Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) eski genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Aydınlık gazetesinin dergisi Teori dergisine "Altı Ok" temalı bir mülakat verdi.
CHP'nin temel ilkeleri cumhuriyetçilik, halkçılık, laiklik, milliyetçilik, devletçilik ve devrimciliği temsil eden "Altı Ok" simgesinin tarihsel perspektifini irdeleyen Kılıçdaroğlu, “Altı Ok' nasıl bir cumhuriyet olduğumuzu, cumhuriyetimizin karakterini ve kişiliğini önümüze serer. Bir başka ifadeyle, evet 'Altı Ok' CHP’nin ideolojik hattını ve politik söylemini, parti amblemine varıncaya kadar belirlemiştir. Ancak 'Altı Ok' sadece CHP’yi ve CHP dönemi siyasasını değil, CHP’nin parçası olmadığı iktidar dönemlerini de etkilemiştir. Bu haliyle 'Altı Ok' Türkiye’nin siyasal ve toplumsal dönüşümünü yani Türkiye’nin modernleşme sürecini başlatmış, CHP dışı/karşıtı parti ve iktidarlar üzerinde de belirleyici etkisi olmuştur" dedi.
Kılıçdaroğlu, "Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar kalacağını ifade etmiştir. Bu inanç haliyle 'Nasıl bir payidarlık?' sorusunu beraberinde getirir. İşte bu noktada yanıt yine Altı Ok’tadır. Cumhuriyetimiz, dün ve bugün olduğu gibi yarınlarında da Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devrimci, Devletçi ve Laik olacaktır" ifadelerini kullandı.
'TÜRKİYE ETNİK KÖKEN TEMELLERİ ÜZERİNE KURULMADI'
Milliyetçilik ilkesinin; etnik bir atfa sahip olmadığını; siyasi bir birlikteliği öngördüğünü ifade eden Kılıçdaroğlu, "Açıkça söylemek gerekirse Türkiye Cumhuriyeti din ve etnik köken temelleri üzerinde değil, siyasal bilinç zemininde kurulmuştur" dedi.
Cumhuriyet Halk Partisinin, sol bir parti olarak kurulmadığını söyleyen eski CHP lideri, şöyle devam etti:
"Ancak partimizin kurucusu, ilk genel başkanımız Mustafa Kemal Atatürk, CHP’nin temellerine tereddütsüz demokrasiyi yerleştirdi; yaşamı boyunca da demokrasiyi Türkiye Cumhuriyeti’nin ulaşacağı nihai hedef olarak savundu. “Hâkimiyet bilakaydu şart milletindir” ilkesine duyduğu inançtan, ömrü boyunca vazgeçmedi."
EKONOMİ REÇETESİ
Kılıçdaroğlu, yeni bir devletçilik anlayışını şu sözlerle anlattı:
"Özel sektörün önüne engel koymayan ama onlara sosyal devlet ilkesine uymayı zorunlu kılan, kamulaştırmadan da korkmayan yeni bir siyasi iktidar, yeni bir devletçilik anlayışıyla içinde bulunduğumuz ekonomik buhrandan çıkabiliriz."
'KEMALİZM 1935'TE GİRDİ'
Kılıçdaroğlu'nun Teori dergisine verdiği "Altı Ok" başlıklı röportaj şöyle:
Teori: Kemalist Devrimlerin ideolojik çerçevesini ve içeriğini belirleyen Altı Ok’a ilişkin değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?
Kemal Kılıçdaroğlu: Önce şu “Kemalist” konusuna açıklık getirmemiz gerekiyor. Mustafa Kemal kendisini hiçbir zaman “Kemalist” olarak tanımlamamıştır. Bu tanımlamayı yapan İstanbul’u işgal eden İngilizlerdir. İstanbul’un işgali sırasında işgalci güçlere karşı direnenleri İngilizler “Kemalci” ya da “Kemalist” olarak adlandırmışlardır. “Kemalist” aslında işgalci güçlere karşı direnenlerin, ülkesinin bağımsızlığı için can verenlerin ortak adıdır.
