Amerika kıtasını İtalyan denizci Kristof Kolomb, 1492 tarihinde bulmuştu. Ancak Hint adaları sanmıştı. Yeni bir kıta olduğunu, Amerigo Vespucci adlı denizci ortaya koydu. Bu tarihten sonra eski kıtaların (Avrupa-Asya-Afrika) sömürgecileri olan İspanyollar, Portekizller, Fransızlar ve İngilizler bu kıtaya üşüştü.

İngilizler, bugünkü ABD eyaletleri olan 13 yerde koloni kurdu. Güney ve kuzey birlikteliğinin sağlanmasıyla, 4 Temmuz 1776 yılında George Washington’un “Amerika Bağımsız Bildirgesi” okumasıyla ABD kuruldu.

İşte bu ABD, 1820’li yıllarda “misyonerler” ile Osmanlı Anadolu’suna geldi. İstanbul’u merkez ederek Osmanlı’nın “Milleti Sadıka” dediği Ermeniler’den tüccarlar var etmeye başladı. Gregoryen olan bu tüccarlara ticari ayrıcalıklar-imtiyazlar sağladılar.

Misyoner, Osmanlı Devleti’nde Ermenilerden oluşan bir Protestan cemiyet oluşmasını başardı. 1850’den itibaren de eğitim işine el attılar. İstanbul, İzmir, Mersin, Antep, Harput, Kayseri ve Merzifon’da olmak üzere toplam 80 lise, 8 kolej, 16 yatılı kız okulu açtılar. Öğrencilerin tamamı ile öğretmenleri Amerikalı, Rum ve Ermeni idi. Bu okullardan mezun olanlar, yüksek öğrenim için burslu olarak ABD’ye götürüldü, ABD vatandaşı yapıldı.

Bu süreçte toplam 9 hastahane, 10 dispanser ve 163 kilise açtılar Hekimlerin tamamı da misyoner idi. Erzurum, Elazığ, Sivas gibi iç kısımlarda Ermeni personelin çalıştırıldığı konsolosluklar açıldı.

Böylece Osmanlı topraklarında güçlü bir koloni oluşturuldu. Bu misyoner koloni mensupları Amerika’ya imzasız mektuplar gönderdi. Ermenilerin Hırıstiyan oldukları için ayrıma tabi tutulduklarına, öldürüldüklerine ilişkin gerçek dışı haberleri Amerikan gazetelerinde yayınlattılar.

1876’dan sonra Osmanlı Devleti, Amerika “tüfek anlaşması” imzalayarak silah ithalatı başlattı. Sinsi yapılanmaya rağmen iki devlet arasında ticari ilişkiler kurulmaya başlandı!

1894 yılında ABD Kongresi (Senato ve Temsilciler Meclisi), Osmanlı Ermenilerinin sorunları ve öldürülmeleri ile ilgili bir “tasarı” görüştü. Askeri müdahale edilmesini tartıştı. Osmanlı Devleti’ni resmen kınadı.

Demek oluyor ki ABD, Başkan Joe Baydın ağzından “Ermeni soykırım” demek için, yıllar önceden senaryo yazmaya başlamıştır. Çünkü o tarihlerde Ermeniler, Osmanlı’nın yüksek kredili halklarının başından geliyordu. Ve daha ne Birinci Dünya Savaşı, nede 1915 olayları vardı.

Amerika, bağımsızlığını İngilizleri kovarak ilan etmişti. Ama o günden itibaren İngiliz sömürgeciliğini ve ahlakının yerini almaya başlamıştır.

Böyle bir Amerika’ya;1914 yılında Osmanlı Devleti, Alfred Rüstem Bilinski’yi ABD Büyükelçisi olarak atadı.

Büyükelçi A.R. Bilinski Amerika’ya vardığında; Amerikan basınında Osmanlı’nın Ermeniler’e yönelik tavrının istismar haberleriyle karşılaşır. Gerçek dışı, haksız ve organize bir karalamanın yapıldıdğını görür. Oysa ABD, Osmanlı’yı “hasta adam” olarak nitelemiş olan İngiltere, Fransa ve Rusya ile görünürde bir ittifak da kurmuş değildi. Zaten daha ne Çanakkale savaşı, ne Dünya Savaşı, ne Rusya’nın Doğu Anadolu işgali, ne Tehcir vb diye bir şey de yoktu.

