CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu KPSS'de yüksek puan alan ancak mülakat sınavları sonucunda atama hakkını kaybeden mağdur gençlerle buluştu. Basın açıklamasında söz alan mağdurlar yaşadıkları deneyimleri anlattılar. Yazılı sınavlardan oldukça yüksek puan almalarına rağmen, sözlü mülakatlardan çok düşük puanlar verilerek elenmelerinden yakındılar. Bu mülakatlarda aday olunan işle ilgisi olmayan saçma sapan soruların sorulduğuna ilişkin çok sayıda örnek sosyal medyada paylaşılıyor şu günlerde.

CHP ile mülakat mağdurları toplantısının ertesi günü, 30 Aralık’ta Kılıçdaroğlu Milli Eğitim Bakanını ziyaret ederek konuyu görüşmek istedi. Ancak bakan Mahmut Özer randevu vermediği gibi demir kapıları zincirle kilitleterek, Kılıçdaroğlu’nun bakanlığa girişini engelledi. Ana muhalefet partisi liderinin ziyaretini kapıları zincirleyerek engellemek gibi siyaset tarihine geçecek ibretlik fotoğraf karesini TÜİK’den sonra MEB de vermiş oldu.

Kamuda işe alımlarda liyakat, eşitlik gibi kavramların hiçbir kıymetinin kalmadığını, genel geçer tek kriterin partizanlık olduğunu bu ülkede herkes bilir. Yandaşlar veya muhaliflerce, bu insafsız gerçekliğin bu kadar açıktan biliniyor olması da, iktidarın bilinçli siyasal tercihinin sonucudur.

Yani kısacası; yandaş olmayana hiçbir alanda ekmek olmadığının iyice bilinmesi isteniyor. Bu açık siyasal tercihin sebeplerini yazımın devamında açmaya çalışacağım. Ama önce konuyla doğrudan ilişkili kamuda arşiv araştırmaları ve güvenlik soruşturmaları meselesini ele almak istiyorum.

YANDAŞ OLMAYANA KAMUDA İŞ YOK!
Kamuda işe alımlarda yandaşlara ayrıcalık tanınmasında mülakatlar dışında kullanılan bir aparat olarak karşımıza arşiv araştırmaları ve güvenlik soruşturmaları çıkmaktadır. Olur da yazılı sınav ve sözlü mülakatları bir şekilde geçmiş adaylar iktidarın politik tercihlerine uygun değilse, bu yöntem ile işe alınmaları engellenmektedir. Bu sistem hukuka aykırı olarak şu şekilde işletilmektedir.

Kamuda işe alımlar ve hassas görevlere atanacaklarda gerekli titizliği sağlayan yasal düzenlemeler zaten mevcuttur. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 48. maddesine göre “bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezası alanlar, devletin güvenliğine ve Anayasal düzene karşı ve sayılan bazı yüz kızartıcı suçlar sebebiyle ceza almış olanlar” zaten devlet memuru olamıyorlar.

Ayrıca, güvenlik soruşturmalarını düzenleyen 4045 sayılı Kanunun 1. maddesine göre özetle “gizli bilgi ve belgelerin bulunduğu birimlerde, askerde, poliste ve ceza infaz kurumlarında çalışacak personel” hakkında güvenlik soruşturması zaten yapılıyor.

İktidar bunlarla yetinmedi, 15 Temmuz sonrasında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda yaptığı bir değişiklikle istisnai uygulanan “güvenlik soruşturması” uygulamasını tüm kamu görevlilerini kapsar hale getirdi. Böylece haklarında bir mahkeme kararı olmasa da, istihbarat birimlerinin hukuki değeri olmayan fişleme kayıtları adayların memuriyete alınmamasına dayanak oluyordu. CHP’nin başvurusu üzerine AYM bu yasal düzenlemeyi 29 Kasım 2019’da iptal etti.

Ancak AKP bu iptal kararı sonrasında da önceki uygulamasını bir şekilde sürdürecek girişimlerden vazgeçmedi. Kamuda işe alımlar aşamasında güvenlik soruşturmaları kalkınca iktidar “mülakat” aparatını gayet işlevsel kullanarak amacına ulaşmaya devam ediyor. AKP liyakat, hakkaniyet ve adalet ilkelerinden neden ısrarla kaçınıyor acaba? Bu konudaki kararlılıklarının iki önemli sebebinin olduğu biliniyor;

* Birincisi; partizanca kadrolaşma ile iktidarlarını perçinleme arzusu.

* İkincisi ise; bir tür ‘kamu rantı dağıtımı’ aracı olan işe alım süreçlerinin tamamen kendi siyasal kontrollerinde kalmasında ısrarları. Bu iki başlığı ayrı ayrı açalım.

PARTİZAN KADROLAŞMA İLE İKTİDARI PERÇİNLEME
Birçok eksiğine, kusuruna rağmen bugün anayasamız ve yasalarımız büyük ölçüde temel hak ve özgürlükleri ve adaleti (lâfzî de olsa) koruyan, ortalama evrensel hukuk normlarına dayanmaktadır. Yasalarımıza göre idare (iktidar) hâlâ hukuk çerçevesinde, yargısal denetime açık şekilde eylem ve işlemlerini yürütmek zorundadır. Dolayısıyla kamu görevlileri de vatandaşlara eşit, adil ve hukuka uygun hizmet vermek zorundadırlar.