CHP, “Kemalizm” deyimini Mayıs 1935 tarihli Dördüncü Büyük Kurultayı’nda kabul ettiği Programı ile resmileştirmiştir. Programın giriş bölümünde “Partimizin güttüğü bütün bu esaslar, ‘Kamâlizm’ prensipleridir” der… Daha sonraki yıllarda yerli yabancı “Kemalist” adlı pek çok yayın organı da çıkmıştır.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün bizatihi anlamlaştırdığı; teorik içeriğini oluşturduğu “Altı Ok” Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesidir. Bir başka anlatımla yeni kurulan devletin ideolojik temelidir. Özü itibariyle “Altı Ok” nasıl bir cumhuriyet olduğumuzu, cumhuriyetimizin karakterini ve kişiliğini önümüze serer. Bir başka ifadeyle, evet “Altı Ok” CHP’nin ideolojik hattını ve politik söylemini, parti amblemine varıncaya kadar belirlemiştir. Ancak “Altı Ok” sadece CHP’yi ve CHP dönemi siyasasını değil, CHP’nin parçası olmadığı iktidar dönemlerini de etkilemiştir. Bu haliyle “Altı Ok” Türkiye’nin siyasal ve toplumsal dönüşümünü yani Türkiye’nin modernleşme sürecini başlatmış, CHP dışı/karşıtı parti ve iktidarlar üzerinde de belirleyici etkisi olmuştur.
“Altı Ok”, özünde çağdaş uygarlığı yakalama ve onu aşma idealidir. Bu nedenledir ki Atatürk; “Ülkeler çeşitlidir. Fakat uygarlık birdir ve bir ulusun yükselmesi için de bu biricik uygarlığa katılması gereklidir” der. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yıllarına baktığımızda “Altı Ok”un ne kadar önemli anlamlar içerdiğini daha iyi görürüz. Bir uygarlaşma, çağı yakalama ve onu aşma idealini Altı Ok’ta görebilirsiniz.
Özetle ifade etmek gerekirse:
• Osmanlı Monarşisinin tasfiyesi ve yerine halk egemenliğine dayalı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması nedeniyle “Cumhuriyetçilik”;
• Atatürk’ün tüm devrimlerinin halk için olması, hiçbir kişiye, aileye, cemaate veya sınıfa ayrıcalık tanınmayıp eşit yurttaşlığı esas alması ve demokrasiye inanması nedeniyle “Halkçılık”;
• Dışlayıcı olmayan ve tüm yurttaşları ayrıcalıksız kucaklayan bir vatandaşlık anlayışı nedeniyle “Milliyetçilik”;
• Dinin devlet işlerinden ayrılması ve modern bir hukuk sisteminin oluşturulması, eğitimde bilimsel çağdaş bir eğitimin temel alınması nedeniyle “Laiklik”;
• Genç cumhuriyetin ekonomik kalkınmasının sağlanması ve sosyal devlet anlayışının kökleşmesine katkıları nedeniyle “Devletçilik”;
• Toplumsal ve siyasal değişimlerin sürekliliğini sağlamaya yönelik bir yaklaşımı öngördüğü için de “Devrimcilik”, Türkiye Modernleşmesinin temellini oluşturmuştur.
Bu nedenledir ki Türkiye’nin değişen toplumsal, ekonomik ve siyasal dinamikleri ve tercihlerine bağlı olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzyıllık tarihinin önemli bir bölümünde, diğer siyasi iktidar partilerinin farklı “Altı Ok” yorumları olsa da -istisnalar hariç -örneğin Cumhuriyetçiliğin ve/veya Milliyetçiliğin, Laikliğin kök tanımlarına ilişkin mutabakat korunmuştur. Altı Ok’a ilişkin bu köklü gerçeklik önemli ve değerlidir.
DEMOKRATİK REJİMDE OLMASI GEREKENLER
Teori: Korunduğunu ifade ettiğiniz mutabakatın, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğine ilişkin olası etkisi hangi düzeyde olacaktır?
