Muş Malazgirt ilçesinde iki yıl süre ile göreve başladığım 2002 yılında AKP yeni iktidara gelmişti. O yıllarda ve yakın döneme kadar 26 Ağustos Malazgirt Savaşını anma etkinlikleri bugünkü gibi görkemli etkinliklerle kutlanmazdı. AKP ve MHP’nin Cumhur ittifakını kurmaları sonrası bu törenler daha da önemsenir oldu.

Bu yıl Malazgirt Zaferinin 949. yıl dönümü kutlamaları vesilesi ile Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı “Kızıl Elma Marşı” video klibini yayınladı. Henüz izlemediyseniz izleminizi öneririm. Klipte, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Fetih suresinin ilk ayetlerini okuması da yer aldı. Bu klip, iktidarın mevcut varlığını ve geleceğinde artık daha çok hangi değerlerin üzerine konumlandırdığını göstermesi bakımından önemli ipuçları veriyor bize.

KLİPTE ATATÜRK VE KURTULUŞ SAVAŞI YOK
Marş formatındaki müzik ve fetihçi yayılmacılığı kutsayan dizeler eşliğinde akan videoda Selçuklu ve Osmanlı’nın ardından günümüz Türkiye’sinin orduları ve savaşçı imgeleri öne çıkartılıyor. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinde, yeniçeriler arasından geçerek Ayasofya kilisesine girmesi sahnesi ile Erdoğan’ın tören birliği önünden yürüyüşü görüntüleri arasında benzerlik kuruluyor. Klipte günümüzün kara, hava ve deniz silahlı kuvvetleri, doğu Akdeniz’de ve Karadeniz’de savaş gemileri eşliğindeki enerji kaynakları araştırması yapan gemilerimiz de yer alıyor.

Türklerin şanlı tarihine vurgular yapılan klip senaryosunda ve marşın sözlerinde, Çanakkale Savaşı ve ardından 15 Temmuz’un imgelerine yer veriliyor. Ancak dört dakika 16 saniye süren klibin tamamında Kurtuluş Savaşı, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele’yi çağrıştıracak unsurlardan özenle kaçınıldığı görülüyor. Alparslan’dan Osman Gaziye’ye ve 1915’deki Çanakkale Savaşı’na, oradan da 15 Temmuz’a ve günümüze geliniyor. Yani, Çanakkale Savaşından sonra yaşanan ve kurtuluş savaşının da içinde olduğu son yüz yıl, Türklerin şanlı tarihinde yok sayılıyor.

Kabe görüntüleri de olan klip Kudüs ve Mescid-i Aksa görüntüleri ile biterken, sonunda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı logosuna yer veriliyor. Klibin yayınlanma amacının aslında tarihi bir günü anmadan ziyade, siyasal iktidarın bir propaganda ve iletişim malzemesi olarak planlanıp üretildiği, videoyu yayan birim görülünce daha net anlaşılıyor. Çünkü “Cumhur Başkanlığı İletişim Başkanlığı”nın asli görevi bu; yönetilemeyen ülkede algıları yönetmek!

KIZILELMA YAYILMACILIĞI KUTSANIYOR
Marşın sözleri oldukça çarpıcı! “Canlar canının yolunda ancak/ Kızıl elma hedefine ulaşılacak/Vadedilmiş olan ilahi nur Hak/ Ebedi mutlak hakim olacak” dizeleri ile başlayan marşın sözleri yayılmacı savaşı kutsuyor. Dokuz dörtlükten oluşan, onlu hece ölçüsü ve zengin kafiye ile yazılmış marşın ikinci dörtlüğü de şöyle; “Kızıl elmanın fethiyle ancak/ Yeryüzü sükun huzur bulacak/ Geliyoruz ey şanlı al bayrak/ Vatan aşkıyla her köşe bucak”. 12 Eylül öncesi ülkücü komandoların abartılı ve irrasyonel milliyetçi-turancı, hamasi marşlarını anımsatıyor!

Bu marşta bahsedilen “Kızıl Elma” neyi ifade ediyor peki? Vikipedia’ya göre Türk milliyetçiliğinin ve Türk yayılmacılığının önemli sembollerinden birisi olan Kızıl Elma imgesi, Türk devletleri için bir hedefi ve amacı simgeler. Ulaşılması gereken bir yeri, fethedilmesi gereken bir beldeyi ifade ettiği gibi kimi zaman bir devlet kurma idealini, kimi zaman cihan hakimiyeti idealini, kimi zaman da Türk birliği idealini ifade etmiştir.

MİLLİYETÇİLİĞİN AYAKLAR ALTINA ALINMASINDAN FETİH ÖVGÜSÜNE
Bugün milliyetçilik dozunun uç noktalarındaki Erdoğan Şubat 2013’de “Kim ki kendi ırkının, kavminin, kendi kabilesinin diğerlerinden üstün olduğunu iddia ediyorsa o kişi şeytanın izindedir. Kavimler, kabileler, ırklar, inançlar farklı olabilir, ama hepsi saygındır. Etnik milliyetçiliği kim yaparsa yapsın o sapkınlığın içindedir, fesat içindedir, fitne peşindedir. Bu süreçte kimse bizim karşımıza Kürtlükle de Türklükle de çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği, ayaklarının altına almış bir iktidarız. Kuru milliyetçilik yok” demişti.

Son Malazgirt kutlamalarında ise Erdoğan, “Bizim medeniyetimizde fethetmek; işgal etmek, yağmalamak değildir. Fethetmek, Allah’ın emrettiği adaleti o beldede hakim kılmaktır. (…) Bizim medeniyetimiz bir fetih medeniyetidir” dedi.

