İnsanlığın en büyük düşmanı, cehalettir. Cahil, kendini bilen değildir.

Cehaleti bir gütme aracı olarak kullananlar ise; gönül gözü körelmiş doymaz egemenlerdir.

Memleketimizde olup bitenler; cehaletin ve kendini bilmemenin ne ölçüde olduğunu gösteriyor:

On sekiz yıldan beri memleketi yöneten AKP, iktidar olmak ve elde tutmak için her yolu mübah görür. Ama acaba cahilce mi davranıyor; yoksa kendini mi bilmiyor? Özellikle son çıkardığı kanun ve onu veto etmek; bu sorunun sorulmasına yol açıyor.

AKP, Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı onayı ile termik santrallerin iki buçuk yıl daha bacalarına filtrearıtıcı takmaması için kanun tasarısı hazırladı. TBMM’ye sundu. Komisyonda savundu. Ve genel kurulda çoğunluğunun oylarıyla kanunlaştırdı. İnsanlar ve doğa, derin bir acı duyarken AKP’liler sevindi!

Ardından da AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı bu yasayı veto etti. Yasayı kabul eden AKP’liler, bu kez de sevinç çığlıkları atıyor; parsa topluyor.

Bu olay, Nasrettin Hoca’nın eşeğini kaybeden de üzülüp buluğunda sevinmesi olayını anımsatıyor.

AKP iktidarı, oynadıkları bu oyunla insanları aptal yerine koymaktadır. Kendi aklıyla övünürken, halkın aklıyla alay ediyor! Demokrasinin yüce bir kuralı olan veto olgusunu, çocukların eline tutuşturulan horozlu şeker gibi sunmanın keyfini sürüyor.

Bu anlayış, cahil kurnazlığını ve kendini bilmezliği mi gösteriyor?

Yoksa halkın cahil ve kendini bilmez olduğunu mu anlatıyor? “Camiler ahır yapıldı” veya “Kabataş’ta başörtülü bacımıza saldırdılar” türü yeni bir çarpıtma mıdır?

Nasıl olsa ümmet cehaletinde bırakılan halk; Nevşehirlilerin İsmet İnönü’nün kendilerini onurlandırmalarını kavrayamadığı gibi gerçekleri  fark edemiyor. Fark ettiğinde de ay bacayı geçmiş oluyor:

İsmet Paşa; Kurtuluş savaşı sürecinde ailesini Niğde’ye emanet etmişti. İkinci Dünya savaşı sürecinde de, Cumhurbaşkanı olarak din ile devletin kutsal emanetlerini Niğde’ye emanet etmişti.

Müttefik görünen dengesiz Hitler’in Bulgaristan’ı işgali üzerine, Ankara tehdit altına girmiş. Alınan önlemlerden biri olarak, kutsal emanetlerin gizlice Ankara dışına nakledilmesi kararlaştırılmış. Çhurçhil; Türkiye’nin İtilaf Devletler yanına geçmesini sağlamak üzere ikna için gizlice Adana’ya gelmiş. Cumhurbaşkanı İnönü de, trenle yurt gezisine çıkma bahanesiyle Çukurova’ya hareket etmiş; Niğde istasyonunda uzun bir mola vermişti.

Merak konusu olan bu molanın nedeni sonradan anlaşılır. İnönü kutsal emanetlerin bulunduğu sandıkların belirlenen yere naklini ve tayin edilen arşiv görevlilerinin yerleşmesini bizzat denetlemiştir.   

Sivas, Kayseri, Niğde, Nevşehir ve Kırşehir; Anadolu’ya Müslüman Türk mührünü vuran Türkmen ulularının yurdudur.  Meclis-i Mebusan üyesi (1908-19209) Sadıkbeyzade Muhittin Efendi’nin, Şeyhülislam ve Evkaf Nazırı Ürgüplü Hayri Efendi’nin,  Anayasa hukukçusu Prof. Hüseyin Nail Kubalı’nın ve nice yurtseverin yetiştiği topraklardır (Yıldız Kenter’in dedesi olan ayan üyesi Galip Bey, Oktay Akbal’ın dedesi Hasan Nail Kubalı da).

Niğdeliler; termik santrallerin zehir kusmaya devam etmesine izin veren kanunu çıkaranlara inanlar gibi, İnönü’yü “asker kaçağı” ve Atatürk’ü “camileri ahır yaptı” diyen saptırıcılara da inanmıştır.

Ziya Gökalp’in “İstida” şiiriyle ifade ettiği “Kızıl sultan” ve “Kara Sultan” devrini ihya peşinde olanları izleyecek kadar kendini bilmeyenlerden mi olacaklar?

Gökalp’in 23 Ekim 1922 tarihinde “Küçük Mecmua”da Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı sekiz dörtlükten oluşan “İstida” adlı şiirinin ilk ve son kıtaları şöyledir:

Bu yurt mahrum düzenlikten, ümrandan
Köylülerin nasibi yok ilimle irfandan
Ey bizi kurtaran zalim Yunan’dan
Kurtar bizi daha birçok düşmandan.
Abdülhamit gerçi *Kızıl Sultan*dı
Buna nispet yine o bir insandı
Çok masumlar fetvasına inandı
Kurtar bizi artık *Kara Sultan*dan.