Kemal Kılıçdaroğlu: Bugün içinden geçtiğimiz dönemden kurtulmanın reçetesi bahsettiğim mutabakattır. Aslında mutabakatı sağlayan temel norm anayasadır. Yani farklı ideolojik konumlanışları olan siyasal partiler; asgari müştereklerde buluşabilmeli, asgari müşterekleri azamileştirmeyi amaçlayan diyalogları samimiyetle, şeffaflıkla, önyargısız kurabilmelidirler. Bunu sağlayacak olan da büyük ölçüde -farklı tanımlarımız elbette olabilir- ülkemizin kurucu felsefesi olarak Altı Ok ilkeleridir. Örneğin halkın mutlak egemenliğinin doğruluğuna, ülkemizin yönetim biçiminin Cumhuriyet olduğuna ve bu şekilde devam etmesi gerektiğine ilişkin inancımıza bağlı olarak yeni bir birliktelik inşası mümkündür. Dolayısıyla ben Altı Ok’un çok genel hatlarıyla ifade ettiğim nitelikleriyle birlikte, ülkemizin geleceğine ışık tuttuğuna da inanıyorum.
Anımsayınız; Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar kalacağını ifade etmiştir. Bu inanç haliyle “Nasıl bir payidarlık?” sorusunu beraberinde getirir. İşte bu noktada yanıt yine Altı Ok’tadır. Cumhuriyetimiz, dün ve bugün olduğu gibi yarınlarında da Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devrimci, Devletçi ve Laik olacaktır. Dolayısıyla Mustafa Kemal, Altı Ok sayesinde bir gelecek tahayyülünü önümüze koyar. Bu gelecek tahayyülü tam bağımsızlık hedefinden ayrılmaksızın, kesinlikle laikliğe dayalı demokratik bir rejimden başka bir şey değildir. Bu demokratik rejimin olması gereken vasıflarını da özetle ve kısaca aktarmaya çalışayım;
a) Birlikte üreten ve hakça bölüşen,
b) Gelir dağılımı eşitsizliğini insan hakları temel ilkeleri çerçevesinde de gidermiş,
c) Doğa haklarına uygun bir kalkınma yaklaşımına sahip,
d) Başta kadın hakları ve düşünceyi ifade özgürlüğü olmak üzere, tüm temel hak ve özgürlük alanlarında yurttaşlar lehine ödünsüz,
e) Yargısı bağımsız, üniversiteleri özgür, eğitimi bilimsel ve laik,
f) Komşularıyla ilişkilerde barıştan ve her koşulda diyalogdan yana bir cumhuriyet…
Özetle güzel cumhuriyetimizi gerçek bir “demokrasi” ile taçlandırmak.
Şunu da belirtmeliyim. Övünmek hakkımızdır, Atatürk Devrimlerinin en önemli eseri Türkiye Cumhuriyeti’ne dönük tüm saldırılara karşın ikinci yüzyıla ulaştırmayı başardık. Şimdi bize düşen, cumhuriyetimizin kuruluşundan günümüze geçen sürenin tarihsel birikimden aldığımız ilhamla, yeni bir ikinci yüzyılı hep birlikte inşa etmektir. Mustafa Kemal’in Altı Ok’u cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında da bize yol gösterici olacaktır. İkinci yüzyıla ilişkin temel hedeflerimizi de 25 Temmuz 2020 tarihli kurultayımızda “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi” ile kamuoyuna açıkladık.
'ALTI OK'UN GÜNCELLENMİŞ YORUMU...'
Teori: Peki, Cumhuriyetimizin içinde bulunduğumuz yüzyılında Altı Ok nereye düşüyor? Yukarıdaki yanıtınız çerçevesinde açar mısınız?
Kemal Kılıçdaroğlu: Cumhuriyetçilik ilkesine bakalım… Mustafa Kemal söylüyor; “cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir.” Kemalist Devrim’in ana ilkesi hüviyetinde olan Cumhuriyetçilik demokratik bir yönetimin uygulama pratiğidir. Cumhuriyetçilik padişahın kulu olmaktan cumhuriyetin onurlu vatandaşı olmaktır. Yani halkı tebaa zihniyetinden kurtarmaktır. Yurttaşların, demokratik kurallar çerçevesinde bir yönetimin paydaşı ve kurucusu olmasını sağlayan cumhuriyetçilik, egemenliği kişiye ve zümreye ait olmaktan çıkartır ve milletin kendisine teslim eder. Bu nedenledir ki millet egemenliğinin soyutlandığı alan olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal için cumhuriyetin özeti gibidir.