Erdoğan siyasetinin pragmatist, yani faydacı olduğu bilinir. Günün koşullarına göre birbirine tabandan zıt fikirleri aynı heyecanla savunduğu, tabanının da bu farklı siyasetleri her seferinde sorgusuz kabul ettiği ile ilgili sayısız örneği hatırlarız. İç siyasette sıkıştıkça dış siyasette aktif ve sert politika yürüten iktidar milliyetçiliğin kökten reddinden, ”Kızılelma” ütopyasının ve“fetih medeniyeti”nin övgüsüne kadar gelmiş görünüyor.

YENİ TARİH ANLATISI OLUŞTURMA ÇABASI
Hamaset dozu ağır söylemler ve yeni “dış düşmanlar paranoyası” üzerinden seçmen tabanına yeni bir illüzyon (yanılsama) yaratılmaya çalışıldığı görülüyor. Bu çerçevede yaratılan yeni anlatıda “şanlı Türk tarihi” kahramanlıkları sıralanırken Osmanlı devleti döneminde son zafer olan 1915 Çanakkale’sinden (yüz yıl atlanarak) 2016’nın 15 Temmuz’una geliniyor. Kurtuluş savaşı, Kemal Atatürk ve arkadaşlarının özveri ile kurdukları modern Türkiye Cumhuriyeti devleti ve aydınlanma devrimi bu yeni anlatıda yok görülüyor.

Her seferinde farklı bahanelerle ulusal bayramların görkemli kutlamalarının engellenmesine getirilen gerekçelere kimse inanmıyor. Halk her yıl daha da artan coşkuyla ulusal bayramlarını bir şekilde kutluyor. Yazdıkları yeni tarih anlatısının üzerine koydukları, bu sebeple daha fazla önem atfettikleri yeni ‘resmi’ törenlere de halkın beklenen coşkulu katılımı sağlanamıyor.

Bir televizyon programında 15 Temmuz’un pandemi sürecinde törenlerle kutlanıp 30 Ağustos bayramının yasaklanması ile ilgili soruya yanıt olarak AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal: “15 Temmuz’un (kutlanma) hassasiyeti çok sıcak ve taze olmasından kaynaklanan bir hassasiyet. Bizim milli bayramlarımızla ilgili herhangi bir sorunumuz söz konusu değil” diyor. Ancak toplumun önemli kesimi, iktidarın Atatürk, Cumhuriyet ve Ulusal Bayramlar konusundaki samimi düşüncelerinin farkında.

DIŞ POLİTİKADA GERGİNLİK İÇ POLİTİK TERCİHLERİN SONUCU MU?
Dış politikayı yakın takip edenlerin birleştiği bir konu var. Erdoğan yönetiminin dış politikası Türkiye’nin uzun vadeli çıkarlarının gözetilmesi temelinde yürütülmüyor. Tersine, iç politikada yarattıkları gerilime destek olması ekseninde (iç politikanın alt başlığı gibi ) yürütülüyor dış politika. Bu gerilim politikası, dış politikadaki beceriksizlikleri örtmek için ihtiyaç duyulan illüzyon avantajını da sağlıyor.

T24 yazarı Mehmet Y. Yılmaz son yazısında; “Georgetown Üniversitesi psikologlarından Dr. Fathali M. Mogadham’ın bir kitabından şu alıntıyı, tekrarlayayım. ‘Demokratik yollardan seçilmiş karizmatik bir lider, sahip olduğu desteği arttırmak için ulusun dikkatini dış kaynaklı tehditlere çekecek manevralara giriştiği zaman, demokrasiye yönelik en büyük tehlike baş gösterir ki bu durumdaki bir lider taktik olarak savaş bile çıkarabilir” diye alıntı aktarıyor.

Mehmet Y. Yılmaz yazısına şöyle devam ediyor; “Doğu Akdeniz’de, Fransa’nın çapsız Cumhurbaşkanı ile en az onun kadar yetersiz Yunanistan Başbakanı’nın bulduklarını sandıkları fırsat, aslında Erdoğan’ın bulmayı beklediği fırsattır. Onun için uluslararası güç gösterisi ile Erdoğan’ı geriletebileceklerini zannediyorlarsa hesaplarını bir kez daha gözden geçirmeleri yararlı olur. Günümüz dünyasında, tarafları bu şekilde, aynı ittifakın üyesi üç devlet olan bir askeri çatışma kaç saat sürebilir dersiniz? Erdoğan’a bir saat bile yeter. Kimin kazandığının, kimin kaybettiğinin asla belli olmayacağı bir askeri çatışma! Elindeki muazzam propaganda makinesini harekete geçirip, en kötü olasılığı bile zafere çevirme yeteneğini de ihmal etmeyelim.

Yunanistan ile yaşadığımız son gerilim küçümsenemeyecek boyutlara ulaştı. Doğu Akdeniz anlaşmazlığında bütün ülkeler Türkiye karşısında konumlanmış durumda. Ülke olarak ulusal çıkarlarımızı elbette sonuna kadar savunmak zorundayız. Ancak dış gerilimlerin iç politika kazanımları için artırıldığını düşünüyor ülkenin önemli bir kesimi.

Doğu Akdeniz’de yaşanan bu son krizin hamasi ‘kızılelma ülküsü’nden değil, ulusal çıkarlarımızın uluslararası hukuk çerçevesinde savunulmasından kaynaklandığını umuyoruz.