Çarşı ve mahalle bekçilerine polis yetkilerin verildiği kanun teklifi TBMM İçişleri Komisyonunda kabul edildi, birkaç güne kadar da meclisten geçecek. Toplum hafızasında pozitif yer edinmiş o eski ‘bekçi baba’ figürüne artık sadece eski Türk filmlerinde rastlayabileceğiz. Hem polis hem jandarma bölgesinde görevlendirilen, kahverengi üniformalı yeni bir kolluk gücümüz var artık.

Yerel kolluk olan bekçiler istediği zaman sizi durdurabilecek, kimliğinizi sorabilecek, araçlarınızı ve üzerinizi arayabilecekler artık. Ayrıca anayasal hak olan toplantı ve yürüyüşleri ‘kamu düzeni’ adına önleyebilecekler, aynen polisler gibi silah ve zor kullanabilecekler. “Yasa bekçilere bu yetkileri sınırsız şekilde değil, özel koşullarda veriyor” diyenler olacaktır. Durum maalesef öyle değil, Türkiye’de yaşıyoruz ve olumsuzlukları öngörmek için her zaman çok fazla nedenimiz oluyor, açıklayalım.

KOLLUK SINIRLI YETKİLERİNİ AŞMADA HER ZAMAN ISRARLI OLMUŞTUR
Kolluk kuvvetlerinin çoğunlukla olmayan yetkilerini varmış gibi kullanmaları ülkemizde oldukça yaygın bir uygulamadır. Kamu düzenini korumak adına yasalarımızda yer verilen istisnai ve koşullu yetkilerin süreklilik arz edecek şekilde kullanılmasına toplumumuz alışık.

Hatırlayınız, yetkileri olmadığı halde bekçilerin insanları durdurup kimlik sormaları ile ilgili kısa süre önce mahkemelere davalar açılmıştı. İç İşleri Bakanlığı kamuoyundaki bu tartışma üzerine yaptığı açıklamada, bekçilerin bu yetkilerinin bulunduğunu beyan etmişti. Demek ki bakanlık doğruyu söylememiş, bekçilerin bu yetkileri yokmuş ki bunun için kanun çıkarma gereği duydular.

Polislerin durdurma ve kimlik sorma yetkileri (2559 Sayılı) Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu 4/A maddesinde düzenlenmiş ve buna göre yetkileri aslında koşullu ve oldukça sınırlı. Bu yetkiyi kullanılabilmeleri için objektif makul bir sebebin bulunması gerekiyor. Ayrıca “süreklilik arz edecek, fiilî durum ve keyfilik oluşturacak şekilde durdurma işlemi” yapamazlar.

 Ancak tüm şehir ve ilçelerin giriş ve çıkışlarında oluşturulan sabit güvenlik noktalarında, kanunda önlenmeye çalışılan “süreklilik arz eden fiilî durum” oluşturulmuş durumda. Bu noktalarda çok şeritli yollar kalıcı bariyerlerle tek şeride indiriliyor ve buralarda kolluk görevlileri 24 saat esasına göre görev yapıyorlar.

Bu konunun işlendiği DW haber yazısında ve haber programında ben de görüşlerimi dile getirmiştim, okumanızı ve izlemenizi öneririm. Yaşadıklarımız yaşayacaklarımızın göstergesi olacaksa, bekçilik kurumunun da iktidarın despotik uygulamalarının bir aracı olarak kullanılacağını öngörmek zor olmayacaktır.

BEKÇİLİK KURUMUNA NEDEN İHTİYAÇ DUYULDU?
Ülkede zaten polis ve jandarma teşkilatları varken daha az eğitimli gençlerden oluşan üçüncü bir silahlı kolluk kuvvetine neden ihtiyaç duyuldu acaba? Polis ve Jandarma yetersizse yeterli hale getirilemiyor mu? Bu soruların yanıtı, önünü göremeyen iktidarın gitgide daha da güvenlikçi yönetim politikaları çerçevesinde, yerel unsurlardan oluşturulan silahlı bir teşkilata ihtiyaç duyar hale gelmesinden olabilir mi?

Bugün Emniyet Teşkilatında 21.305 Çarşı ve Mahalle Bekçisi görev yapıyor. Bunların yarıdan fazlası son iki yılda alındı ve onar binlik partiler halinde alımlar devam edecek. Şu anda uygulanan 02.03.2018 tarihli Çarşı Ve Mahalle Bekçiliğine Giriş Sınavı Yönetmeliği’ne göre ilkokul mezunu olmak yeterli, ancak şimdilik lise mezunları tercih ediliyor. Eğitimleri illerde bulunan Polis Meslek Yüksek Okullarında 5 hafta süreli veriliyor. Rotasyonları ve tayinleri yok. Doğup büyüdükleri şehirlerinde, ilçelerinde, kasabalarında ve köylerinde merkezi iktidarın emrinde çalışan, bir bakıma yerel kolluk timleri olacaklar.

AB ORTALAMASININ İKİ KATI KOLLUK GÜCÜMÜZ VAR
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Polis ve Jandarma sayımız yetersizse sayısal ve donanım olarak artırılıp güçlendirilmelerinde bir engel zaten yok. Üstelik kolluk güçlerimizin sayısal büyüklüğü açısından Avrupa’da açık ara öndeyiz.

AB istatistik kurumu Eurostat Avrupa Birliği ülkelerindeki genel kolluk sayılarını inceleyen bir rapor yayınlıyor. Bir yıl önceki bu rapora göre AB ülkeleri genelinde 2009'dan itibaren 10 yıl içinde genel kolluk (polis ve jandarma) sayısı yaklaşık yüzde 3.4 azalarak 1.6 milyona indi. Bu rapor Türkiye'de genel kolluk sayısında (2018 sonu itibariyle) son 10 yıl içinde yaklaşık yüzde 36 oranında bir artış olduğunu gösteriyor.