Bu haliyle Cumhuriyetçilik, dün millet egemenliğinin karşılığını bulduğu TBMM’yi yarın da bu egemenliğin merkezi yapmak için verilecek mücadeleyi ifade eder. Yani “Tek adam rejiminin sarayına” teslim edilmiş egemenlik hakkının yeniden TBMM’ye geri verilmesi için sürdürülmesi gereken mücadeleyi ifade eder. Dolayısıyla bugün için, TBMM’nin tek adam rejiminin bir oyun alanına dönüşmüş olması kimseyi karamsarlığı düşürmemelidir. Yeniden Mustafa Kemal Atatürk’e atıf yapmak gerekirse, kendisi özetle “Cumhuriyet idaresi faziletli insanlar yetiştirir… Sultanlık korkuya ve tehdide dayandığı için korkak insanlar yetiştirir…” der. Dolayısıyla bugünün sultanlığının korkak kadrolarının karşısında, Cumhuriyetin faziletli inanmışları, mutlaka cumhuriyetimizi yeniden ayağa kaldıracaktır. Unutmamamız gereken nokta; Cumhuriyetçilik ilkesinin, laiklikle birlikte demokratik hukuk devletinin temel dayanağı olduğudur. Haliyle Altı Ok’un yukarıda ifade etmeye çalıştığım güncellenmiş yorumu bizi çağdaş, özgürlükçü demokrasiye çıkarır.
REFAH MİLLİYETÇİLİĞİ
Teori: Altı Ok’un bir diğer ilkesi Milliyetçilik, verilmesi gerektiğini düşündüğünüz mücadelenin neresine denk düşüyor?
Kemal Kılıçdaroğlu: Milliyetçilik ilkesine baktığımızda da gördüğümüz şudur. Milliyetçilik; etnik bir atfa sahip değildir; siyasi bir birlikteliği öngörür. Açıkça söylemek gerekirse Türkiye Cumhuriyeti din ve etnik köken temelleri üzerinde değil, siyasal bilinç zemininde kurulmuştur.
Bir etnik kimliğin diğer etnik kimliklerden üstünlüğünü değil, tüm etnik kimliklerin, rızaya dayalı bir vatandaşlık halinin kuşatıcılığında kendilerini eşit şekilde ifade etmelerinin sağlanmasıdır. Atatürk’e göre Milliyetçiliğimiz, tam bağımsızlıkçı ve bencil olmayan bir Milliyetçiliktir. Bu özellikleri nedeniyle mazlum milletlere ışık tutar, ırkçılığı yoktur. Elbette cumhuriyetimizin 100 yıllık tarihinde kötü bazı örnekler yaşanmış olabilir. Ancak yine Cumhuriyetimizin 100 yıllık birikiminin ve pratiğinin büyük bir bölümü, her bir vatandaşının kendisini ait olmaktan memnun hissettiği; kötü örneklerinden yılmayıp parçası olmak için mücadele ettiği bir gerçekliğe denk düşer.
Cumhuriyetimizin 2. yüzyılının başında, dünyadaki gelişmeleri de dikkate alırsak, bireyin refahı ile ülkesinde huzur içinde yaşamasının koşullarını yaratmak zorundayız. Yani herkesin kimliğine saygı duyarak bireysel ve toplumsal refahımızı büyütmeliyiz.
Bunu “Refah milliyetçiliği” olarak da tanımlayabiliriz.
Refah nedir? Refah sadece zenginlik değildir. Refah toplumun ürettiği sosyal, ekonomik ve kültürel değerlerin tamamının belirli bir zaman diliminde; mümkünse aynı yıl içinde halka yayılmasıdır. Bu bir süreçtir. Bu süreçte, refah paylaşımında tek ölçüt ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı olmaktır.
Milliyetçilik nedir? Milliyetçilik, etnik ve dini farklılıkları keskinleştiren bir bariyer, bir “distopya” değildir. Milliyetçilik, ait oluğu birlikte yaşama arzusu öne çıkan toplulukların, varlıklarını sürdürmesi, refaha ulaştırılması ve yüceltilmesi “ütopya”sının birlikte yaşama ve çalışma bilinciyle gelecek kuşaklara aktarılmasıdır.
Bu çerçevede konuyu ele aldığımızda; etnik, kültürel ve sınıfsal ayrımları aşan kapsayıcı bir yurttaşlık anlayışını kurmamız gerçekleşecektir. Bu da kültürel zenginliğimizi artıracak, toplumsal barışın gerçekleşmesini ve kalıcılığını sağlayacaktır.
