Organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in yurtdışında çekip internetten yayınladığı ve milyonlarca kişinin izlediği videolar heyecanla takip ediliyor. “Susurluk” olarak anılan, 90’ların ilişki ve işleyiş ağlarının bürokrasi, siyaset ve iş dünyası düzeyinde performansından bir şey kaybetmeden işlemeye devam ettiği görülüyor. Kirli ilişkiler ağının o günlerden (başlıca aktörlerinin bile değişmeksizin) bugünlere taşındığı gerçeği yine bir ‘paylaşım kavgası’ sonucunda ortaya bir bir dökülüyor.

Sedat Peker’in açıklamalarındaki iddialar göz ardı edilemeyecek kadar önemli ayrıntılar içeriyor. Bu tür iddialarının (bugüne kadar olduğu gibi) üzerine gidilmeyeceği, devlet katında hepsinin örtbas edileceği izlenimi nedense toplumda oldukça yaygın!

Devlet ve Yargı Neden Sessiz?
İBB Başkanı İmamoğlu’nun elleri arkasında türbe ziyaretine Cimer üzerinden yapılan “suç” ihbarını ‘güçlü devlet’ (!) aygıtının ciddiye alıp derhal harekete geçtiğini görmüştük. İçişleri Bakanının “bence suç” diye nitelediği “elleri arkaya bağlayarak türbe ziyareti eylemi” için devletin gösterdiği duyarlılık, Sedat Peker’in ifşalarına gösterilmedi. Kanıtlanması veya çürütülmesi çok kolay ancak duymazdan gelinen bu ihbar ve iddialarda Peker neler öne sürüyordu, özetleyelim.

* Ülkemize gönderilirken geçen yıl Kolombiya’da ele geçirilen 4,9 ton kokainin, ayrıca bu hafta Ekvator’dan çıkarken el konulan 616 paket kokainin Türkiye’de kimlere teslim edileceği sorusu.

* Mehmet Ağar’ın bir Azeri bir iş adamına ait milyarlık yat limanına devlet gücünü arkasına alarak çöktüğü iddiası.

* Ağar’ın oğlu AKP milletvekili Tolga Ağar’ın tecavüzüne uğradığını iddia eden bir genç kadının ertesi gün ölü bulunması olayı.

* Cumhurbaşkanı ve ailesine hakaret iddiası ile gözaltına alınan eski AKP milletvekilini Peker’in yine bir AKP milletvekilinin azmettirmesi ile karakolda dövdürdüğü iddiası ve diğerleri.

Olur olmaz konulara suç üretmede inanılmaz yaratıcı yüce Türk yargısı bu tür ‘hassas’ konularda talimatsız parmak kımıldatmama kararlılığını sürdürüyor.

Yaşam ve Mülkiyet Hakkı Güvencesi Artık Yok mu?
Peker’in bu iddiaları; devleti devlet yapan yaşam ve mülkiyet hakkının ülkemizde artık güvencede olmadığını, keyfi yönetimin kökleştiğini ortaya koymaktadır. Tüm bu ifşaatlar, devletin tüm kurum ve kurallarının nasıl çöktüğünü ve işlemez hale geldiğini herkesin anlayacağı açıklıkta ortaya dökmektedir.

Devletin artık ne uluslararası uyuşturucu ticaretinin, ne de (işine gelmediği sürece) siyasi ya da adi suçların ve hatta cinayetlerin üzerine gitmediği görünümü ürpertici değil mi sizce? Kamu idaresinin, kolluğun ve istihbaratın suç örgütleri ile işbirliği içinde oldukları iddiaları temelsiz isnatlar mıdır?

Ülkede uyuşturucu ile bir devlet mücadelesi olmadığı gibi, devletin uluslararası zehir ticaretinin doğrudan içinde olduğu izlenimi vermekten de kaçınmadığı görünümü vardır. Mevcut sistemin mafyöz devlete dönüşmüş görünümünü düzeltmek yönünde bir çaba neden gösterilmez? Ülkemize dünyanın öte ucundan gönderilirken yakalanan tonlarca kokainin Türkiye’de kimlere teslim edileceği meselesi neden araştırılmaz?

Türkiye artık yönünü Lübnan, İran, Venezüella gibi kartel devletlerden birisi olmaya mı yöneltmiştir? Devletle organize işlerin iç içe geçtiği; polis, ordu, istihbarat, yargı ve siyaset kurumlarının suç örgütleri ile irtibat iddiaları tümüyle asılsız mıdır? Bu soruların ikna edici yanıtlarını verecek olan birimlerin sessizliği dikkat çekicidir.

Devlet Gerektiğinde Rutinin Dışına Çıkar mı?
Devlet örgütü ile organize suç örgütlerinin ve paramiliter güç odaklarının işbirliği ötesinde iç içe geçmişliği tarihimizde yeni değil, her dönemde az veya çok oldu.

Devlet gerektiğinde rutinin dışına çıkar” diyen Süleyman Demirel'in başbakan ve cumhurbaşkanlığı yıllarında 360 kişi gözaltında kaybedilmişti. Bu cümle ile devlet kontrgerillayı, gladioyu, ülkücü mafyayı, kısacası devlet eliyle oluşturulmuş tüm oluşumları bir seferde meşrulaştırmayı amaçlıyordu.

Bir dönem Avrupa’da Asala terörünün üzerine ülkücü mafya ile, PKK terörünün üzerine yargısız infaz timleriyle gidilmesi bir maharet gibi sunuldu. Terör örgütlerine finansal destek sağlıyor diye bazı iş adamlarının ölüm listelerinin çıkartılıp, bu iş adamlarından milyon dolarlar kopartıldığı 90’lı yıllarda Susurluk skandalı ile ortaya dökülmüştü.