Türkiye nüfusu 2007’de 70 milyon iken, 13 yılda yüzde 20 artış ile 2020’de nüfus 84 milyon oldu. Polis sayısına baktığımızda ise; 2007’de 187 bin olan mevcut 2020’ye geldiğimizde 306 bine çıktı; yani 13 yılda polis sayısında artış oranı yüzde 60 oldu.

Ülkemizde (Aralık 2019 itibari ile) 306 bini Emniyet ve 200 bini Jandarma teşkilatında olmak üzere, yarım milyonu aşan güvenlik kuvveti görev yapıyor. Ülke nüfusuna oranladığımızda 100 bin kişiye yaklaşık 600 polis/jandarma düşüyor. Avrupa Birliği ülkelerinde 100 bin kişiye düşen ortalama güvenlik görevlisi sayısı ise 318. Müjdeler olsun, bir konuda Avrupa ortalamasını iki kata yakın geçmişiz!

AB’de toplam 1.6 milyon, Türkiye’de ise 500 bini geçen güvenlik kuvveti sayıları dikkate alındığında, onların 29 ülke toplamının üçte birine yakın genel kolluğumuz olmasını nasıl değerlendirmeliyiz acaba?

POLİS VE JANDARMA NERELERDE KULLANILIYOR?
Peki bu kadar çok sayıda güvenlik gücüne sahip iken halkın güven ve huzuru, mala ve cana karşı işlenen suçlar yönünden önceki yıllara göre çok daha iyi bir durumda mıyız? Bu kadar sayıda iç güvenlik personeli çalışırken çok daha güvende olmamız beklenir, değil mi? Ama hiç de öyle olmuyor!

Ülkemizde işlenen suçlarda ve faili meçhul olaylarda istikrarlı bir artış olduğu görülüyor. Emniyet ve Jandarma kayıtlarına göre 1990-2018 yılları arasında genel suç oranlarındaki artış %400 olmuş. Hırsızlık, adam öldürme ve uyuşturucu suçlarında artış ise %600’e ulaşmış. İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre son yıllarda hırsızlık olayları %75 arttı, ceza evleri dolup taşıyor.

 Polis-Jandarma sayısının Avrupa ülkeleri ortalamasının 2 katı olmasının daha güvenli ve daha huzurlu ortamlarda yaşamamızı temine yetmediğini görüyoruz. Peki ülkemizde bu kadar çok sayıda güvenlik görevlisi ne iş yapıyor diye sorarsanız, onların suçları önlemek ve suçluları yakalamaktan ‘çok daha önemli’ işleri var!

KAMU DÜZENİ Mİ ŞAHISLARIN GÜVENLİĞİ Mİ?
Yasaya göre polisin asli görevinde korumakla sorumlu olduğu iki ana unsur bulunmaktadır; bunlar kısaca kamu ve şahıs güvenliğidir. Son yıllarda bu iki unsurdan ‘şahısların güvenliği’ ikinci planda kalırken ‘kamu düzeni ve güvenliği’ daha çok öne çıkartılmış durumdadır. (Yukarıda bahsettiğimiz, son yıllarda mala ve cana karşı işlenen suçlarda önemli artış bu yaklaşımın bir sonucudur.) iktidarın önceliği olan ‘kamu düzeni’ elbette oldukça önemlidir, ancak asıl önemli olan bu kavrama nasıl yaklaşıldığıdır.

İktidarın iç güvenlik konsepti çerçevesinde kamu düzeninden anladığı şey, siyasal iktidarına risk olarak gördüğü her tür demokratik toplumsal muhalif aktivitelerin önlenmesi ve bastırılması olmuştur. Bu sebeple, ülkedeki iç güvenlik personelinin önemli kısmı kamu güvenliği birimlerde görevlendirilmiştir. Bu birimlerin asli görevleri muhtemel toplumsal muhalif oluşumların izlenmesi, önlenmesi ve bastırılmasıdır. Bu amaçla görevlendirilen emniyet birimlerinden en göz önünde olanı ise Çevik Kuvvet polisleridir.

Şehirlerin işlek meydanlarında, kalabalık caddelerinin bir köşesinde konuşlanmış çevik kuvvet polis birliklerini kolayca görebilirsiniz. Ancak mahalle ve sokaklarımızda asayişin temini için devriye gezen, yani şahısların güvenliğini sağlayan polis araçlarını bu kadar çok görmek pek mümkün değil. Kırk yılın başı bir mağduriyete uğrayan ve 155’den yardım isteyen vatandaşların imdadına anında yetişecek polis ekibi sayısı oldukça kısıtlıdır. Ancak demokratik hak olan sıradan bir basın açıklaması yapılacak olsa, anında yüzlerce polisin oraya doluştuğu ve yasal muhalif eyleme müdahale ettikleri görülmektedir.

Oldukça güçlendirilmiş Polis ve Jandarma teşkilatlarımız asli görevlerinden uzaklaştırılıp (iktidarın bekasını sağlama adına) toplumsal itirazları baskılama aparatına dönüştürülmüş durumdadır. Silah ve zor kullanma gücüne sahip bu iki teşkilata şimdi az eğitimli yerel güçler, bekçiler ekleniyor. Buradaki asıl amacın kamu düzeni ve şahısların güvenliği değil, yakın geleceği riskte olan iktidarın korunması ve kollanması olduğunu düşünmemiz için yeterince çok sebep bulunmaktadır.