'SOL BİR PARTİ OLARAK KURULMAYAN AMA RUHU SOL OLAN SOLDAN ATAN BİR PARTİDİR CHP'
Teori: Halkçılık ilkesinden bahsettiniz; bu ilkeyle ilgili değerlendirmeleriniz nelerdir?
Kemal Kılıçdaroğlu: Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bir yazımda bahsetmiştim,yeniden aktarmak isterim. Cumhuriyet Halk Partisi, sol bir parti olarak kurulmadı. Ancak partimizin kurucusu, ilk genel başkanımız Mustafa Kemal Atatürk, CHP’nin temellerine tereddütsüz demokrasiyi yerleştirdi; yaşamı boyunca da demokrasiyi Türkiye Cumhuriyeti’nin ulaşacağı nihai hedef olarak savundu. “Hâkimiyet bilakaydu şart milletindir” ilkesine duyduğu inançtan, ömrü boyunca vazgeçmedi.
Bu tutarlılığının vücut bulduğu iki kavramdan biri “Cumhuriyetçilik”, diğeri ise “Halkçılık” ilkesidir. Halkçılık, Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongresi kararlarında, 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılışında, 20 Ocak 1921 ve 20 Nisan 1924 anayasalarının hazırlanışında temel şart, “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ilkesidir. Bu söylem, Atatürk’ün Halkçılık ilkesinin ruhudur. Atatürk bu ruhtan ömrü boyunca hiç şaşmamıştır. Bu söylem aynı zamanda özgürlükçü bir siyasi parlamenter demokrasiye er ya da geç ulaşma isteğinin de nişanesi olmuştur.
Büyük Atatürk’ün, eşsiz yol arkadaşı, kendisi sonrasının Cumhurbaşkanı ve partimizin ikinci Genel Başkanı İsmet İnönü de halkçılık demokrasi ilişkisine bağlı kalmıştır. Ülkemizi çok partili siyasi hayata geçirme kararlılığı; CHP’nin 1950 seçimlerini Demokrat Parti’ye karşı kaybedişini, “Bu bir yenilgi değil, benim en büyük zaferimdir” sözleriyle değerlendirmesi, İnönü’nün demokrasiye ve Halkçılık ilkesine bağlılığının tarihsel örnekleridir. Bu örnekler ışığında CHP’yi solda tanımlayan adım da İnönü’den gelmiştir. “Halkçı isen ortanın solunda olursun” diyen İnönü’nün kendisidir.
Partimizin İnönü sonrası Genel Başkanı Bülent Ecevit de benzer bir değerlendirme yapar ve “Ortanın solundakiler halkçıdırlar. Geniş halk topluluklarının yararını, dar zümrelerin çıkarlarına üstün tutarlar” der. Dolayısıyla sol bir parti olarak kurulmayan ama ruhu sol olan soldan atan bir partidir CHP.
ORTANIN SOLU
Teori: Altı Ok’un Türkiye’nin temel problemlerinin çözümünde ve özelikle de ekonomik krizin çözümü ve tekrarının olmaması hususunda bir reçetesi var mı?
Kemal Kılıçdaroğlu: Öncelikle şunu söyleyeyim. Cumhuriyet kurulduğunda şeker üreten fabrikamız bile yoktu. Milli paramızı basacak olan Merkez Bankasını 1930 yılında kurduk. Bir devlet düşünün parasını yabancılar basıyor. Altı Ok’ta vücut bulan politikalarla bu ülke 1940’lı yıllarda dünyaya uçak ihraç eden 5 ülkeden birisi oldu. Borç batağındaki bir imparatorluk devralan Ülkemiz, tek adam rejiminin sadece demokraside, insan hak ve özgürlüklerinde, yargı bağımsızlığında değil ekonomide de yarattığı ağır tahribatın sonuçlarını yaşıyor. Ki elbette bu saydığım ya da sayamadığım temel sorunlar birbirinden bağımsız değil. Ancak biz ayrı ayrı ele aldığımızda da çok ağır bir tabloyla karşı karşıyayız. Bu ağır tablonun ekonomik boyutuna ilişkin ise “Devletçilik” ilkesinin söyleyebileceği çok şeyler var. Ekonomik krizden bizi kalıcı olarak çıkartacak perspektif yaklaşık 90 yıllık bir geçmişi ve birikimi olan Devletçilik ilkesinin, “Sosyal Devlet Devletçiliği” hedefiyle yeniden tanımlanmasından geçmektedir. Cumhuriyetimizin yeniden “Kimsesizlerin kimsesi” kılınmasının, tek bir çocuğun dahi yatağa aç girmeyeceği bir düzeni kurmanın yolu Devletçilikten geçmektedir. Bir başka yazımda ifade etmiştim, izninizle yenilemek isterim.
