irak’tan sonra Libya ve Suriye’yi parçaladı. Ama Irak parlamentosu, davet etiği İran Generali Kasım Süleymani’nin katli nedeniyle “Amerikan askerleri derhal Irak’ı terk etsin” dedi. Fakat ABD Başkanı Trump; “pahalıya mal olan üslerimizin bedelini almadan Irak’tan ayrılmayız” açıklamasıyla Irak’ta kalıcı olduklarını ilan etti!

      Amerika, NATO üyesi Türkiye’yi yıllarca Kominizm karşısındaki ileri karakol olarak kullandı. Demirperde’nin yıkılmasından itibaren de BOP’u gerçekleştirme politikasının baş aktörü (eşbaşkanı) olarak kullanıyor!

       Bunu daha iyi görmek için yakın geçmişi anımsamak gerek:

        3 Kasım 2002 tarihinde bir buçuk yaşındaki AKPadalet ve Kalkınma Partisi seçim kazandı. Genel Başkanı Recep T. Erdoğan, siyasi yasaklıydı. Abdullah Gül Başbakan oldu. Ahmet Necdet Sezer de Cumhurbaşkanı idi.

       R.T. Erdoğan, milletvekil bile değildi. Ama Amerika’da ağırlandı. Amerikan gazeteleri; “eskiden Washington’da konuşacak adam bile bulamayan Tayyip Erdoğan, şimdi film yıldızları gibi limuzinlerle karşılandı” diye haber yaptı.

       Akabinde Başbakan A. Gül; “Türkiye’nin çıkarlarını düşünmek zorundayız. Bugünden itibaren stratejik ortağımızın yanındayız” açıklamasını patlattı.

       Türkiye’nin “yandaş” basını, Irak aleyhine Amerikan gazetelerinde çıkan ve Ortadoğu’ya müdahaleyi özendiren haberleri tercüme ederek yansıtma yarışına girdi:

        “Saddam çok kötü ve zalim bir adamdır.”

        “Irak’ta biyolojik silahlar var.”

        “Irak kimyasal silah kullanıyor.”

        “Saddam’da dünyaya yetecek kadar botoks var.”

        “Türkiye’ye awacs uçaklar hibe edilecek” gibi haberler gündem oluşturmaya başlandı.

        Siyasi yasağı kalkan ve lokal bir seçimle TBMM’e girerek Başbakan olan Recep T. Erdoğan; “biz Suudi Arabistan ve Katar ile BOP eşbaşkanıyız” beyanıyla övünmeye başladı.

        Bu sırada ABD; Mersin ile İskenderun limanlarına asker ve helikopter yığıyordu. Batman ve Mardin’de Amerikan askerleri kaynar oldu.

        Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre Amerika, Kuzey Irak’ta cephe açmak için Türkiye topraklarını kullanmak için bir anlaşma yapmıştı. Buna göre Amerika, Türkiye’de 12 havaalanını kullanacak; 60 bin asker bulunduracak, bunun 23 binini Irak’a nakledecek idi.

        Yaratılan emrivakinin yasal hale getirilmesi için AKP Hükümeti, TBMM’e bir tezkere sundu. Başta Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer olmak üzere CHP ile MHP’li ve kimi AKP’li yurtseverlerin oylarıyla “1 Mart Tezkeresi” ret edildi. ,

         Recep T. Erdoğan ve Abdullah Gül;  emperyal büyük patrona karşı mahcup düştüler.

         ABD Büyükelçisi Pearson; “Türk Hükümeti Kuzey cephesi için bize garanti vermişti” açıklamasıyla beklenti ve kızgınlıklarını ifade etti.

         Bütün bunlardan ibret alınmamış olmalı ki; Suriye’nin başındaki “kardeş Esad” bir anda “düşman Esed” olarak ilan edildi. Suriye’nin muhalif unsurları, ÖSO adı altında eğitilip donatıldı. Barzani peşmergeleri, bir Cumhuriyet Bayramı günü Türkiye topraklarından taşınarak PYD’ye katılmaları sağlandı.

        İhvan’ı iktidar ortağı yapmayan Suriye yönetimine diz çöktürmek için “Emevi Camiinde Cuma namazı” hedefi açıklandı. Esad’ı Saddam gibi göstermek için Suriyelilerin Türkiye’ye akmasının önünü açıldı; ekonomi çökertildi.

        Şimdi ise; Akdeniz’de  ay bacayı geçtikten sonra uyanmanın telaşı ile Libya’daki İhvan’ı kurtarma hamleleri yapılıyor. Talihsiz hamleyi haklı göstermek için; Mustafa Kemal’in İtalya işgaline karşı Osmanlı toprağı olan Trablus-Bingazi’yi savunması emsal gösteriliyor; tarih cehaleti sergileniyor!

        “Yurtta ve dünyada barış” ve “tam bağımsız” ilkeyle mazlum toplumların idolü olan Türkiye, savruluyor.  Nedeni ise dış politika zafiyetidir.

       “Kanal İstanbul” gibi rant projeleriyle dış politika ve ekonomik yangın örtbas edilebilir mi?