Hanefilik denildiğinde ilk akla gelen kuşku yok ki İmamı Azam Ebu Hanife’dir. Gerçek adı Numan Bin Sabit yani Sabit Oğlu Numan olan Ebu Hanife (ölm. 150/767) İslam tarihindeki en özgürlükçü bilginlerden biridir. Hanefilik her ne kadar onun adına izafe edilse de mezhebin resmi görüşleri daha ziyade İmameyn / iki imam denilen Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e aittir. Yani Ebu Hanife, Hanefilikte ismen saygın biri olsa da görüşleri sanıldığı kadar esas alınmayan bir bilgindir.

Bu durum anadilde ibadet meselesinde de böyledir.

Bugün ve geçmişte Hanefi mezhebi anadilde ibadet konusunda Ebu Hanife’nin görüşlerini resmi görüş olarak sahiplenmemektedir. Bu cümleden olarak belirtelim ki, Hanefilerin büyük çoğunluğu da anadilde ibadete karşı bir konuma sürüklenmiş durumdadır. (Ne var ki yine de sonraki dönem Hanefî bilginlerden bazılarının Ebu Hanife gibi düşündüğüne vakıfız. Onlardan birkaçını da takdim edeceğiz.)

Bu nedenle Hanefi mezhebinin görüşünü ele alırken bu hususu da dikkate alarak konuyu, önce, İmamı Azam Ebu Hanife ne diyor, diyerek irdelemeye başlayalım…

İmamı Azam Ebu Hanife’nin görüşü son derece nettir. Üzerinde hiçbir tartışma yapılmaya gerek olmayacak düzeyde de berraktır.

İmamı Azam bu konuda işte şöyle diyor:

Bir kimse Arapça bilsin yahut bilmesin; Kur’an’ın başka dillerdeki çevirisiyle namaz kılabilir. Bu namaz geçerlidir. Zira çeviri de Kur’an gibidir.

Büyük İslam bilgini Ebu Hanife’nin bu fetvası, herhangi bir mazeret veya zaruret kaydına bağlanmış değildir. Mutlak ve genel bir fıkhî görüştür. Başka bir deyişle genel bir fetvadır.

İmamı Azam Ebu Hanife’nin bu fetvasına göre, bir Müslüman, söz gelimi, Arap kökenli olsa veya Arapçayı öğrenip güzelce okuyabilse bile Kur’an’ın çevirisiyle namaz kılabilir. Bunu yapabilmesi için kendisinden herhangi bir mazeret istenmez.

Ebu Hanife’nin bu görüşünün ayrıntısı şöyle özetlenebilir:

Kur’an kâğıtlarda yazılmış ve bizim okuduğumuz lafızlar / sözler değildir. Gerçek Kur’an, o sözlerin / lafızların taşıdığı anlamdır. Kur’an’da asıl olanın anlam olduğunu şu Kur’an sözünden de / ayetten de çıkarabiliyoruz: “Hiç kuşku yok ki o Kur’an, öncekilerin kitaplarında da vardı.”  (Şairler Bölümü 196. Söz / Şuara Suresi 196. Ayet) 

İşte bu nedenle Kur’an’ın aslının anlam ve kavram olmasından dolayı onu Arapça lafızlar / sözler yerine başka dillerdeki lafızlar / sözlerle de okumak mümkündür.

İmamı Azam Ebu Hanife’nin anadilde ibadet fetvasına katılan ve aynı şekilde düşünen başka bilginler de vardır. Söz gelimi, ünlü müfessir / Kur’an yorumcusu ve fakîh, el- Cassâs bunlardan biridir.

Ebu Bekr er- Razî el Cassâs (ölm. 370/980) bir fıkhî tefsir olan “Ahkamu’l-Kur’an” adlı yapıtında İmamı Azam Ebu Hanife’nin görüşünü ele alır ve savunur.

“Bedâi’u’s-Sanâni” yazarı Alâuddin Kâsânî (ölm. 587/1191) de çeviri ile namazı savunan fakîhlerden biridir.

