Okudunuz mu, gördünüz mü ya da haberiniz var mı, bilmem. Milli Eğitim Bakanlığı, Aralık ayı başında yapılan “20. Milli Eğitim Şurası” öncesinde mostralık bir kitap yayımladı: Türkiye’de Eğitimin 20 Yılı (2000-2019).

Çalışmada yer alan 2000-2001-2002 yılları “Bakın eskiden böyleydi” demek için konulmuştu sanki... Sonrası ise “Biz geldik ve böyle yaptık” demek için… Ve çalışma bir nevi bir ‘Ak Kitap’tı.

Milli Eğitim Şurası’na yetiştirme kaygısıyla hazırlandığı izlenimi veren söz konusu kitapta, biri “Takdim”, diğeri “Önsöz” olmak üzere yalnızca iki kısa yazı vardı.

Söz konusu yazılardan “Takdim” başlıklı olan ilk yazı, elbette Recep Tayyip Erdoğan imzasını taşıyordu. “Önsöz” de MEB’in ‘bakan’ı olarak Mahmut Özer’in imzasını…

Gerisi rakamlar, sayılar, istatistiki tablolar ve o tablolarda görüneni, bir kez de yazıyla ifade eden birkaç cümleden ibaretti. Her halde öğretmenlerin, istatistiki tablolarda yer alan grafikleri okuyup anlayamayacaklarını düşünmüş olmalılar ki her birinin altına yazdıkları birkaç kısa cümleyle tercüme etmişlerdi.

Tabiri caizse, “Bakın!” demişlerdi öğretmenlere, “Eğer bakıp bakıp da hala anlamadıysanız, okuyun! Üstteki tabloda yer alan grafikte anlatılan işte budur. Sakın ola işin başka boyutlarını karıştırmayın. Ne yazıyorsak odur.”

Bunlardan ötesi yoktu. Ne MEB’de yaşanan yolsuzluklar vardı, ne Sayıştay Raporlarında tespit edilen onca sorun, onca usulsüzlük… Hatta MEB’in denetimi ve gözetimi altındaki pansiyonlar, yurtlar ve okullarda yaşanan ve yıldan yıla artarak basının ve sosyal medyanın gündemine düşen taciz ve tecavüz olayları da… Yani “Eğitimin 20 Yılı”nda sanki bunların hiçbiri yaşanmamıştı. Hatta onca şaşaayla Beştepe’den canlı yayınla sunulan “2023 Eğitim Vizyonu” bile yoktu.

Olmayanların dışındaysa değinilen her şeyde iyileşme vardı. Değinilen her şey öyle iyileşmişti ki bir süre önce “Fikri bir buhran içinde çırpınıyoruz” diyen ve “Topyekûn bir eğitim öğretim reformu” yapılması gerektiğini belirten Erdoğan bile bu sözlerinden vazgeçmiş görünüyordu. Belki de unutmuştu. Pandemi nedeniyle eğitim öğretime ara verilen dönemin sonunda, yani okullar kapalıyken, iyileşmeyi fark etmiş olmalı ki “Eğitim sistemi gayet güzel bir yerde” diyecek kıvama gelmişti. Allah’ın hikmeti işte… Başka ne denir ki…

RAKAMLAR VE SAYILAR
Eğitimde yaşanan enkaz tablosu yoruma gerek bırakmayacak şekilde orta yerde dururken, anlaşılan oydu ki MEB ve onun ‘bakan’ı Mahmut Özer, rakamlara ve sayılara sığınmaktan başka çare bulamamışlardı. Ama kendi istedikleri ve seçtikleri alanlardaki sayılara…

Tıpkı Ziya Selçuk’un, “2023 Eğitim Vizyonu”nda, lütfedip kendisini koltuğa oturtanları onore etmek ve deruni şükranlarını sunmak için hem iltifat kabilinden söylediği hem de var olan eğitim gerçekliğini ve onun hakikatini gizlemek için formüle ettiği “nicel başarı hikâyesi” sözüne sığındığı gibi…

Ne var ki rakamların ve sayıların dili yoktu. Onlar ne doğru söylerdi, ne yanlış, ne de yalan… Onlar yalnızca sembolik birer araçtı. İnsan zihninin bir ürünü olarak, kendi başlarına ve kendinde bir şey olarak olumlu ya da olumsuz bir değer taşımayan, düşsel/düşünsel birer nesneydiler.

