“Din ayrı, şeriat ayrıdır!”

Ebu Hanife’nin çok tartışma yaratan ve kendisine yönelik haksız saldırılara zemin hazırlayan en dikkat çekici kimi görüşleri şunlardır:

Müslüman ama adil olmayan, öbür deyişle zalim bir sultana karşı müminlerin tavrı ne olmalıdır? Sünni bilginler, sultan zalim bile olsa itaat gerekir, zira Ulu’l-Emr’e itaat vaciptir, şeklinde görüş açıklarken Ebu Hanife buna şiddetle karşı çıkmış ve zalim sultana isyan edip ayaklanmak, başkaldırmak vaciptir, demiştir. Zira zulme rıza da zulümdür. Ancak öbür ulema fitne çıkmaması, kargaşa oluşmaması için sultan zalim de olsa itaatin gerekliliğini savunmuş, otoriteye boyun eğmeyi İslamî bir tavır olarak görmüştür. İsyanı asla caiz görmemişlerdir.

Ebu Hanife bu görüşüyle yaşadığı dönemin sultanları ve egemenlerinin hışmına uğramıştır. Ancak o yine de görüşünden dönmemiş, hatta Hazreti Ali soyundan İmam Zeyd’in ayaklanmasına destek vermiştir.

Ebu Hanife, dinden dönenlerin, öbür deyişle mürtedlerin öldürülüp öldürülmeyeceği konusunda da farklı düşünmüştür. Ona göre dinden dönen kimse dinden döndüğü için öldürülemez. Ancak Müslümanlara karşı savaşmaya karar verdiyse bir savunma önlemi olarak idam edilebilir. Bu nedenle o, dinden dönen kimse eğer kadınsa hiçbir biçimde idamla cezalandırılamayacağını çünkü kadının savaşçı olmadığını belirtmiştir. Ancak Ebu Hanife dışındaki ulemanın çoğu dinden dönenin öldürülmesi gerektiğini savunmuştur. Bu görüş egemen görüş olarak kabul edilmiştir.

Ebu Hanife’nin çok dikkat çekici görüşlerinden biri de, alkollü içecekler konusundadır. Ebu Hanife, şarap dışındaki alkollü içeceklerin / nebizlerin sarhoş olmayacak düzeyde içilmesinin haram olmadığını savunmuştur. Ona göre Kur’anî bir hüküm olduğundan ötürü şarap içmek haramdır. Ancak nebiz içmek ise sarhoş etmediği sürece haram değildir.

Ebu Hanife’nin o dönemdeki bağnaz kesimce tepki çeken bir başka görüşü ise şöyledir:

Kur’an’ın çevirisi de Kur’an’dır. Niye ki, Şairler Bölümü 196. Söz / Şuara Suresi 196. Ayet, Kur’an’ın önceki kitaplarda da olduğunu belirtiyor. Oysa önceki kitaplar Arap dilinde değildi. Kur’an’ın Kur’an kabul edilebilmesi için illa ki Arap dilinde olmasının koşul olmadığı bu ayetten anlaşılmaktadır. Ebu Hanife dışındaki öbür bilginlerin çoğu Kur’an’ın çevirisinin Kur’an yerine geçmeyeceğini ısrarla savunmuşlardır. Bu görüş halen egemen görüştür. Bu tartışmanın vardığı yer çok önemlidir. O yer anadilde ibadet konusudur.

Ebu Hanife anadilde ibadetin kararlı ve ısrarlı savunucusudur. Ona göre namaz kılarken Kur’an okuma koşulu Kur’an’ın çevirisinin okunmasıyla da yerine gelmiş olur. Bu nedenle Fars dilinde namaz kılınabilir. Fars dilinde kılınabilir demek asında tüm dillerde kılınabilir demektir. Ebu Hanife, kişi Arapça okumayı bilsin ya da bilmesin Kur’an’ın, anadilindeki çevirisiyle namaz kılabilir, demektedir.

Ebu Hanife anadilde ezan konusunda da aynı görüştedir. Ezan olduğu anlaşılması koşuluyla ezanın her dilde okunabileceğini savunan Ebu Hanife bu görüşleriyle şimşekleri üzerine çekmiştir. Ancak o hiçbir zaman görüşlerinden dönmüş değildir. Onun bu konudaki görüşlerinden döndüğü biçimindeki savlar gerçeği yansıtmamaktadır. Biz konudaki daha ayrıntılı bilgileri Türkçe İbadet adlı kitabımızda ortaya koyduk. Dileyen o kitabımıza başvurabilir.

Ebu Hanife’nin bir başka dikkat çekici görüşü de şudur:

Din ayrı, şeriat ayrı! Evet, büyük imam böyle diyor.

“El- Âlim ve’l- Müteallim” adlı yapıtında konuya ilişkin şöyle bir açıklama yapıyor:

“Bilmez misin ki Tanrı elçileri ayrı ayrı dinler üzerinde değillerdir. Onların hiçbiri, seslendiği topluma, kendinden önceki peygamberin dinini terk etmeyi emretmemiştir. Çünkü onların tümünün dini tek bir dindi. Oysaki onların her biri, kendisinin tebliğ ettiği şeriata çağırmış, kendisinden önceki peygamberin şeriatına uymayı yasaklamıştır. Çünkü onların temsil ettikleri şeriatlar pek çoktur ve farklıdır. İşte bunun içindir ki, Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:

‘Sizden her biri için bir yol / şeriat ve bir yöntem belirledik. Allah dileseydi sizi elbette tek bir ümmet yapardı. Ama size vermiş olduklarıyla sizi sınava çeksin diye öyle yapmamıştır.’ (Sofra Bölümü 48. Söz / Maide Suresi 48. Ayet)

Allah böylece, tüm peygamberlere, temeli tevhid olan dini ayakta tutmalarını, ayrılığa düşmemelerini öğütlemiştir. Çünkü onların dinlerini tek din yapmıştır:

‘Allah’ın dininde değişme yoktur. Din ne değiştirilir ne başka şekle sokulur. Ama şeriatlar değiştirilir, başka şekle sokulur. Çünkü öyle şeyler vardır ki, Allah onu bir halk için helal kıldığı halde başka bir halk için haram kılmıştır. Öyle şeyler vardır ki, Allah onu şu topluluk için emrettiği halde bir başka topluluk için yasaklar. Kısacası, şeriatlar hem çoktur hem de değişiktir.” (Aktaran; Yaşar Nuri Öztürk, age, s.348-349)

Ebu Hanife’nin daha başka pek çok konuda öbür din bilginlerinden ayrıldığı görüşleri vardır. Ancak en öne çıkan ve ünlü görüşleri yukarıda sunduklarımızdır. Bununla birlikte belirtelim ki Ebu Hanife fıkıhta kendi ortaya koyduğu bir yöntemle yeni bir çığır açmıştır. Sonrasında onun yöntemi farklı adlar atında başkalarınca da uygulanmıştır. Söz konusu yönteme fıkıh usulünde “istihsan” denilmektedir.

Ebu Hanife ile ilintilendirilen / ona nispet edilen ünlü sözler de vardır: Onlardan birkaç örnek verelim:

“Sultanın sofrasına oturan âlimin fetvasına itibar edilmez.”

“Beni gasp edilmemiş topraklara gömün.”

“Hakkı söyleme konusunda sultan dâhil hiç kimseden korkma!”

“Bütün zulüm saltanatları, bütün yalan ve talan siyasetleri, ‘Boyun eğmeyin!’ buyruğunun göz ardı edilmesi sonucu başarılı olmuştur.”

Sürecek…