“Bir ülkede en büyük ekonomik aktör devletin kendisidir. Çünkü devlet vergi toplar, borçlanır ve bunlar dışında da bazı gelirlere sahiptir. Soru şudur: ‘Devlet bu kaynakları kim için, nasıl harcayacaktır?’ Sosyal devlet olmak, refah devletini inşa etmek bu sorunun yanıtında yatmaktadır. Sosyal devlet mantığıyla yapılacak her harcama günümüz sosyal devletçiliğinin temel anlayışını yansıtacaktır. Yeniden anımsatmak gerekirse devlet, evlatlarını bir ana şefkatiyle, ayrım yapmaksızın ve yaptırmaksızın korumak ve kollamak zorundadır.”
Haliyle, günümüz dünyasında sosyal adalet ve refah devleti politikalarına uyarlanmış haliyle Devletçilik, gelir dağılımında eşitliği sağlayan sosyal demokrat bir reform projesine dönüşebilir. Tüm bunları; özgürlüğü, şeffaflığı, denetlenebilir olmayı, hukukun üstünlüğünü temel ilke olarak belirleyen yeni bir iktidar anlayışıyla yapabiliriz. Özel sektörün önüne engel koymayan ama onlara sosyal devlet ilkesine uymayı zorunlu kılan, kamulaştırmadan da korkmayan yeni bir siyasi iktidar, yeni bir devletçilik anlayışıyla içinde bulunduğumuz ekonomik buhrandan çıkabiliriz.
Bu noktada bir başka ilişkiyi de vurgulamak isterim. Yukarıda “Cumhuriyetçilik”, “Milliyetçilik” ve “Halkçılık” arasındaki ilişkiye atıf yapmış; bu atıflar ışığında İnönü’nün “Halkçı isen ortanın solunda olursun” sözünü anımsatmıştım. Bakın Cumhuriyetin başta Atatürk olmak üzere, cumhuriyetin kurucu kadrolarının neredeyse tek bir sözü, söylenmiş olmak için söylenmemiştir. İnönü Trabzon’da bir konuşma yapıyor ve dinleyicileri “Ortanın Solu” kavramını bakın nasıl anlatıyor:
“…Bugünkü toplum devletin, ülkenin yetenekli çocuklarını okutmasını istiyor, ortanın solu budur. Devlet, vatandaşların sağlığını korumak için tedbir alacaktır, ortanın solu budur. Bugünkü devlet sosyal devlettir… “
İnönü’nün bu anlatımından şu sonucu çıkarmalıyız. Halkçılık ilkesi ile solun ilişkisi, sol ile Sosyal Devlet ilişkisi ve özünde yatan Halkçılık… Muazzam bir uyum ve bütünlük…
Burada bir temel konuya daha girmek isterim. Devletle halk arasındaki ilişkiye… Devlet her şeyden önce liyakat üzerine inşa edilmek zorundadır. Bu da bizim devletçilik anlayışımızın temel taşlarındandır. Devleti yönetenler de halkına hesap vermek zorundadır. Çünkü devleti yönetenlerin aylıklarını devletten hizmet alan halk öder. Dolayısıyla halkın ödediği vergilerin hesabını veremeyenler yolsuzluğa ve devlette çürümeye yol açarlar. Bu da ahlaki anlayışı temelden dinamitler. Cumhuriyetin ilk yılları dahil, tek parti döneminde bakanların yüce divana gönderildiğini hiç kimsenin unutmaması gerekiyor. Şimdilerde ise yolsuzluk yapanlar, ya da devleti soyanlar el üstünde tutuluyor.
