2011’de başlayan Suriye iç savaşından beri sürdürülen yabancılar politikası çok ciddi sosyal ve ekonomik sorunlar yaratıyor. Gerekli kararlar ve uygulamalar devreye sokulmazsa bu sorunların katlanarak çoğalacağı konusunda neredeyse toplumun tümü ortak kanaate sahip.

Kendi gelecekleri de belirsiz ve mutsuz halk yaşadığı sorunlar nedeniyle mevcut yöneticilerine zaten hesap soramıyor. Türkiye’de olduğu gibi neredeyse tüm dünyada kötü yönetimin yarattığı problemler sistematik olarak yabancıların üzerine yıkılıyor. Bu yüzden olsa gerektir ki insanlar, yaşadığı sorunların temel kaynağı olarak gördüğü ‘yabancıya’ yöneltiyor öfkesini.

Geçtiğimiz hafta Kocaeli'nin Dilovası ilçesinde Suriyeli bir grubun ellerinde silah ve sopalarla bir kişinin evini bastığı iddiaları ve görüntüleri ülkemizdeki kontrolsüz göç sorununu tekrar gündeme taşıdı. Yaşanan olayların ardından bir grup halk "Ovada mülteci istemiyoruz” sloganları ile yürüyüşe geçti. Daha önce de benzeri olaylar Ankara Altındağ’da, 2 Türk gencinin Suriyeliler tarafından bıçaklanarak öldürülmesi sonrasında yaşanmıştı.

ÖFKE YÖNETENE DEĞİL YABANCIYA DÖNÜK İSE SORUN YOK!
Protesto amaçlı üç kişi bir araya gelince copuyla, biber gazıyla ve tüm ihtişamıyla harekete geçen kolluk güçleri yürüyüşe geçen bu kitleye müdahale etmedi. Daha da ötesi protestocuların güvenliğini sağlamak amaçlı polisin çevre tedbiri aldığı görüldü.

Ülkedeki yabancılar sorunu konusundaki bu tür tüm protestolarda olduğu gibi harekete geçen kitlenin hedefi bu sorunun asli kaynağı olan iktidar politikaları değil, yine bizatihi yabancılar oldu. “Ovada mülteci istemiyoruz” sloganları ile yürüyenler, ülkemizde on milyonu aşan yabancılar sorununda yönetenlerin hiçbir sorumlulukları olmadığını mı düşünüyorlardı acaba?

Protestolar sorunun kaynağına yönelik olsaydı, en basitinden “hükümet istifa” sloganları atılsaydı, polis göstericilere bu kadar tolerans gösterir miydi sizce? Neyse, yanıtını bildiğimiz sorularla zaman kaybetmeyelim ve işin özüne dönelim!

Gösteriler ardından Kocaeli Emniyet Müdürlüğü Dilovası’nda yaşanan olaya karıştıkları belirlenen 10 Suriyelinin sınır dışı edilme işlemlerine başlandığını açıkladı. Böylece toplumun kabaran öfkesinin gazı bir nebze alınmış oldu ve protestoların devamı gelmedi.

Ülkede yaşanan yabancılar sorununda kullanılan kavram ve kelimeler konusunda ciddi karmaşa ve kafa karışıklıkları var. Konu açıldığında kullanılan mülteci, göçmen, muhacir, sığınmacı vb. kavramların her birisi farklı hukuki statüleri tanımlıyor. Bu yüzden şu kavramlara bir açıklık getirmekte yarar olduğunu düşünüyorum.

ÜLKEDEKİ YABANVI VATANDAŞLARIN HUKUKSAL STATÜLERİ
Göçmen (ya da muhacir): Uluslararası hukuk değil de bizim iç hukukumuza göre yapılan tanıma göre; Türk soyundan ülkemize gelip 5543 sayılı İskan Kanunu ile yerleşerek vatandaşlık alan (Bulgaristan ve Batı Trakya Türkleri gibi) kişilerdir. Dolayısı ile bugün bahsettiğimiz yabancıların hiçbirisi “göçmen” ya da “muhacir” değildirler.

Sığınmacı: Kendi ülkesini terk ederek bir başka ülkeye gidip sığınmak için başvurusunu yapmış ve henüz yasal işlemleri süren (mülteci adayı) yabancı kişiler için kullanılan genel tanımdır. Yabancı bir ülkeden gelip kalmak isteyenlerin hepsine bu kavramı kullanmak yanlıştır ve bugün ülkemizdeki yabancılar “sığınmacı” statüsünde değillerdir.

Mülteci: 2. Dünya savaşı sonrasında Türkiye’nin de aktif rolüyle 1951 de BM Cenevre anlaşmasında düzenlenmiş bir kavramdır. İlgili devlet otoritelerinin sığınma başvurusunu değerlendirdiği, uluslararası ve iç hukuk kurallarını uygulayarak sığınma hakkını verdiği kimseleri ifade etmektedir. Bu anlaşmanın verdiği hak gereği Türkiye sadece Avrupa’dan gelenlere mülteci statüsü tanıyor. Yugoslavya dağılırken Sırplardan kaçan 60 bin Müslüman Boşnak’a Türkiye bu hakkı tanıdı. Kosova krizi sırasında da 20 bin mülteciyi bu şekilde aldık. Dolayısı ile Ortadoğu, Doğu ve Afrika ülkelerinden gelenlerin böyle bir hak ve statüleri yoktur.

