Bu haftaki yazımda gündelik politik konulardan biraz uzaklaşarak, hem dünyada hem de ülkemizde oldukça yaygın olan, “komplo teorilerine inanç” meselesinin sebep ve sonuçlarını tartışmaya çalışacağım. Konu oldukça detaylı olduğundan bir yazıya sıkıştırmak istemedim, ikiye böldüm, haftaya devam edeceğim.

Psikolog akademisyenler Sinan Alper ve Onurcan Yılmaz’ın yeni yayımlanan “Komplo Teorilerine Neden İnanırız?” başlıklı kitabı bu konuyu etraflıca ele alıyor. Gazeteci Ruşen Çakır’ın Medyascope TV’de kitabın yazarları ile yaptığı söyleşiyi de merak duyanlara öneririm.

Aslında konu politik gündemden çok da uzak değil. Siyasal iktidarın seçmen tabanını konsolide etmekte başarıyla kullandığı çeşitli söylemlerinde bunu sıkça görüyoruz. “Avrupa bizi kıskanıyor”, “pahalılığın sebebi ekonomik fırsatçılardır” veya “Türkiye üzerinde derin oyunlar oynanıyor” ve benzeri söylemler birer komplo teorisi örnekleridir.

“Kandırma” sözcüğünü TDK “kandırmak işi; kekleme” olarak, “kandırmaca” sözcüğünü ise “kandırmak amacıyla yapılan düzen” diye tanımlıyor. Komplo teorisi bu manada kitlesel bir “kandırmaca” olarak tanımlanabilir.

Komplo teorisi kavramının literatürdeki tanımına bakacak olursak; bir grup insanın halkı etkileyen olayları gizli ve kötücül amaçlarla, kendi yararlarına ama başkalarının zararına olacak şekilde yönlendirdiğine dair kanıta dayalı olmayan inançlara komplo teorisi deniliyor.

Komplo teorileri bugüne özgü olmayan, tarihin her döneminde başvurulmuş bir kavram. Akla en aykırı, en inanılmaz safsatalara dahi inanan insanların çıkmasına birkaç örnek vereceğim; bunlardan ilki ABD’den.

ABD’DE OKUL KATLİAMINA "DÜZMECE" DİYEN KOMPLOCUYA 1 MİLYAR DOLAR CEZA 

ABD'de 2012 yılında Sandy Hook İlköğretim Okulu'nda bir saldırgan 20'si çocuk 26 kişiyi silahla öldürüyor. Bir süre sonra bir şeyler oluyor ve böyle bir okul saldırısının aslında hiç yaşanmadığı söylentisi yayılıyor. Aşırı sağcı radyo programcısı Alex Jones isimli bir komplo teorisyeninin öncülüğünde bu olayın bireysel silahlanma karşıtlarının bir oyunu olduğu, ölen çocuk ve acılı anne baba fotoğraflarının da düzmece olduğu öne sürülüyor. Bu iddialara inanan bazı insanlar, çocukları ölen ailelerin kapılarına dayanıp eylemler yapıyorlar.

Yıllar sonra bu komplo teorisyenliği bir davaya dönüşüyor ve Alex Jones ölenlerin yakınlarına bir milyar doların üzerinde tazminat ödemeye mahkûm ediliyor. Bu olay komplo teorilerinin ne kadar ileri gidebileceğini ve insanların hayatlarında ne gibi zararlar doğurabileceğine ilişkin önemli bir örnek oldu.

EKŞİ SÖZLÜK'TE ÜRETİLEN "CONTORIUM ELEMENTİ" EFSANESİ

İkinci örneğimiz Türkiye’den; dünyada yalnızca İstanbul boğazının derinliklerinde bulunan 23 trilyon dolar değerinde ‘contorium’ elementi madeni olduğu, bunu çıkarmamızı Amerikan emperyalizminin ve dış güçlerin engellediği iddiası. Boğaziçi üniversitesi kimya bölümü öğrencisi Can G. Kuseyri bu komplo teorisini eğlence ve deneysel amaçla uydurduğunu çektiği bir videoda açıkladı.

Ancak yanlış bilgi bir defa ortaya çıktıktan sonra bu bilginin gerçek olmadığı ispatlansa dahi çok işe yaramıyor. Bu komplo teorisini üreten kişi bu bilginin uydurma olduğunu; değil boğazda, dünyada böyle bir element olmadığını açıklamasına rağmen bu hikâye hızla ve halen yayılmaya devam ediyor.

Konda araştırma şirketi ülke genelinde 2018’de yaptığı “Popülist Tutum, Negatif Kimliklenme ve Komploculuk” başlıklı bir araştırmasında toplumun “Contorium elementi” komplo teorisine inanma eğilimini ölçüyor. Türkiye toplumunun yüzde 34’ü “İstanbul Boğazı’nda 17 trilyon dolar değerinde ‘Kontoryum’ elementi var ama dış güçler çıkarılmasına izin vermiyor” iddiasına katılıyor. Bu iddiaya “ne katılıyorum ne katılmıyorum” cevabı verenlerin oranı ise yüzde 38. Bu uydurma yargıya katılmayanların oranının sadece yüzde 24 olduğu tespiti yapılıyor.

Bir diğer örnek; Lozan antlaşmasının 100. yılı olan 2023’te süresinin dolacağı, gizli maddelerinin ortaya çıkacağı ve Türkiye’nin yer altı zenginliklerini çıkarmasına artık engel kalmayacağı yalanıydı. Senen 2024 oldu, buna inanan insanlar inanmaya hala devam ediyorlar.