Hidaye adlı eserin yazarı, el- Merğinânî, (ölm. 593/1196) kitabının İftitahu’s-Salât bölümünde aynı görüşü ela alır ve savunur.

Kur’an yorumcusu / müfessir, hukukçu / fakîh ve kelamcı Abdullah b. Ahmed en- Nesefî, (ölm. 701/1301) Medârikü’t- Tenzîl adlı tefsir (Kur’an yorumu) kitabında Şairler Bölümü 196. Sözü / Şuara Suresi 196. Ayeti açıklarken şöyle demektedir:

 “Bu ayet şu iki hususa kanıt olur:

  1. Kur’an, Arapça dışında bir dile tercüme edildiğinde o tercüme de aynen Kur’an’dır.
  2. Kur’an’ın söz gelimi Farsça çevirisi ile namaz kılmak caizdir / geçerlidir.”

Hanefî fıkhının hadisçi fakîhlerinden biri olan Zeyla’î (ölm. 743/1343) aynı görüşü, aynı gerekçelerle tekrar eder: “Eski suhuflar ( Vahiy metinleri) Arap dilinde olmadığına göre Kur’an’ın Arapça metinden okunması şart değildir.” (Yaşar Nuri Öztürk, Anadilde İbadet, s.96)

Kâsânî’nin “Bedâi’us-Sanâî” adlı eserinde konuya ilişkin yazdıklarının en önemli kısımları şu şekildedir:

 “Kıraatin geçerli olmasına gelince: İmamı Azam’a göre, kıraat, Arapça ile geçerli olabileceği gibi Farsça ile de (Kur’an’ın çevirisiyle de) geçerli olur. Kıraat sahibi, ister Arapçayı güzelce bilsin, ister hiç bilmesin, fark etmez. Tercüme ile namaz kılabilir.”

“… Kur’an’da şöyle denilmektedir: ‘Hiç Kuşku yok ki o Kur’an öncekilerin kitaplarında da vardı.’ (Şairler Bölümü 196. Söz / Şuara Suresi 196. Ayet) Yine Kur’an’da şöyle deniliyor:  ‘ Bu Kur’an, önceki sayfalarda da elbette ki vardı; İbrahim’in, Musa’nın sayfalarında.” (En Yüce Bölümü 18-19. Sözler / A’la Suresi 18- 19. Ayetler)

“Kur’an, Arapça indirilmiştir, tezini ele alırsak buna yanıt olarak iki şey söyleyeceğiz:

1-     Arapça lafızların Kur’an oluşu, onun dışındakilerin Kur’an oluşuna engel değildir. Kur’an’ın Arapça indirildiğini bildiren sözlerde / ayetlerde böyle bir engelden söz edilmemektedir… Farsça çevirinin de Kur’an diye anılabileceğine şu ayet kanıttır: ‘Eğer biz onu Arapça olmayan bir Kur’an yapmış olsaydık elbette şöyle diyeceklerdi: Ayetleri ayrıntılı kılınmalı değil miydi?’ (Açıklanmış Bölümü 44. Söz / Fussilet Suresi 44. Ayet)  Bu Kur’an sözüyle bildiriliyor ki, eğer Allah Kur’an’ı Arapça dışında bir dille ifadelendirseydi o yine Kur’an olacaktı.”

2-      ‘Arapça lafızlar dışında Kur’an olmaz’ derken şunu unutmayalım: Arapça okumanın gerekliliği Arapçaya Kur’an adı verilmesinden değil, Arapça lafızların Allah ile var olan tanrısal kelama delil olmasındandır. Çünkü söz gelimi, kişi Allah’ın kelamına ait olmayan bir Arapça lafız okusa onun Kur’an olması şöyle dursun, kıldığı namaz bozulur.” (Yaşar Nuri Öztürk, age, s. 101)

Evet, bunlar Kâsânî’nin görüşleri… Bu görüşler, içindeki bazı tabirlere katılmasam da ana fikir olarak iştirak ettiğim görüşlerdir.