Bugün yaşanan eşitsiz, hukuksuz, partizanca iş ve eylemler; kanunlar öyle öngördüğü için değil, partizanlaştırılmış kamu görevlileri eliyle yürütülmektedir. Kamuda işe alım mülakatları da, sırtını iktidar gücüne dayamış ve bu düzenin hiç bitmeyeceğini sanan kamu görevlilerinin icraatlarıdır. Böylece; yasalara göre değil, iktidarın siyasal hedeflerine uygun hizmet üretecek ve sürdürecek kamu teşkilatı sistematize edilmeye çalışılmaktadır.

Oluşturulan bu sistem içinde, sadece iktidarın takdirini kazanabilen bürokratlar pozisyonlarını koruyabilmekte ve kariyerlerinde ilerleyebilmektedirler. İl ve ilçe AKP teşkilatlarının, bunların çevresinin ve parti tabanının iktidar ayrıcalıklarından faydalanmaları ancak bu tür partizanlaştırılmış kamu görevlileri sayesinde mümkün olabilmektedir.

Kamuda işe alımlar liyakat ilkeleri ve objektif kriterlere uygun olursa, bu kamu görevlilerine hukuk dışı talimat vermenin zor olacağını biliyorlar. İktidarın siyasal ideolojisine uymayan eğitimcilere ve diğer kamu görevlilerine kapısını açmak istememesi bu açıdan bakınca daha iyi anlaşılabilmektedir.

BİR TÜRK İKTİDAR RANTI DAĞITIMI: KAMUDA İŞE ALIMLAR
İşe alımlarda partizan uygulamaların ikinci önemli sebebi ise, konunun yandaşlara kamu rantı dağıtımı aracı olarak görülmesindendir.

AKP’nin yirmi yıldır iktidarda kalma becerisinin en önemli dayanağı, kendisini iktidara taşıyan ve burada tutan güçlere ve tabanına tanıdığı ayrıcalıklardan kaynaklanmaktadır. Bu ayrıcalıklar temel olarak; her tür kamu kaynaklarının aktarılması ile sağlanmıştır.

Kamu kaynakları dağıtılırken, yandaşın kalibre ve kapasitesine göre farklılıklar oluyor tabi ki. Bilinen büyük şirketlere milyar dolarlık ihaleler, orta kesime ise orta boy ihaleler ve taşeronluklar, şehir ve arazi rantlarından küçük paylar verildi. Toplumun sosyo-ekonomik olarak en alt kesimindeki tabanı da “kömür-makarna” klişesinde kendini bulan sosyal yardımlarla ve çeşitli iş imkânları ile elde tutuldu.

Siyasal taban çeşitli kamu kaynakları ile yukarıdan aşağıya memnun edilerek iktidara olan desteklerinin devamı bugüne kadar bir şekilde sağlandı. Eskisi gibi iş, aş ve refah artık dağıtılamasa da, AKP siyasal tabanında yaratılan memnuniyet git gide azalmış ve denizin suyunun bittiğinin artık herkes farkında olsa da, iktidar olanaklarından yararlanma umudunun bir şekilde devam ettirilmesi önemlidir.

“İktidarda adamı olmayana iş yok” algısı geniş kesimler için umutsuzluk ifadesi iken, aynı cümle “iktidarda adamı olanlar” için umudun özetidir. “Eşitlik, liyakat ve hakkaniyet” gibi hoş ama onlara göre içi boş kavramlardan siyasal fayda sağlayamayacaklarını düşünüyorlar. Tüketilen kamu kaynaklarından ve yaratılan umutlardan geriye ‘kamuya personel alımları ayrıcalığı” kaldı ve sahip oldukları bu defakto ayrıcalıktan asla vazgeçmek istemiyorlar.

“Devleti küçülteceğiz” diye yola çıkan AKP döneminde bu politikalar sonucunda; 2013 yılında 2.2 milyon olan kamu personeli sayısı 2021’de 5 milyona dayandı. Varsın “partizanlık, yandaşlık” desinler, tabanlarına verilen bu umut üzerinden sağladıkları siyasal getiriden vazgeçmeleri mümkün değildir.

Çocuğuna iş bulma ümidi ile iktidar partisine üye olanları herkes biliyor. Partisinden ve liderinden soğusa da ayrıcalıklı olma umudunu yitirmemek için partisine aidiyetini sürdüren yığınlar var ülkede. AKP de seçmenine dönük politikalarını zaten “yanımda olup desteğe devam edersen ayrıcalıklardan yararlanmaya devam edersin” algısı üzerinden yürütmektedir.

Tüm bu gerçekler ışığında bakıldığında, kamuda işe alımlar sürecinde açıktan yandaş kayırmaktan ve adaletsizlikten asla vazgeçmemelerinin sebepleri çok anlaşılır değil mi?