POPÜLİST-OTORİTER LİDERLERİN ETKİLİ ARACI KOMPLO TEORİLERİ

Komplo Teorileri hemen herkesin günlük hayatında gördüğü, her yerde karşılaşabildiği bir yaklaşım tarzı olarak insanların hayatında önemli yer tutuyor. Ancak ve özellikle kriz dönemlerinde daha çok öne çıktığı biliniyor.

Bu kavramın siyasal alanda kutuplaştırıcılığın artırılması için en çok popülist-otoriter aktörler tarafından kullanıldığı biliniyor. ABD eski başkanı Donald Trump’ın “demokrat elitlerin satanist istismarcılar” oldukları, Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın ise “George Soros’un beyaz Avrupalıları Müslüman Ortadoğulularla değiştirmeye çalıştığı” iddiaları siyasal komplo teorilerine örnektir.

Türkiye’de Ergenekon ve Balyoz Davaları’na eşlik eden “derin devlet” söylemleriyle başlayan komplo anlatıları 2013’teki Gezi Parkı protestolarına karşı hükümetin geliştirdiği “Türkiye’nin şahlanışını engellemeye çalışan dış mihraklar ve içerideki uzantıları” teorileri ile devam etti.

“KOMPLO TEORİLERİ, SEÇİM KAMPANYALARI VE SEÇMEN ALGISI”

Komplo teorilerinin dolaşımının etki alanların en önemlilerinden birisi de seçmen tercihlerinin yönlendirilmesi oluyor. İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsünün yayınladığı “Komplo Teorileri, Seçim Kampanyaları Ve Seçmen Algısı” başlıklı 2023 tarihli alan araştırması bu konuda önemli tespitler içeriyor. Bu araştırma bulguları, komplo anlatılarının, belli sosyo-ekonomik göstergelere ya da siyasi parti tercihine indirgenemeyecek bir yaygınlık kazandığını ortaya koyuyor.

Özellikle son on yılda, kur dalgalanması ve pahalılık gibi ekonomik gelişmelerden çevreci itirazlara kadar neredeyse tüm toplumsal gelişmeler komplo teorileri kapsamında sunulmaya devam ediyor. Komplo temalı anlatıların iktidar kanadında olduğu kadar, muhalefet bloğuna yakın kesimlerde de karşılık bulduğu görülüyor.

Hukukun ve seküler kurumların yeterince gelişmediği, yolsuzlukların yüksek, gelir dağılımı eşitsizliğinin fazla olduğu ve otorite figürlerine güvenin az olduğu toplumlarda komplo teorilerine inanma eğiliminin daha yüksek olduğu da tespit edilmiş. Eleştirel ve analitik düşünme yeteneği olmayan, bilimsel ve politik okuryazarlığı sınırlı insanlar bunlara çok daha kolay inanıp bu hurafeleri hızla yayıyorlar.

KOMPLO TEORİLERİNE İNANÇ ZİHNİN BİR KUSURU DEĞİL İŞLEVİ 

Komplo teorilerine inanma eğilimi aslında zihnimizin bir kusuru değil, yaşama adapte olma açısından zihnin yararlı bir işlevi olarak ortaya çıkıyor. Komplo teorileri karmaşık durumları basitleştirerek insanlara (kanıta dayalı olmasa da) anlaşılır örüntüler ve net açıklamalar sunduğundan toplumda kolayca yayılabiliyor.

Örneğin; “Covid 19 pandemisi ve aşısı neden çıktı?” sorusunun yanıtı gayet basit; “ Çünkü Bill Gates insanlara çip takmak istiyordu, laboratuarda bu virüsü üretti, yaydı ve aşı bahanesiyle bu amacına ulaştı” gibi… Son derece karmaşık bir gerçeklik (bilime ve gerçeğe tümüyle ters olsa da) basit bir zihinsel örüntü kurularak hemen anlaşır hale getirilebiliyor.

Çevrede olan bitenlerin sebeplerini insanların çoğunluğu anlayamadığı halde, komple teorileri ile “aydınlanmış” olanlar, “büyük gizemi çözmüş uyanıklar” olarak hissediyorlar kendilerini. Çevredeki belirsizlikleri en aza indiren bu sezgisel yaklaşım insanın zihnine ve duygularına da iyi geliyor.

Tüm karmaşık konuları böyle basitçe izah etmiş ve net bilgiye ulaşmış olma (!) durumu, insanların “düzenli ve güvenli olma” ihtiyaçlarını karşılıyor. Böylece bizi rahatsız eden psikolojik belirsizlik durumumuzu azaltarak daha huzurlu ve mutlu olmamızı sağlıyor. Aksi halde, yani var olan belirsizlik durumunu anlamlandıramadıkça kaygı ve stres içine giriyoruz ve bu durumda olmayı sevmiyoruz.

Konuya bir sonraki yazımda devam edeceğim. Gelecek haftaki yazımda; bir grup insan bu hurafelere inansalar ne olur, şehir efsaneleri nasıl hızla yayılıyor, yalan bilgi neden üretilir ve yayılır, komplo teorileri ile baş edilebilir mi ve kendimizi komplo teorilerinden nasıl koruruz, sorularının yanıtlarını aramaya çalışacağım.