Kimine göre lanetli, kimine göre de yıllardır dillendirilen komplo teorilerinin gerçeğe döndüğü ve “dedim dedim dinlemediniz, bak ne oldu şimdi” diye övündüğü bir yıldı… Ne yanından bakarsanız bakın, bitmek bilmeyen bir yıl oldu 2020.

Kaybettiğimiz insanlarımız, değerlerimiz, işimiz aşımız, mevzilerimiz; geriye 2020’nin hesabını yapmak kaldı.

Şöyle bir baktığımda aklımda kalanlar…

2020’yi 24 Ocak’ta Elazığ’da yaşanan 6.8 büyüklüğündeki depremle açtık. 41 yurttaşımızı enkaz altında bıraktık, binin üstünde yurttaşımız da yaralandı. Bir kez daha güçlü bir AKUT’u aradı gözlerimiz. Sadece arama kurtarmadaki göz göre göre yapılan hatalar değil. Ortada kalan depremzedeler, yardım malzemelerinin parayla satıldığı haberleri, iktidarın verdiği sözleri tutmadığını anlatan haykırışlar; halen akıllarda. Ve dahası, birinci yılı dolmak üzere ama Elazığ yaralarını sarmış değil… Keza İzmir’de de depremzedeler aynı durumda.

Elazığ’ı Van’daki çığ faciası takip etti. İki çığ yaşanmıştı, hatırlarsanız. İlk çığın altında kalanları kurtarmaya giden arama kurtarma ekipleri de çığ altında kaldı. Burada da 42 yurttaşımızı kaybettik. Aklımda kalan, sese en hassas olan bölge olan çığ bölgesinde iş makinesi çalıştırılması ve gürültü yapılması. İnsan hayatı bu kadar ucuzdu ve dolayısıyla 42 can birer rakam oluverdi.

Yine Şubat’ın son günleriydi. Suriye’nin İdlib kentinde görevli Türk askerlerine yapılan saldırıyla sarsıldık. Hava saldırısında 34 askerimizi toprağa verdik, bir o kadar asker de yaralanmıştı. Sonra ortaya çıktı ki, Rusya tarafı defalarca uyarı yapmış, bölgedeki cihatçı çetelerin vurulacağını Türk tarafına iletmiş… Hamasi nutuklar, ‘Eyyy Rusya’ diye öykünmeler, bu olayın vicdan muhasebesini yapmanızı engeller mi bilmem. Belli ki birçok kişinin vicdanında kapanmış. Yoksa olayın hemen ardından Erdoğan ve ekibi, Rusya’ya gidip Putin’in kapısında bekletildiğinde, hatta bunun görüntüleri de ajanslar tarafından paylaşıldığında halkın bir öfke patlaması yaşaması gerekirdi. O da yaşanmadı.

Belirlenebildiği kadarıyla 2020 yılı, 397 kadının katledilmesiyle sonuçlandı. Kimi sosyal medya kullanıyor diye babası tarafından, kimi ayrılmak istediği erkek tarafından. Kimi Pınar Gültekin gibi öğrenci, kimi Fatma Şengül gibi yalnız başına bir anne ve bir emekçi. Aklımda daha birçoğunun ismi, yüzü var. Ama aklımda bir şey daha var. Kadınların yaşamından sorumlu olan iktidarın Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’un “Her kadın cinayeti bizim kadına yönelik şiddetteki kadın cinayeti değildir. Her intihar kadın cinayeti değildir. Her şüpheli ölüm de kadın cinayeti değildir” şeklindeki ifadeleri. Ya da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun önceki yılın toplam kadın cinayetiyle bu yılın ilk üç çeyreğindeki kadın cinayeti sayısını karşılaştırıp “kadın cinayetlerini düşürdük” diye övünmesi. Şiddet eylemlerinin, cinayetlerin bitmeyeceğinin garantisi gibi iki açıklama. Ya da bir başka açıdan bakacak olursak; “ben kadın cinayetlerine karşı mücadele etmeyeceğim” diye bağıran iki açıklama. Hesabı sorulmamış, kavga edilmemiş iki açıklama, tek kafa…

Sonra çocuk istismarları, yurtlarda istimara ve şiddete uğrayan çocuklar. Çocuk istismarından tutuklanan tarikat lideri Fatih Nurullah’a karşı iktidarın sadece “her tarikat böyle olacak değil, iyi tarikat var kötü tarikatlar var” diye savunmaya geçmesi. Diyanet’in bir ‘münferit vaka’nın tüm tarikatlara mal edilmemesini isteyen açıklaması. Hesabı kapatılmamışların başında gelir.

