Başta hemen şunu belirteyim; ben bu satırları bir Türk milliyetçisi olarak yazıyorum. Benim için Türk kimliği ve Türk dili kutsaldır.

Türk dünyasının birliği de kutlu erektir. Bu bağlamda Türk Devletleri Teşkilatının kurulmuş olması da çok önemli ve yaşamsaldır.

Türkiye, bir Türk devletidir.

Türkiye, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.

Resmi dili Türkçedir.

Bayrağı, ay yıldızlı ve al renkli Türk bayrağıdır.

Bu değerleri savunmak her Türk’ün ulusal ödevidir. Ben de Oğuzların Üçoklar koluna bağlı Dağhanoğullarının Eymür boyundan bir Türkmen’im…

Şimdi gelelim esas konuya…

Türkiye büyük bir göç sorunuyla karşı karşıya. Çoğunlukla Arap ülkelerinden olmak üzere dışarıdan milyonlarca kaçak ve yasa dışı göçmen Türkiye’ye akın ediyor. Ülkemiz sınırlarını koruyamıyor. Nitekim sınırlara çekilen duvarlar kolayca aşılıyor. Kim bilir belki de buna göz yumuluyor.

Kaçakların ve yasa dışı göçmenlerin asıl hedefi Avrupa’ya geçmek. Türkiye gerçekte bir geçiş ülkesi olarak görülüyor. Ancak Türkiye geçişlere geçit vermiyor. AB ile yapılan geri kabul anlaşması gereği Avrupa’ya geçebilenler de Türkiye’ye geri gönderiliyor. Böylece Türkiye bir göçmen deposu haline geliyor. AB, yasa dışı göçmenleri ve kaçakları geri aldığı için Türkiye’ye para ödüyor. Bu, aslında onur kırıcı bir anlaşma ama Türkiye’yi yöneten siyasal irade bunu kesinlikle dert etmiyor. Zira kaçak ve yasa dışı göçmenlerin Müslüman ve Sünni olmaları nedeniyle Türkiye’nin demografik yapısı için bir sorun oluşturmayacağı düşünülüyor.

21 yıldır Türkiye’yi yöneten AKP hükümetleri için milli kimliğin hiçbir önemi yok. Onlar için asıl olan ümmet kimliği. Bu nedenle gelen kaçak ve yasa dışı göçmenlerin Müslüman ve Sünni oluşları ümmet kimliği için takviye edici bir öge olarak değerlendiriliyor.

Yeri gelmişken belirtelim; ümmet sözcüğü güncel siyasal terminolojide İslamcılık davasında içkin Araplığı anlatımlıyor. Konunun sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed’in ümmetiyle bir ilgisi yok. Tıpkı Kur’an’da geçen kutsal “Hizbullah” sözünün birileri tarafından bir terör örgütüne ad olarak seçilmesi gibi ümmet sözcüğü de “inananlar topluluğu” anlamından ne üzücü ki koparılmış durumda. Bu satırların yazarı Kur’an’daki biçimiyle gerek Hizbullah sözüne gerekse geleneksel İslamî terminolojideki haliyle inananlar topluluğu anlamındaki ümmet sözcüğüne karşı son derece içten duygular besleyen bir mümindir. Ancak gerçek şu ki konunun siyasal boyutunda kesinlikle başka şeyler var. O başka şeylerin başında da Türk karşıtlığı yer almakta.    

Gelin, şimdi meseleye daha yakından bakalım…

AKP, Türkiye’yi bir Türk devleti olmaktan çıkarma konusunda son derece kararlı bir politika izliyor. Arap, Peştun, Urdu, Bengal ve Afrikalı siyasilerle Türkiye’deki Türk çoğunluk azınlığa düşürülmek ve böylece milli devleti dönüştürerek ümmet devletine geçilmek isteniyor. Bu konuda AKP’nin önünde neredeyse hiçbir engel yok. Plan tıkır tıkır işliyor. AKP’yi bu politikayı uygulaması için BOP çerçevesinde ABD’nin görevlendirdiği ileri sürülüyor. Nitekim ABD’nin başını çektiği Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığını Tayyip Erdoğan yürütüyor. Erdoğan’ın bu konuda basına verdiği demeçler arşivlerde hala duruyor.

İşin en ilginç yanı ise AKP’nin bu konudaki destekçileri arasında MHP ve BBP gibi milliyetçi olduğunu ileri süren partiler de var. AKP, bu milliyetçi partileri nasıl ikna ediyor, açıkçası tam olarak bilemiyoruz. Kim bilir belki de ikna için bir çaba harcamasına gerek bile yoktur. Olasıdır ki bu iki milliyetçi parti AKP tarafından siyaseten rehin alınmıştır. Yoksa milliyetçiyim diyen partiler nasıl olur da savundukları milleti azınlığa düşürecek bir projeye destek olurlar?

Peki, yakın gelecekte neler olabilir?

Türkiye’de anayasa değişecek ya da sıfırdan yeni bir anayasa yapılacak. Bu anayasada Türk milli kimliğini yansıtan ifadeler ya tümüyle yok edilecek ya da iyice silikleştirilecek. Türk dilinin yanı sıra Arap dili de resmi dil olarak kabul edilecek. Böylece devletin “Türk devleti” olma niteliği ortadan kalkacak. Devlet artık bir ümmet devleti olacak. Bunun birkaç adım sonrası da Türkiye’nin Araplaştırılmasıdır. Olasıdır ki Türkiye ülkedeki on milyonu aşan Arap nüfusu da gerekçe göstererek Arap Birliğine üyelik başvurusunda bulunacak. Gerçekte Arap olmadığı halde zaman içinde Araplaşarak Arap Birliğine üye olan birkaç devletin var olduğunu anımsatalım. Söz gelimi Somali, Komor Adaları ve Cibuti gibi…

Arap Birliğine üyelik için en temel koşulun o devletin resmi dilinin ya da resmi dillerinden birinin Arapça olmasıdır. Bu koşulu sağlamak için Türkiye’de Arapça ikinci resmi dil olarak ilan edilebilir.