'LAİKLİK' İLKESİ VAZGEÇİLMEZDİR'
Teori: Tüm bu değerlendirmeleriniz de “Laiklik” ilkesini nereye koyuyorsunuz?
Kemal Kılıçdaroğlu: Atatürk’ün laiklik anlayışı ve bunu bir ilke olarak devrimlerinin temeline yerleştirmesi muazzam bir adım. Bugün sadece ülkemizin değil, dünyanın yaşadığı sorunlar bağlamında da ele aldığımızda yaklaşık yüz yıl önce atılan bu adım, Atatürk’ün geleceği okuma yetisinin kanıtı bir nevi. Ne demek istiyorum? Bakın, laiklik bireysel özgürlüklerin ve çoğulculuğun güvencesidir. Laiklik aklın özgürleşmesidir. Üstelik laiklik kimi çevrelerce iddia edildiğin aksine inanç özgürlüğünün de güvencesidir. Haliyle laiklik, karşıtlarının da fikri varlığını güvence altına alır. Aynı zamanda sadece fikri özgürlüklere değil, uyguladığı ve meşru gördüğü şiddet nedeniyle doğrudan yaşam hakkına saldıran köktenci anlayışlara, yapılara karşı da “Laiklik” ilkesi vazgeçilmezdir. Bu bağlamda laiklik, fikri hür, irfanı hür ve vicdanı hür nesiller yetiştirmenin, yetiştirebilir olmanın bir nevi başlangıç noktasıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik birikimi, Ortadoğu coğrafyasına, Müslüman dünyaya yol gösterici niteliğiyle daha fazla öne çıkarılmalıdır. Bu noktada CHP iktidarında laiklik, başta bölgemizde olmak üzere tüm dünyayla kuracağımız ilişkinin temel belirleyeni olacaktır, olmalıdır.
Dünyanın otoriterleşen eğilimine karşı, sadece Müslüman dünyanın değil, tüm dinlerin köktencilerine karşı bilimsel, akılcı, eşitlik üreten, adalet üreten, ötekileştirmeyen laik bir perspektifi, yeni kuşakların eğitimine ilişkin yürütülen politikalarda başat kılmalıyız. Dünya sosyal demokratlarını ve solcularını içinde bulundukları krizden çıkartacak yaklaşımın da bu olduğuna inanıyorum. Özellikle batı dünyasını bir salgın gibi etkisi altına alan aşırı sağ/ ırkçı siyasetin panzehri, dünyanın tüm demokratlarının temel ilkeler altında buluşmasıdır. Bu temel ilkeler, laikliğin herkesin yaşam hakkını kuşatan evrensel ruhundan geçmektedir.
'DEVRİMCİLİK' İLKESİ SOL/SOSYALİST DÜNYAYLA İLİŞKİLENMESİNİN SAĞLAYICISI'
Teori: Peki, Devrimcilik ilkesiyle diğer ilkeler arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlıyorsunuz?
Kemal Kılıçdaroğlu: Devrimcilik geleceğin öncüsü olmak demektir. Bunun mücadelesini vermek demektir. Bizim yani CHP’nin devrimcilik anlayışı da budur. Devrimcilik ilkesi Atatürk Devrimlerinin sürekliliğini yansıtması kadar, bu devrimlerin verdiği dinamizm nedeniyle de önemlidir. Geleceğin öncüsü olmanın yolu bilimden geçmektedir. Nitekim Atatürk, “Dünyada her şey için; uygarlık için, hayat için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir; fendir. İlim ve fennin dışında rehber aramak dikkatsizliktir, bilgisizliktir, yanlışlıktır” der. Özetle, aklın ve bilginin önemine atıf yapar. Haliyle bilimle böyle bir ilişki kuruyor, bilimsel akla böylesine önem veriyorsanız, akla, bilime uygun olarak yaşanacak değişim ve dönüşümlerden korkmasanız, bu dönüşümlerin öncüsü olmanız gerekir. Bu haliyle Devrimcilik, partimizin sosyal demokrat bir partiye dönüşmesinin, sol/sosyalist dünyayla ilişkilenmesinin de sağlayıcısıdır. Aynı zamanda Devrimcilik ilkesi, yukarıda ifade etmeye çalıştığım Altı Ok’un diğer ilkelerinin bugüne ve yarınlara ışık tutan halinin de yapı taşıdır. Devrimcilik ilkesi kendi iç devrimimizin, devrimciliğimizin nüvesidir; durağanlığı değil, sürekliliği temsil eder.