Büyükelçi Bilinski, basında çıkan haberleri yalanlamanın gereğini dert edindi. Sonunda “Evening Star” adlı gazetede bir röportaj yayınlatmayı başardı. Özetle; “İngiltere, Fransa ve Rusya tahrik kampanyası yürütüyor. Devletimize saldırma hazırlığı yaparken ABD’yi yanlarına çekmeye çalışıyor. ABD’nin bu adi tuzağa düşmeyeceğine inanıyorum… Bir tek Osmanlı vatandaşı Ermeni’nin burnu kanamış değildir (…) Birçok Ermeni Osmanlı bakanı, valisi, paşası, büyükelçisi, yüksek bürokratı bulunuyor… Amerikalılar önce kendileri aynaya bakmalı, çirkin yüzünü görmeli…” der.

Bu röportaj, bomba etkisi yapar. ABD hükümeti Bilinski’yi “istenmeyen adam” ilan eder. O da bir yılı bile doldurmadan ülkesine döner.

ABD Başkanı; Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Paris’te toplanacak Konferans’a katılacak olan Woodrow Wilson’dur. “Wilson Prensipleri” ilanından önce kendisini bağımsız Ermenistan’ın kurucu babası” olarak ilan etmişti; Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbekir, Sivas ve Trabzon’u Ermenilere vermişti!

Oysa aynı ABD; Birinci dünya Savaşı sürecinde ayak bastığı eski (Avrupa-Asya-Afrika) kıtalarında; İkinci Dünya Savaşı ile etkin olmaya başladı. Osmanlı’nın Ermenilere yaptığını öne sürdüğü “tehcir” işini, kendisi Japonlara uyguladı. Hem de Osmanlılardaki gibi zorunlu bir neden de yoktu:

7 Aralık 1941’de Japon uçakları, ABD’nin Pasifik Filosu ile Pearl Harbord askeri üssüne kamikaze saldırısı yaptı. 2.471 Amerikalı öldü.12 Amerikan gemisi ile 188uçağı imha oldu. Buna aynı gün misillemede bulunan FBİ, 2192 Japon asıllı Amerika vatandaşını –casusu olabileceği varsayımıyla- toplayıp Hawai’de hapse koydu. Washington’da da 5.500’ünü tutukladı. Bunun akabinde de Başkan Franklin D. Roosevelt, 19 Şubat 1942 tarihinde “tehcir” kararı imzaladı. “Yer Değiştirme Kuruluşu (WRA) kuruldu.

Roosevelt 20 Ekim 1942’de yaptığı basın toplantısında; “toplama kampları inşa edildi” açıklaması yaptı. Kamplardan sorumlu olan Yahudi asıllı Binbaşı Karl Bendetsen de; “vücudunda bir damla Japon kanı olan herkes toplama kamplarına alınacak” emrini verdi.

Amerika ilk toplama kamplarını 1898 yılında İspanya Savaşı sürecinde kurmuştu.

80 bini Amerika’da doğmuş olanlar dahil; toplanan nüfus daha çok batı kıyılarında yaşıyordu. Buna rağmen potansiyel sabotajcı veya ajan olarak görülüp iç bölgelerdeki toplama kamplarına (toplam 68 adet) sürüldü. Alman ve İtalyan kökenli Amerikalılar için de ayrı kamplar kurulmuştu.

Bununla da yetinilmedi. Latin Amerika’daki 19 ülkede de “beşinci kol faaliyetinde bulunabilir” kuşkusuyla 2264 Japon, 4058 Alman ve 288 İtalyan sınır dışı ettirilerek ABD’deki toplama kamplarına götürüldü. “Kitlesel Dışlama Programına tutulanların içinde 30 bin çocuk da vardı!

(Dünyada toplama kampı denince, öncelikle Hitler ve Naziler gündeme gelir. Çünkü İkinci dünya Savaşı sürecinde 27 ana, 1100 uydu toplama kampı kurmuştur. Gaz odalarında, bakımsızlık ve açlıktan ölenler hatıra geliyor. Siyasi, etnik ve cinsel ayrımcılık yapıldığı, imha merkezlerinde organize yok edişler yapıldığı anımsanır. Bu nedenle dünyada ilk kez “soykırım” suçu kabul edilmişti ve o tarihten sonrası için işlemesi için BM karar vermiştir.