İşler bu noktaya geldiğinde milliyetçiler uyanacaktır ama ne üzücü ki geç olacaktır. Zira deyim yerindeyse “atı alan Üsküdarı’ı geçti” durumu meydana gelecektir. Ya da Arapça bir deyimle söylersek; “Ba’de Harâbi’l- Basra!” denilecektir.

Bugünlerde, -eğer rehin alma durumu yoksa- AKP, milliyetçileri yanında tutabilmek için sanırım birkaç konuyu kullanıyor. Birincisi PKK terörü ve ülkenin bölünme tehlikesi. İkincisi Türk Devletleri Teşkilatının kurulmuş olması. Üçüncüsü de gelen ve yurttaşlık verilen yasa dışı göçmenlerin asimile edilerek Türkleştirileceği yalanı.

Milliyetçiler bu üç konuda da kandırıldıklarını anlayacaklar. Ama az önce de dediğim gibi korkarım ki, iş işten geçmiş olacak.

PKK terörünün ülkeyi bölebilmesi olanak dışıdır. Sözde çözüm süreci sırasında yaşanan Hendek yığınakları sırasında bile amacını gerçekleştiremeyen PKK’nın Türkiye’yi bölmeye kesinlikle gücü yetmez. Türk milleti ve ordusu buna asla geçit vermez.

Türk Devletleri Teşkilatına gelince… Öncelikle bu teşkilatın milliyetçilerin ülküsü olduğu gerçeğinin altını çizelim. Ama AKP ve Tayyip Erdoğan TDT’yi milliyetçi saiklerle değil yine ümmetçi saiklerle yaşama geçirdi. Nihaî hedefin bu teşkilatı da ümmetin bir parçası olarak Arap Birliğine eklemlemek olduğunu, ümmetçileri tanıyan, bilen ve bu ideolojiyi anlayan herkes görür. Ama ne hazin ki MHP ve BBP göremiyor ya da görmek istemiyor.

Asimilasyon meselesine gelince… AKP yasa dışı Arap, Peştun ve Urdu göçmenleri Türkleştirmek değil Türkleri Araplaştırmak istiyor. Zira savundukları siyasal İslamcılık ideolojisi aynı zamanda bir Araplaşma ideolojisidir. Bunu Abdurrahman Kevakibî’nin Ümmu’l- Kurâ’sını okuyan herkes bilir. Kevakibî, Araplık ve İslam birbirinden asla ayrılamaz, Müslüman olmak aynı zamanda Araplaşmayı da gerektirir, diyor.

AKP bir de şu söylemle milliyetçilerin gözünü boyuyor olabilir. Yurttaş yapılanların çoğu; Uygur, Türkmen, Ahıskalı, Tatar, Özbek, Hazara gibi Türk kökenli topluluklardan geliyor. Bu nedenle de Türkiye’nin demografik yapısının Türklerin aleyhine bir biçimde değişme tehlikesi söz konusu değil. Bu konuda AKP’ye güvenmek kümesi tilkiye emanet etmek kadar acıklıdır. Zira AKP’nin Türklük diye hiçbir derdinin olmadığı defalarca deneyimlendi.

AKP, 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinde Türk milletini PKK ile korkutup adeta Araplaşmaya razı etti. Bu, Türkçemizdeki o ünlü deyimin bir başka versiyonu idi: Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek!

AKP hükümeti bir süre sonra Suriye ile ilişkileri normalleştirmek için Esad’ın talebi üzerine bir bölüm Suriyeliyi ülkelerine gönderebilir. Ama bu hiç kimseyi aldatmamalı. Zira bu gelişme iki adım ileriye atabilmek için bir adım geri çekilmek olacaktır. AKP’nin nihaî hedefinin Anadolu’yu Araplaştırmak olduğunu önemine binaen bir kez daha anımsatmak isterim.

Kuşku yok ki bu konuda söylenecek ve yazılacak daha pek çok şey var. Yine yazacağız ama bu yazımızın sonuna yaklaşırken soralım:

Sahi Türkiye Arap Birliğine ne zaman üye olacak?

Sakın bu sorumu saçma bulmayın. Zira 2006 yılında Türkiye’nin Arap Birliğine gözlemci üye olmak için başvuruda bulunduğu yönündeki savları anımsatırım. İleri sürülen sava göre Arap ülkeleri bu başvuruyu o zaman geri çevirmişti. Ama o günden bugüne köprünün altından çok sular aktı.

Türk ulusu 1300 yıl önce Çinlileşme tehlikesiyle karşı karşıya idi. O sıralar yüz binlerce Türk Çinlileşti. Daha sonra Farslaşma tehlikesi baş gösterdi. Ne yazık ki Farslaşan Türkler de oldu. Bu Farslaşma tehlikesi Selçuklular ve Osmanlılar döneminde devam etti. Nitekim dilimiz Farsçanın saldırısıyla ağır yara aldı. Günümüzde ise Çinlileşme ve Farslaşma tehlikesiyle karşılaştırılamayacak denli daha büyük bir tehlike var. O da Araplaşma tehlikesidir. Bakalım bu tehlikeyi de atlatabilecek miyiz?

Ne dersiniz?