Şartlı Mülteci: Mültecilik hakkı doğuran bir sebeple Avrupa dışındaki diğer ülkelerden gelen insanlar da kabul ediliyor. Bunlara BM konvansiyonu değil, iç hukukumuz olan 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nu uyguluyoruz. Bu iki hukuk arasında tek fark, mülteci belgesi alanlar direkt çalışabiliyor, şartlı mülteci belgesi alanlar ise çalışma izini alarak çalışıyor.

Bu şartlı mültecileri açılan kotalara uygun şekilde Avrupa ülkelerine göndermemiz gerekiyor, ancak Avrupa ülkeleri kotaları çok çok sınırlı tutuyor. 2011’ Suriye krizinden bu yana Türkiye’nin diğer ülkelere resmi olarak gönderebildiği şartlı mülteci sayısı sadece 48 bin. Bugün söz konusu yabancılar şartlı mülteci statüsünde de değiller.

Geçici Koruma: 2004 tarihli 100 No’lu Birleşmiş Milletler Yürütme Komitesi kararına göre; dünyanın her hangi bir yerindeki savaşlar veya baskılar sebebiyle kaçıp kitleler halinde ülke sınırlarına ulaşan kişilere, bireysel statü belirleme işlemleri ile vakit kaybetmeden uygulanan pratik ve tamamlayıcı bir çözüm yoludur. Ülkemizdeki Suriyelilerin yasal statüleri işte bu “Geçici Koruma” statüsüdür, çünkü savaş sebebi ile komşu ülkeye sığınmışlardır.

Geçici koruma altındakiler ülkelerine kendi istekleri ile bir şekilde (bayram ziyareti vb sebeple) tekrar dönmüşse, uluslararası koruma statüleri sona erer. Ayrıca, savaş bitince (ki bittiği biliniyor) ülkelerine dönmeleri ve/veya gönderilmeleri uluslararası hukukun gereğidir.

Sınır olmayan diğer ülkelerden (Afganistan, Pakistan ve Afrika ülkeleri gibi) gelen yabancılar Geçici Sığınmacı hakkına sahip değillerdir. Bu insanların hangi ulusal ve uluslararası hukuka dayanarak ülkede kaldıkları konusunda bilgi sahibi değiliz.

KONTROLSÜZ GÖÇ TÜM SİYASAL KESİMLERİN ORTAK SORUNU 
Türkiye’de özenle ayrıştırılmış sosyal ve siyasal kesimlerin ülke sorunlarına bakışları çok farklı ve karşıt kutuplar çok az konuda hemfikirler. İktidara destek verenler ve karşıtlarının aynı kanaatte oldukları yegâne sorunun kontrolsüz göç olgusu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak siyasal kutuplar arası fark, bu ciddi sorunun kaynağı hakkındaki görüşlerde ortaya çıkıyor.

İktidar destekçileri yabancılar sorununda öfkesini doğrudan yabancılara yönlendirirken işin esasını ve sorunun asli sebeplerini öne çıkarmak isteyenler hükümeti ve politikalarını sorumlu tutuyorlar.

2023 seçimlerinde bariz farkla iktidar lehine oy kullanan Kocaeli ili ve Dilovası ilçesi sakinlerinin canlarına tak eden kontrolsüz göç sorununda iktidara bir sorumluluk atfetmiyorlar. Sadece Kocaeli civarında değil, yabancılar sorununun ülke genelinde AKP’nin oy kaybına sebep olmadığını son seçimlerde gördük. Sorunun müsebbibi olan iktidar bu sebeple herhangi bir etkin tedbir almaya lüzum görmediği gibi krizi fırsata çevirmeye çalışıyor.

TOPLUMUN İSLAMİZASYONU (İSLAMİLEŞME) VE ORTADOĞULULAŞTIRMASI
Her alanda yaşanan sorunu değil de bunun algısını yönetmeye öncelik tanıyan iktidarımız ülkedeki yabancılar konusunda da aynı maharetini gösteriyor. Yönetenler bu insanları ucuz işgücü kaynağı olarak görüyor ve bunu da açıkça ifade etmekten kaçınmıyorlar.

Ayrıca Müslüman yabancılar (iktidarın siyasal hedeflerinden olan) toplumun ve sosyal hayatın islamizasyonu hedefinde etkin bir araç olarak kullanılıyorlar. Bu insanların geldikleri ülkelerdeki İslami yaşam pratiklerini ülkemize de taşıyorlar. Müslüman yabancıların giyim-kuşam, kültür ve sosyal alışkanlıklarının, toplumumuzun sosyal islamizasyon sürecine ciddi katkı sağladığı düşünülüyor.

“İktidar ülkeyi ve toplumu Ortadoğululaştırıyor” kaygıları ilk dillendirildiğinde ülkemizde bu kadar çok Ortadoğulu yabancı yaşamıyordu henüz. Yirmi üç yıllık AKP iktidarlarının bu amacına önemli ölçüde ulaştığı görülüyor.

Not: Bu konu çerçevesinde toplumsal TV'de geçen yıl yaptığımız söyleşiye bu linkten ulaşabilirsiniz.