Ancak düşman saydıklarını sistematik olarak toplama kamplarına toplayarak yok eden ilk devlet, elbette almaya değildi. Nitekim ABD Kızılderililere, Çinli ve Vietnamlılara uygulamış. İspanyollar Kübalı direnişçilere, İngilizler Boerelere (Afrikalılara), Almanlar Afrika’daki Heroro ve Nana halklara, Fransızlar Cezayirlilere bu insanlık dışı işlemi uygulamışlardı. Birinci Dünya Savaşı sürecindeki Fransa, Belçika, İtalya, Avusturya-Macaristan, Almanya ve Rusya da bu yolla düşman saydıklarını kamplara doldurmuştur. Fakat sadece Üçüncü Dünya ülkeleri sayılan Burma, Ruanda, Sudan ve hatta Çin’in bu türlü uygulamalarına “soykırım” dediler.)

Oysa Osmanlı’nın cephe bölgelerinden uzak olan güvenli yerlere nakil ettirdiği Ermeni nüfus, 422.758 kadar idi. Göçe tabi tutulanlara 15 gün hazırlık süre verilmişti. İstedikleri maddi varlığını yanına alma ve taşınmaz mallarını satma olanağı tanınmıştı. Hatta ucuza gitmesi halinde satışların iptali kararnamesi de çıkarılmıştı. Tanınan süre sonunda tehcir kapsamına girenler devletin sağladığı bilet, iaşe ve yevmiyeler alarak yola çıkmış. Gidip iskan oldukları yerde statü ve konumlarına uygun arazi tahsisleri, zanaat gereçleri almış. Birçokları resmi işlerde, askeri fabrikalarda, imalathanelerde çalışmaya başlamış. İsteyen deniz yoluyla Mısır ve Amerika’ya gitmiş. Geri dönüş kararnamesinden sonra da yurtlarına dönmüşler.

Avusturya-Macaristan Şam Konsolosu Karl Ranzi bile, 28 Kasım 1916’da kendi Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği raporda; Şam’da Ermenilere büyük evler verildiğini belirmiştir.

Osmanlı Devleti’nin tehcir sürecinde “soykırım” yaptığını öne süren devletler; kendi kamplarındaki tutsaklara şu soruyu soruyordu: “ABD’yi yabancı her türlü saldırılara karşı sadakatle savunacak; Japon İmparatoru’na ve diğer yabancı iktidara her türlü bağlılık veya itaattan vaz geçecek misiniz” diye. “Hayır” diyenler daha kötü koşullu kamplara gönderiliyordu! Ki bu kampların sonuncusu 20 Mart 1946’da kapatılmıştır

Savaş bittikten sonra tehcir kapsamına giren Osmanlı tebasındaki bütün Ermenilerin kimisi parasızlık nedeniyle evlerine dönememiş. Birçokları döndüklerinde ev ve işyerlerinin yağmalandığını görmüştür. Zaten yerleşme olanağı bulanların da 8 kilometreden uzağa gitmeleri yasaklanmıştı. Dönmeyip başka ülkelere gidenler de, “diaspora” kinini örgütlemiştir.

*****

500 yıldan uzun bir süreçte Odmanlı Devleti’nin has (milleti sadıka) tebaası olan Ermeniler; bakanlıklar, büyükelçilikler, vali, paşalar vb yüksek görevler üstlenmiştir. Buna rağmen “tehcir” sürecine nasıl evrildiğini irdelemek gerek:

Kendilerinin başlattığı ve karşılık bulduğu karşılıklı kırım nedeniyle gerçekler saptırıldı. Osmanlı Devleti’nin tebaasının birbirini öldürmesini önlemek amacıyla uyguladığı “tehcir-zorunlu göç” istismar edilmeye başlandı. Savaştan sonra önce NEMESİS ve ardından da ASALA adlı Ermeni Terör Örgütleri ile Türk diplomatlarına ve kurumlarına operasyonlar düzenledi. Soykırım yapıldığını Türkiye’ye kabul ettirmek amacı güdülüyor!

Bu örgütlemeyi yapan Ermeni Diasporası ile Ermenistan devletidir. Ancak azmettirenler, müsamaha edenler, 1914-1915 sürecinde onları kullanan aynı emperyal devletlerdir.

Önceki makalede belirttiğimi gibi, başta Rusya olmak üzere İngiltere ve Fransa’nın kışkırtmasıyla Ermeniler, Taşnak ve Hınçak adlı örgütler halinde ayaklandı. 1914-1920 yıllarında Ermeni çeteler; Kars, Ardahan, Iğdır, Ağrı, Erzurum, Bayburt, Erzincan ve Van’de birçok toplu katliam yaptı. Samanlık ve ahırlara doldurdukları insanları ateşe vermişlerdi. Osmanlı Devletinin iç barışını dinamitlemek, egemen olmayı amaçladıkları bölgelerde köyler nüfusunu yok etmek, Osmanlı ordularının lojistik desteğini kesmek ve Düvel-i İtilaf’a ajanlık yapıyordu!

