Bu günlerde 19 Temmuz -16 Ağustos tarihleri arasında milyonlarca alevi-kızılbaş inancına sahip insanımız sesiz sedasız, gösterişsiz, reklamsız, abartıdan uzak bir oruç tutuyor. Davul yok, bağıran çağıran yok, çadır yok, beş yıldızlı otellerde tantanalı iftar şovları yok, belediye reklamı, siyaset hoyratlığı, istismar, iftar telaşı yok. “Sen benim yanımda su içtin, yemek yedin” ithamı, görgüsüzlüğü, zorbalığı yok. “Benim inancıma sayğı göster” buyurganlığı yok. Lokantaları, çay ocaklarını kapattırma baskısı yok.

Oruç tutmayanlara, diğer inanç guruplarına  sözlü, sopalı, bıçaklı fiili bir saldırganlığa uğrama tedirğinliği yok.

Hatta oruç tutulduğunun bir belirtisi bile yok…

KAFA KESME AKLA ÖNCE KERBELA’YI GETİRİR
Muharrem ayı, bütün Aleviler için yas ayıdır.                                                             

Aleviler, Muharrem ayında kimi yerlerde 10, kimi yerlerde de 12 gün oruç tutarlar.             

680 yılında Kerbela’da Yezit orduları tarafından  önce susuz bırakılıp daha sonra da başları  kesilerek  katledilen İmam Hüseyin ve 73 yoldaşı için tutulan oruç aslında bir yas ibadetidir. Aleviler, Muharrem ayında Hüseyin’in Kerbela’daki direncini anarken, Yezit’in Hüseyin’e ve ailesine yaptığı vahşeti lanetlerler ve İmam Hüseyin şahsında bütün mazlumlar anılır. Ortalama genel ritüal  böyle. Bu ritüelin bir kısmını Anadolu Alevilerinden farklı olarak Şiiler, Türkiye, İran, Irak, Afganistan, Azarbeycan’da da Muarrem’in 10’uncu gününe kadar yas tutarlar, etkinlikler yaparlar.

Konuyla ilgili başka ve yaygın alevi görüşleri de var.  Aleviliğin islam dışında bir inanç, yaşam tarzı ve kimlik olduğunu düşünen ve giderek sayıları artan bir Alevi-Kızılbaş kesimi var. Onlarda  Kerbela kıyımını inkar etmiyorlar.  Ama farklı yorumluyorlar.

Dikkate değer nesnel ve gerçekçi olgulara dayandırdıkları bu görüş özetle şöyle;

Kerbela'' sözü Alevi toplumunda “Yas” olgusunu çağrıştırır ve bu duyguya, “Yas-ı Matem” denilir. İki kelimeden oluşan bu kavram eş anlamdadır; “Matemin Yası” demektir, yani “Matem” geçmişte yaşanmış acı bir olayın hüzünlü duygularını normal yaşamda tekrar anımsamaktır burdaki niyet. “Yas” zaten aynı anlamdaki Matem’in Yası’nı tutmak demektir. Eş anlamda ki “Yas-ı Matem kültü, Aleviliğe Kerbela ile girmiş değil, Matem kültü 12-15 bin yıllık kadim bir Alevi geleneğidir. Aleviler açısından Aleviliği Kerbela ile ilişki içinde gören Alevi anlayışı, kılıcı kanlı Osmanlı zulmüne karşı yaşamsal refleks dürtüsüyle oluşmuş, can korkusuyla yapılan takiyye, zaman içinde Alevilerin inançsal kültürü haline gelmiştir. Özetle, Aleviler dünün ve bugunün tüm acı olaylarının yasını birlikte tutuyor. Kerbela kıyımı onlara derin acı veriyor. Bunun yanında Madımak, Maraş, Çorum, Suruç, Ankara ve diğer katliama uğrayan insanlarımızın acısını da yüreklerinde hissediyorlar.

ORUÇ İNSANLIĞIN ORTAK RİTÜELİ
Oruç dini, sağlık ve politik (açlık grevleri) gibi nedenler gözetilerek yapılan bir ibadet, aktivite ya da eylemdir. Oruç islamın beş şartından birisi ama yalnız islama özgü değildir. Museviler, Hristiyanlar, Hinduzm, Brahmanizm, Budizm, Janizm, Maniheizm, eski Yunan dinlerinde tutulduğu bilinir. 

Özetle oruç ayrı dinler, kavimler arasında kimi farklılıkları göstersede insanlığın ortak bir ritüelidir. Alevilerin Muharrem Orucu'nun diğerlerinden farklılıkları var, özgün bir oruç tutma biçimi diyebiliriz. Alevi inancında matem “yaslı olma” durumu olarak algılandığı için oruç süresince eğlence yapılmaz, yaşam biçimine dikkat edilir. Her türlü eğlence, düğün, nişan yada keyif verici davranışlardan mümkün oldukça uzak durulur ve sakınılır.

Alkol ve benzeri keyif verici maddelerden kaçınılır...

Et ve etli yiyeceklerin tüketileceği ortam ve davranıştan uzak durulur..

Aşırı ve gereksiz süslenmelerden, gösteriş ve her türlü lüksten kaçınılır.                      

Su içilmez (Ancak hoşaf, ayran vb. sulu gıdalar alınabilir ama bardakla, tasla kafaya dikilerek içilmez, kaşık kullanılarak içilir.)