Devrimcilik ilkesi aynı zamanda eleştiri ve sorgulama kültürünü de sürekli kılar. Bu olmazsa zaten değişimi sürekli kılamazsınız. Partimizin kurucu Genel Başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1931 yılında CHP 3. Olağan Kurultayında şöyle diyor: “Partide bir yanlışı, bir eksikliği gördüğünüz zaman kayıtsız, şartsız eleştireceksiniz. Yapılan herhangi bir yanlışa müsamaha göstermek, son derece yanlıştır; mahsuru faydasından büyük olur.”
Laikliğin olmadığı yerde değişimden ve devrimden söz edemezsiniz. Bilimdeki ilerlemeler, yaşanan teknoloji devrimi “devrimcilik” ilkesinin tartışılmaz önemini ortaya koymaktadır. Durağan bir toplum gerilemeye mahkûmdur. Her alanda çığır açan buluşların yaşandığı bir dünyada devrimlere imza atmazsanız edilgen bir toplum ve teknoloji üreten ülkelerin pazarı haline dönersiniz.
Güçlü bir ekonomi için belli alanlarda devletin öncülük etmesi gerekmektedir. Savunma sanayii gibi… Uzay sanayii gibi. Bu da devletçilik ilkesinin önemini gösterir. Ayrıca devlet, üniversitelerde her türlü düşüncenin özgürce tartışılacağı ortamı hazırlar. Bilgi üretmenin kaynağı üniversitelerdir. Bilgi üretmeyen bir toplumun geleceği yoktur. Bu da devlette laikliğin önemini gösterir. Çünkü laiklik aklın
özgürleşmesi demektir.
Cumhuriyet Halk Partisi 100 yıllık bir partidir…
Kendi iç dinamikleri ile 100 yıllık köklü gelenekler oluşturmuştur… Bağımsız olmayan medya organlarının yönlendirmeleriyle politika oluşturmaz… CHP Politikalarını Türkiye’nin gerçeklerinden hareketle oluşturur… Bilim insanlarının, aydınların, politik birikimi olanların katkılarıyla oluşturur. Öncelikle bu gerçeğin görülmesi gerekir.
CHP’nin ideolojik politik tutumu bellidir… Sosyal demokrat bir partidir… Atatürk’ün öngördüğü çağdaş uygarlığı yakalama ve aşma idealindedir… Her koşulda demokrasiyi savunur, eleştirilere açıktır. Gelişmiş bir eleştiri kültürü vardır. Otoriter yönetimlere karşıdır… Daha pek çok ilkeyi sayabiliriz… Altı okumuz bu bağlamda demokrasinin, büyümenin, vatan sevgisini içselleştirmenin bir güvencesidir.
CHP aynı zamanda Parti içi demokrasiyi savunan ve bunu gerçekleştirmek için çaba harcayan bir partidir. Ancak bu sürecin yeterliliği her zaman tartışılabilir, nitekim tartışılmıştır da…
Türkiye, 1950’de İnönü eliyle gerçekleştirdiği demokrasi devrimini yeniden ve daha güçlü bir şekilde tekrar gerçekleştirmelidir. Bu haliyle Türkiye, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında “tek adam rejimini” ya da “şahsım devleti” anlayışını benimseyen bir rejimi hak etmiyor. Bunu gerçekleştirecek olan da CHP ve Altı Ok olacaktır.
Toplumun bugün için bizden beklediği “otoriter bir yönetimden” Türkiye’nin kurtarılması ve sürecin demokratik yollarla gerçekleştirilmesidir. Nitekim ben bunu hemen hemen her mitingde özellikle gençlere vurgu yaparak dillendirdim…
“…yeni, genç ve enerjik bir kadronun önünü açmak için ne gerekiyorsa elbette yapacağım… Bu benim tarihsel sorumluluğumdur…” Gemiyi güvenli limana taşımayı bunun için dillendirdim… Ama bunun akılcı politikalarla gerçekleşmesi gerekiyor… Önyargılarla değil…