Sonra işyerinde öldürülen yüzlerce işçi. Uzuv kaybı yaşayan, sağlığından olan binlercesi de cabası. İşlerinden edilen, iş bulamadığı, evine ekmek götüremediği için intihar edenler… Hiçbirinin hesabı kapatılmadı.

Sonra hayvanlara karış işlenen suçlar, katliamlar, eziyetler. Sonra doğa katliamları ve katliamlara direnen bir avuç yürekli insan. Hesap bitmedi, kavga da zaten sürüyor.

Sonra doyurulan yandaşlar… Muhalefet ‘Beşli çete’ diye isimlendirdi içlerinden beşini, hepsi bu. Rant, ihale, teşvik, vergi sıfırlaması aynen devam ediyor. Değişen de bir şey yok, hesabını sorabilen de.

Covdi-19 salgınına gelecek olursak… Günlerce yazılır, ansiklopediler kadar yer de kaplar muhtemelen ama o kadarına yerimiz yok. Bir flaş geçecek olursak…

Ülkenin eğitimli, savaşçı kahramanlarını, sağlıkçıları kaybettik. Yüzlerce hekim koronavirüse kurban verildi. Kurban verildi, çünkü dünyanın birçok ülkesinde alınan önlemler ve kapanmalar ‘ekonomik’ gerekçelerle alınmadı. Bir ülke düşünün, Covid-19 salgınında ucuz ev kredisi versin, işlerini kaybeden emekçileri ev kirasını bile karşılamayan bin liraya mahkum etsin, hatta bir de IBAN atıp halktan para toplasın…

Milyonlarca emekçi işlerine devam etmek zorundaydı, ettirildi de. Tıklım tıklım ulaşım araçlarıyla gittikleri işlerinde dip dibe çalışmaya devam ettiler. Buna karşılık iktidarın temsilcileri her fırsatta çıkıp utanmadan “koronavirüse karşı elimizde büyük bir silah var; yakalanmamak” diyebildi. Hesap soramadık. Bu sürede emekçilere dağıtılıp “evlerinizde kalın ki şu salgından kurtulalım” denilmeyen paralar, yandaşların vergi borcunun sıfırlanmasında, Somali ve Pakistan gibi ülkelere verilen hibelerde, başta Saray ve Diyanet olmak üzere itibar bütçelerinde kullanıldı. O bolluktan bir tek emekçilere pay düşmedi. Hesap kapandı, kavga büyüyor ve sürüyor.

Şimdiyse yılbaşı kutlamanız, daha doğrusu yılbaşını bahane edip bir kutla yapmanız yasak. Erdoğan’ın dediği gibi “istihbarat”ın takibinde olacaksınız ve yasağa uymazsanız eviniz basılacak. Talimat verildi bir kere! Bunun yasal olmadığını, böyle bir hakları olamayacağını kendilerine ileten yok. Yıl kapanırken, son gün bile zaten kapanmamış hesaba yeni yeni maddeler ekleniyor. Hesap kabarıyor ve biz hesabı kapatmadan yeni bir yıla giriyoruz.

Çünkü örgütsüzüz. İktidarın gözünde bırakın hesap sormayı, soru sormaya bile yetkimiz yok. Bu ne hadsizlik, değil mi!

İnsanlara çip takacaklarmış, aşılar insanları robot yapacakmış, bu büyük güçlerin oyunuymuş… Bunlar ve bunlar gibi komplo teorilerinin hiçbiri insanın örgütsüz, dolayısıyla da çıkışsız ve umutsuz olması kadar korkunç değil. Zaten hesap soramadığınız noktada, size isteyen isteyen şeyi yapar. Bırakın çipi…

Neyse ki… Bir umut var, 2021’e 2020’ye olduğundan daha güçlü giren. İşçi sınıfı, 2021’i sayısız direniş ve grevle karşılıyor. Patrondan, patrondan yana saf tutan iktidardan hesap soran işçiler, fabrika önlerinde yaktıkları direniş ateşleriyle emek düşmanı iktidarın da hesap sorulabilir olduğunu Türkiye’ye gösteriyor.

Umutsuzsanız, çıkış bulamıyorsanız açıp onların fabrika önlerinden paylaştıkları videoları izleyin. Fotoğraflarına, fotoğraflardaki o umutlu gözlere uzun uzun bakın. Mümkünse, yakınlarınızdaki bir işçi direnişini ziyaret edin. Boyun eğmek zorunda olmadığınızı fark edersiniz.

Kendime böyle bir döküm çıkardım, alacak hesaplamak da önemli. Sorduğunda eksik olmasın diye... İnsanca yaşayabileceğimiz, hesap sorabileceğimiz, boyun eğme virüsünü aklımızdan atabileceğimiz güzel yıllara.