Tıraş olunmaz, sigara, içki içilmez, hayvan kesilmez, et yenilmez, böcek öldürülmez, cem yapılmaz. Aleviler Muharrem Orucu'nda sahura kalkmazlar fakat oruç açmak için güneşin batmasını dikkate alırlar. Orucun tamamlandığı 12’nci günün sonunda ise kurbanlar kesilir, lokma dağıtılır. 10’ncu günden sonra aşure pişirilir. 

AŞURE ÇOK ŞEYİ İFADE EDER
Aşurenin simgesel bir önemi var. Buğday, nohut, fasulye, üzüm, incir, kayısı, ceviz, nar, fındık, fıstık ve daha pek çok şey; yan yana gelip, bir kazana konulup kaynatılır. Sonuçta ortaya enfes bir lezzet çıkar. Birlikte kaynayan her şey kendi özelliğini, tadını koruyarak, çok güzel bir lezzet oluşturur. Kaşığı her daldırdığınızda ne yediğimizi, dilimize neyin değdiğini biliriz. Hiç biri malzeme yok olup kaybolmadan, kendisini koruyarak bütünün içinde var olur. Damak zevkimizi zenginleştirir.

Buğdayın, nohudun, üzümün, incirin yapabildiğini insan maalesef henüz yapamıyor. Özetle, kimseyi ötekileştirmeden, farklılıklarımızı zenginlik olarak kabul ederek, eğilmeden, kırıp-dökmeden, kan akıtmadan, diz çökmeden, kendi özgül ağırlıklarımızı koruyarak, kollayarak yaşamak insanlığın gündeminde olmaya devam ediyor. Aşure, aynı zamanda birlikteliktir, kardeşliktir, dayanışmadır, paylaşımın sembolüdür...

ALEVİLERİN, ZAMANE YEZİTLERDEN ÖĞRENECEĞİ BİR ŞEY YOK

Türkiye coğrafyasında 25 milyona yakın alevi-kızılbaş inancına sahip                           

Türk- Kürt insan yaşıyor. Onlar Anadolu coğrafyasıyla özdeşleşmiş kadim  bir toplum.

Aleviler genel olarak demokrasiye, çoğulculuğa, çağdaş ve insani değerlere bağlı bir hayat tarzını benimsiyorlar. Yobazlığın, aydınlanma düşmanlarının, cihadistlerin önünde dim dik duran aleviler günümüzde mutlu değiller. Çünki bu güne kadar baskı gördüler, kıyıma, katliama uğradılar. Hep kendilerini gizlemek zorunda kaldılar.

İnançlarını özgürce ifade etmeleri engellendi ve çokça da  istismar edildiler.  Günümüzde de bu politikalar farklı biçimlerde sürüyor. Türkiye’de geçmiştekinden farklılıklar taşısada, fiilen kimi şeyler aşılsada  inançları  hala resmi olarak tanınmıyor.  Durumlarındaki belirsizlik sürüyor. Ceberut devlet alevileri baskı altında tutuyor, en küçük hak arama  girişimine devlet terörüyle cevap veriyor. Bunun yanında alevilerin bir kesimini devşirdiği, imtiyaz verdiği kimi adamlar, vakıflar eliyle sünni, selefi, vahabileştirmek için yoğun çaba sarfediyor.

AKP rejimi alevileri sevmiyor. “Cemevini ibadethane olarak kabul  edemeyiz. Çünkü biz Aleviliği İslam dairesi içerisinde kabul ediyoruz. İslam'ın mabedi de  mescittir, camidir. Dolayısıyla burada taviz vermemiz söz   konusu olamaz.” diyen, cemevlerini “cumbuş evi” diye gören bir   Cumhurbaşkanı var Türkiye’de.  Halkın gözüne bakarak alevi katili Yavuz Sultan’ın adını köprüye koyan bir zihniyet var iktidarda. AKP zihniyeti  alevileri kurnaz, ‘çalıştaylarla’, “paketlerle”  çeşitli  taktiklerle   oyalıyor. Alevilerden biat ve rejimin alevisi olmalarını istiyor. Alevilerin eşit yurttaşlık hakı talebini çeşitli manevralarla geçiştiriyor.

İnançlarından dolayı yüzyıllarca  çile çekmiş, derin acılar yaşamış Anadolu topraklarının  kadim yerlisi  Aleviler’de artık sözü başka icraatı başka adamların, partilerin peşinden gitmeyi ‘kendi celadına aşık olma’ halini bir an önce bırakmak zorunda.

Aleviler, dün Türkiye Cumhuriyetinin temeline harç taşıdılar, bu toprakların özgürleşmesi, çağdaşlaşması için hep önde oldular. 

Çağdaş, ilerici, sol hareketlerin kadroları arasında Alevilerin hep ciddi bir ağırlığı oldu. 

En zor koşullarda  dinsel gericiliğe, yobazlığa karşı bir anlamda ülkenin sigortası oldular. Bugün de durum farklı değil.

Aleviler, Sünni ve diğer inaç gurubuna mesup kardeşleriyle birlikte  her türlü şövenizimden, ırkçılıktan uzak,  çağdaş, demokratik, ilerici değerler için, herkesin kendini özgürce ifade ettiği gerçekten laik ve demokratik bir Türkiye için, daha çok sorumluluk almak zorundadır.

Muharrem ayı orucunun hayrı, barışa, demokrasiye, adalete ve insanlığa iyi ve güzel şeylere hizmet etsin…