Hanefi Mezhebinin resmi görüşü evvelce ifade ettiğimiz üzere çeviri ile namazın geçerli olmayacağı şeklindedir. Bu görüşler de İmameyn’e aittir. Ne var ki onlar da bu konuda diğer Sünni ekollere ve Caferiliğe göre daha esnektirler.  Şöyle ki; İmameyn yani Ebu Yusuf ve İmam Muhammed, Arapçaya güç yetiremeyen yani Arapça lafızları iyi okuyamayan kişi için ancak öğreninceye değin çeviri ile namaz kılmasının caiz olacağına dair hüküm vermişlerdir. Ne var ki bu görüş geçici bir süre için verilmiş olup yalnızca namazı bireysel olarak kılan kişi içindir. Yani cemaatle kılınan namazlar için böyle bir cevaz söz konusu edilmemektedir.

Kâsânî, İmameyn’in görüşleri hakkında da şu değerlendirmeyi yapıyor:

“İmameyn’e (Ebu Yusuf ve İmam Muhammed) göre, Arapça okuyamayan kişi namazda Farsça çeviriyi okuyabilir.”

“Aslında bakılırsa, Arapça bilmeme mazereti, İmameyn’in tezine göre, geçerli olmaması gerekir. Zira onlara göre, kıraatin farziyeti Kur’an’a ilişkin bir farz oluştur. Ve onlar nezdinde Kur’an, Arapça lafızları itibarıyla Kur’an’dır, anlam itibarıyla değil.”

“O halde, Arapça lafız ortadan kalkınca Kur’an da yok oluyor demektir. Çünkü onların tezine göre tek başına anlam, Kur’an sayılmıyor. Peki, Arapçayı iyi okuyamayana tercüme ile namaz kılabilme izni nasıl veriyorlar?!”

“Anlaşılan o ki, işin doğrusu İmamı Azam’ın görüşüdür.”  (Yaşar Nuri Öztürk, age, s. 102)

Yani Kâsânî anadilde ibadet tartışmasında Ebu Hanife’nin görüşünü doğru buluyor. Malum olduğu üzere o görüş de şudur:

İster Arapça bilsin, isterse bilmesin, kişi, Kur’an’ın çevirisi ile namaz kılabilir. Zira çeviri de Kur’an’dır. Kur’an’dan maksat lafız değil anlamdır. 

Kâsânî, konuya şöyle devam ediyor:

“Ebu Hanife’ye göre namaz kılan kişi Tevrat, İncil veya Zebur’dan bir parça okusa, eğer o parça tahrif edilmemiş bir parça ise o kişinin namazı geçerlidir.” (Yaşar Nuri Öztürk, age, s.103 )

 Peki, Tevrat, İncil veya Zebur’a ait bir parçanın tahrif edilmemiş olduğunu anasıl bileceğiz? Burada ölçü şu olsa gerek: Okunan parçalar içerik ve anlam olarak Kur’an’a uygun olmalıdır.

Anadilde ibadet konusunda karıştırılan bir konu var ki o da Arapça bilmemek ve Arapçayı güzelce okuyamamak…

Arapça bilmeyenler ifadesi Arapça olarak; “Men la ya’rif el – Arabiyye” şeklinde telaffuz edilir.

Arapçayı güzelce okuyamayanlar ifadesi Arapça olarak; “Men la yuhsin el – Arabiyye” biçiminde söylenir.

Bu iki kategorideki kişiler için kendi anadilinde ibadet etmesi konusunda ikna düzeyi yüksek bir retorik söz konusudur. Ancak asıl mesele bu değildir. Zira biz hem bu iki kategorideki kişiler için hem de Arapça bilse ve çok güzel okuyabilse bile yine de kişinin isterse kendi anadilinde namaz kılabilmesi hakkını savunuyoruz. Üstelik bu hak; tekraren ifade etmiş olalım ki, bireysel bir hak değil kitlesel / cemaat olarak da kullanılabilecek bir haktır.