Kullanmayı bilenin elinde ya da dilinde, gerçekliğin hakikatini, yani doğru bilgisini ifade etmenin aracı olarak da kullanılabilirlerdi. Başka birilerinin elinde gerçekliğin üzerine bir şal çekmenin ya da onun hakikatini gizleyip, yanılsamalı bilinç halleri yaratmanın, yalanı doğruymuş gibi sunmanın aracına da dönüştürülebilirlerdi.

FİLM SETİNDEKİ IŞIKÇI MİSALİ...
İşte MEB ve onun çiçeği çoktan solmaya başlamış ‘bakan’ı Mahmut Özer, AKP iktidarının, tıpkı kendisinden öncekiler gibi, bir oyun alanına dönüştürdüğü eğitim enkazından ‘ak’ bir tablo yaratabilmek için bu rakamlara, sayılar ve istatistiki oranlara sarılmayı seçtiler.

Ancak yaklaşık 19 yılda oluşan bir enkazdan sözel olarak değilse de kelimenin gerçek anlamında, bütünsel bir “nicel başarı hikâyesi” çıkartmak, şapkadan tavşan çıkartmaktan daha zordu. Çünkü bu 19 yılda eğitim bir yapboz tahtasına dönüştürülmüştü.

Dinsel temelli ve yanılsamalı siyasal-ideolojik kabullerle malûl, saplantılı bir bilinç halinin dışavurumu olan kindar ve dindar bir nesil yetiştirme uğruna çocuklar, öğrenciler, neredeyse bir kobay gibi kullanılmıştı.

Koltuğa oturtulan her ‘bakan’, kerameti kendinden menkul işler yapmıştı. Kimi müfredatla oynamıştı, kimi sınav sistemiyle… Eğitimle ilgili bozacak ya da yapacak bir şey bulamayan da seçimlerde kendi adaylarına oy verecek olanlara “Ruz-i mahşerde (kıyamet günü) beraat belgesi (kurtuluş)” vaadine girişmişti.

Hal böyleyken, merkezden taşraya dek, MEB teşkilatı, eğitim öğretimin içeriğinden denetimine yalnızca kâğıt üzerinde işleyen, gerçeklikte ise laçkalaşmış ve içinde rant ve koltuk çetelerinin fink attığı, her türden yozlaşma ve çürümenin vücut bulduğu bir yapıya dönüşmüştü.

Ve üç yıllık ‘bakan’ yardımcılığı döneminde, Mahmut Özer de bunların şu ya da bu ölçüde tanığıydı. Dolayısıyla MEB’in ve eğitimin 20 yılı öyle dobra dobra anlatılamazdı. Neyin anlatılıp neyin anlatılmayacağını, neyin gösterilip neyin gösterilmeyeceğini bilmek gerekirdi. Yani film setindeki mahir bir ışıkçı titizliğiyle çalışmak ve ışığı huzmelerini gösterilmemesi gereken hiçbir şeyin üzerine tutmamak…

Onlar da öyle yapmışlar ve hummalı bir çalışmanın sonunda hiçbir mayına basmadan, tehlikeli sulara dalmadan kısa denilebilecek bir sürede çalışmayı tamamlamışlardı. Zaten mevcut eğitim enkazı içinde, eğitimin ‘Ak Kitabı’nı hazırlamak başka nasıl mümkün olabilirdi ki… Hem de her geçen gün büyüyen eğitimde fırsat eşitsizliğine bile değinmeden...

Lakin AKP döneminde oluşturulan eğitim enkazının bir de “Kara Kitabı” var elbette. Bakalım onu kimler, ne zaman yazacak?


* Ankara Üniversitesi, DTCF Felsefe Bölümü mezunu ve “Arzu Okulu”, “Aşk Mavidir Öğretmenim”, “Öğretmen Düzenin Duvarındaki Tuğla”, “Edebiyat Nedir Ki…”, “Allah dedi Üstad-ı Azam” kitaplarının yazarı. Felsefenin Işığında / Felsefece; http://atalaygirgin.blogspot.com