Sedat Peker’in son itiraflarını değerlendiren MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, “Susurluk döneminde devlet içindeki kirlenmiş yapılar olduğu kadar, bunları temizlemek isteyen kurumsal yapılar da vardı. Bugün böylesine yapılarla ilişkilerin siyasetçiler tarafından sergilendiği bir dönemdeyiz. Siyasetin Peker ve Çakıcı gruplarıyla olan ilişkileri açıkça ortadadır. Böylesi yapılar için af yasası çıkarıldı. Onun için Susurluk dönemini aşan bir durum var " yorumunda bulundu.

Organize Suç Örgütleri Neden Aşırı ‘Vatansever’ Acaba?
Devletin kendince işlevsel bir yöntem olarak suç örgütleri ile işbirliğini seçtiği dönemlerde bu örgütler hep sözde “vatan-millet aşkına” suç işlediler.

Devletin “rutin” dışına çıktığı tüm olaylarda suç örgütlerinin görev sınırlarını hayli geniş tuttukları, sadece para için adam kaçırdıkları, işkenceler ve yargısız infazlar yaptıkları da bilinmektedir. Mafyatik yapılar için ‘vatanseverlik’ hep görünen motivasyon, temel amaç ise sadece güç ve para olmuştur. Devlet desteği ile suç işlemiş ve bundan ekonomik güç elde etmemiş ve zamanla “saygın iş adamı” olmamış tek bir suç örgütü lideri olmaması tesadüf olabilir mi?

Güç ve bunun sonunda büyük paralar elde etme motivasyonuyla çalışan mafyatik yapıların muhaliflerden oluşması düşünülemez tabi ki. Bütün organize suç örgütlerinin hepsinin vatansever, milliyetçi ve mukaddesatçı olmaları tesadüf olmasa gerekir. Bunun sebebi, aynı siyasal çizgide görünen iktidarlarla suç örgütlerinin işbirliklerini meşrulaştırmak olabilir mi acaba?

Biliyoruz ki suç örgütleri devletle işbirliği yapınca bunun ekonomik karşılığını fazlasıyla ve uzun dönem alma eğilimindedirler. Peki bu kirli işbirliğine aracı olan, bu operasyonları yöneten devlet görevlilerinin ‘temiz’ kalabilmeleri olası mıdır? Yakın tarihimizde yaşanmış ve ortaya dökülen benzer işbirliklerini organize eden, dönemin kamu yöneticilerine ve siyasilerine bir bakın! Bugün Bunların hemen hepsinin kaynağı izaha muhtaç seviyede zengin olmaları izaha muhtaç değil midir?

Bu Kapışma Neyin Kavgası?
Suç ekonomisi konularını araştıran, “Baronlar Savaşı” kitabının yazarı gazeteci Timur Soykan Avrupa’da (özellikle Hollanda ve Belçika) alınan çok ciddi polisiye tedbirler sebebiyle kokainin geçiş rotasının Türkiye’ye kaydığı tepsinde bulunuyor. “Türkiye onlarca yıldır Avrupa’yı hedefleyen eroin kaçakçılığının kilit noktasında yer alıyor. En çok kullanılan yol; Afganistan-İran-Türkiye-Balkanlar güzergâhı. Son dönemdeki gelişmelere bakılırsa ülkemiz kokainin önemli durağına dönüştürülüyor diye yazdı Timur Soykan. Peki bu dönüşümün temel sebepleri neler olabilir?

Ülkenin yıllık toplam ürettiği gelir, yani Gayri Safi Yurtiçi Hâsılası 2013’den bu yana dolar bazında sürekli düşüyor. Yasal veya illegal, suç ekonomisi de dahil ülkedeki toplam mal ve hizmet üretiminden oluşan bu pasta sürekli küçüldükçe kişi ve kesimlere düşen dilimler de küçülüyor. Bu pastadan dilimleri dağıtma ayrıcalığını üstlenen iktidarın, azalan kaynakların paylaşımı tercihleri de zaman içinde değişti. Az sayıdaki oligarkın (malum ve meşhur beşli yapının) küçülen pastadan aldığı devasa pay hep artarken, diğer kesimlerin payları göreceli olarak sürekli düştü.

Ülkedeki suç örgütleri de neticede bu pastadan besleniyorlar. Onlar da ‘daha az paydaş’ istiyorlar ve paylarını büyütme kavgasındalar. Bu son kapışmayı, neredeyse şahsına özel çıkartılan bir af yasası ile Çakıcı’nın ‘alemlere’ dönüşü üzerine Peker’in oyundan çıkartılmasına bağlayanlar var. Bu gelişmeleri, Sedat Peker’in koruması altına girmiş olan Azeri milyarder Mübariz Mansimov Gurbanoğlu ile Mehmet Ağar ve/veya diğer oligarklar arasındaki milyar dolarlar mertebesindeki kapışmaya bağlayanlar da var.

Sebep her ne olursa olsun, iyi ki bir sebeple bu ortaya saçılmalar görülüyor ve umarız devam eder. Suç dünyasındaki iç hesaplaşmalara dayalı açığa dökülenler, kamuoyunun nelerin olup bittiğini daha iyi öğrenmesi ve bazı bilinenlerin doğrulanması adına her zaman “hayırlara vesile” oluyor.

Mafyacıların kavgaları ve ifşaları, devletteki çürümeyi gösteren bir işaret olmaktan çok daha önemli işlevleri yerine getiriyor. Öyle ki, güç ve ganimet paylaşım savaşları içinde adı geçen tüm bu aktörlerin; sistemin, devletin ve rejimin asli unsuru oldukları gerçeği, (bunları hala anlamamış olanların anlayacağı sadelikte) ortaya serilmiş oluyor.