Özellikle son 25 – 30 yıldır emperyalizmin, tüm silahlarıyla ülkemizi teslim alabilmek için nasıl bir güç kullandığına tanıklık ediyoruz.

Cumhuriyeti kuranların binbir güçlükle inşa edip büyüttükleri ulusal kuruluşlarımızın bir gecede özelleştirme adı verilen ihanet uygulamalarıyla ya kapatılmaları, ya da yabancılara teslim edilmeleri hız kesmeden devam ediyor.

Sayılarını  saptayabilmekte güçlük çektiğimiz yüzlerce dev kamu kuruluşlarımızın yerlerinde bugün gökdelen diye bilinen heyula yapılar, ya da yabancılara büyük paralar kazandıran tesisler yer alıyor.

Bir bakar mısınız.

Türk Telekom, Seka, Eti Aleminyum, Bor Çelik, Oymapınar Barajı, Türkşeker’e ait Şeker Fabrikaları, Araç Muayene İstasyonları, Tekel alkollü içkiler, sigara ve tütün işletmeleri, Aselsan, Tank-Palet fabrikası, Beykoz kundura fabrikası,  Ankara Büyük Tarabya Oteli, Bursa Çelik Palas Oteli, Tekel’in kibrit ve Puro Fabrikaları, Kaya, göl ve  deniz tuzlaları, Limanlar, Demir Çelik İşletmeleri, Şans Oyunları İdaresi,   ve  sayısız değerli cumhuriyet dönemine damga vurmuş  işletmeleri birer birer tarihe gömülüyorlardı.

Ciddi  kaynak yaratan bunca paha biçilmez  tesislerimiz neredeyse bir gecede yok edilirken, bu kez de kültürel emperyalizmle  ülke teslim alınmak istenmektedir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün işaretiyle  başlatılan Türk dilinde sadeleştirme hareketini bir anımsayalım. Dilimizde yerleşik Arapça ve Farsça sözcüklerinin egemen olduğu bir dönemde, kendi öz Türkçemize yönelmemiz gerektiğine işaret eden Mustafa Kemal Atatürk , Türk Dil Kurumu’nu da bu amaca hizmet edebilmesi için 1932 yılında kurar.

Dünya yüzünde yer alan bütün uluslar kendi dillerini koruyabilmek, yabancı dillerin etkisinden sıyrılabilmek için her türlü önlemleri alırlar. Türkiye Cumhuriyeti de benzer baskılara karşı Türk Dil Kurumu’nu kurmuş ve son yıllara kadar başarılı çalışmalara da imza atmıştır. Ancak Türkçemizin bugün getirildiği duruma bir bakalım.

Üzerinde titremek zorunda olduğumuz ulusal tesislerimiz birer birer yok edilirken, Türkçemizin  de karanlık bir tünele girmek üzere olduğunu tahmin etmek hiç zor değil.

Bir yandan ülkemizin hemen her yerleşim bölgesine yayılan, daha çok Asya kökenli insanlar yaşam biçimlerini   beraberlerinde ülkemize taşırken,  dillerini de o bölgelerde egemen kılıyorlardı.  Yaratılan bu manzara, sokaklarda, caddelerde ve iş merkezlerinde de kendini gösteriyordu.

Örneğin, Istanbul’da Taksim alanına çıkan bütün sokak ve caddelerde  yerini alan işyerlerinin tabelalarını incelediğimizde, kendimizi bir yabancı ülkede zannederiz ve ister istemez  yabancılık hissederiz.

Yine Taksim’den Tünel yönüne doğru uzanan ünlü İstiklal Caddesi’nde yol alırken, neredeyse hiçbir Türkçe tabelaya rastlamamız olanaklı değildir.  Para kazanma hırsının  yanında,  yabancılara şirin gözükebilmek için kendi dilimizi dahi çöp sepetine atmaktan geri durmayan bir topluluğa dönüştüğümüzü üzülerek izlemekteyiz. 

Ancak bu yürek sızlatan manzara sadece Istanbul’a özgü bir durum olmadığını da söylemek isterim. Ülkenin her yanına yayılan Ortadoğulu insanlar yüzünden Arapça sözcüklerin yer aldığı tabelalarla bütün yerleşim yerlerinde de rastlar hale gelmekteyiz.

Daha çok Arap alfabesiyle donatılmış işyeri  tabelalarından sonra, bu kez de duyarsız gençlerimizin arzularına yönelik Batı kökenli isimler, tabelalar ve  markaların yaşamımıza sokulduğunu görüyoruz.        

Bakar mısınız;

Sosyal yaşamımızda hep Çay bahçesi ifadesi, tea garden’e çeşitli oyun mekanları  Play Station’a  dönüştürüldü.  Kahve sözcüğünü kullanmak ayıplanır olmalı ki coffee sözcüğü, bakkal yerine market, daha büyük olanlara da  gross veya  süper market sözcükleri, takı mağazaları yerine bijuteri sözcükleri artık yerleşik bir hal alıyordu.

Şu an aklıma gelen ve karşılığı olan Türkçenin rafa kaldırılmasına yönelik bazı yabancı sözcüklere bir anımsayalım.

Beach Club, Fitnes, Resort, Fenerium, Consept, İnovasyon, Vizyoner, Momentum, Magic, Art of hair, Blue moon, The sky, My World….

Bu sözcüklerin yüzlerce, hatta binlercesi ne yazık ki yaşamımızda yerini almıştır.

Yabancı sözcük hayranlığı öyle bir noktaya gelmiş ki, bazen kahkahayla gülmemize neden olan işyeri tabelaları da karşımıza çıkıveriyordu. İşte onlardan birkaçı,

                    “Pilavland”

                    “Kokoreçland”

Türkçe mükemmel karşılığı olmasına karşın, bu tür yabancı sözcükleri kullananların yenilikçi ve çağdaş bir anlayışa hizmet ettikleri kasında olduklarını zannederler. Aslında kendi dillerine ihanet ettiklerinin farkına varmazlar.

İlgisiz ve bilgisiz insanların elinde başıboş bırakılan Türk dilinin daha fazla yıpratılmadan, gerçek yerine ve değerine kavuşturulması için Türk Dil Kurumu başta olmak üzere, sorumluluk taşıyan herkesin ve her kurumun harekete geçme zamanı geldi de geçiyor.