Rus orduları Kars, Ardahan, Ağrı, Van ile Rize’yi geçip Trabzon ve Erzurum’a dayandıktan sonra Kazım Karabekir Paşa harekete geçti. Rus ve Ermeni kuvvetlerinden Kars’a kadar olan bölgeyi kurtarır. Ermenistan Genelkurmay Başkanını esir alır. Önce Ermeniler ve Sovyet Devrimi’nden sonra da SSCB ile barış anlaşmaları yapılır.

Kazım Karabekir, Erzurum ve Kars’ta tanık olduğu Ermeni vahşetini Ankara’ya gönderdiği raporda anlatır:

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarıyla İstanbul’da gerçekleştirdikleri planlamadan sonra Erzurum’a gittiğinde; Ilıca’da ve Alaca köyünde ve Erzurum merkezde ürpertici vahşetle karşılaşmış. Kars’a egemen olduktan sonra da tanık olduklarını raporlar.

“Kars merkezde 1700 Türk öldürülmüştü. Süregül ilçesinin 60 köyü haritadan silinmişti. Halkın tamamı ile hayvanları yok edilmişti. Zarzat ilçesindeki 25 bin yurttaşın beş bini öldürülmüştü. Sarıkamış’ta 57 köy yok edilmişti. Kağızman ve Arpaçay’da da 35 köy, bütün canlılarıyla yok edilmişti. 7 yaşındaki kızların bile ırzına geçilerek katledilmişti. 30 Ermeni askeri peş peşe tecavüz ettikten sonra öldürmüştü. Kimi kadınların cinsel organlarına odun sokulmuştu. Öldürülen erkeklerin erkeklik organları kesilip ağızlarına sokulmuştu. Tabanlarına nal çakılan, kazığa oturtulan ölüler vardı. Kadınların memeleri, erkeklerin kafa ve kolları kesilerek kasaplık et gibi çivilere asılmıştı!...”

Çarlık Rusya ile Ermenistan askerlerinin korumasındaki Ermeni çetelerin vahşeti; Türk Tarih Kurumu yönetiminde uluslararası 67 gözlemcinin Kars Derecik (Kalo) köyünde yakılarak toplu gömülen 660 kişinin mezarını 2003’te ortaya çıkardı.

Rus arşivlerinde de Ermeni çetelerin Van’da 23 bin Türk’ü katlettiği görülüyor. Ama o katliamın yapıldığı günlerde Van’daki Amerikalı misyoner (Clarence Ussher), “55 bin Ermeni katledildi” raporu göndermişti!

Merzifon ve Sivas’taki misyoner okulları, birer Ermeni kurumu gibi çalışıyordu. Örneğin Sivas Amerikan Kız Okulu müdiresi, 1901 yılından beri madam Mary Louise Graffam idi. Massachhusetts dini eğitim görmüş bir misyonerdi. Bağımsız Ermenistan savunucusuydu. 1915’te sınır dışı edildiyse de, baskılar üzerine Saray göreve iade etti (Ermeniler üzerine kaleme aldığı tanıksız öyküleriAmerikan gazetelerine yolldı, soykırım belgeleri olarak tanımlandı; 1921’de ölünce Sivas’ta toprağa verildi; diaspora onu da soykırım kurbanı ilan etti).

Merzifon Amerikan Koleji’nde ise, Kuvayi Milliye tarafından yapılan aramada Pontus bayrağı ile bağış mektupları bulundu. Burası bir Pontusçu örgütlenme merkezi olmuştu. Ele geçen Kolej Müdürü mektubunda; “sonucu elde etmek için gerekirse 500 yılda bekleriz” deniyordu. 39 Amerikalı sınır dışı edilir.1886’da kurulmuştu. Öğretmen kadrosu Amerikalı, Rum ve Ermenilerden oluşmuştu. İngilizce ilahiyat öğrenimiyle Protestan din adamı yetiştiriyordu. Kız ve erkek yatılı olarak okuyordu.

Çarlık Rusya kuvvetleri müsamahasında çeteler kuzeyden Anadolu’ya saldırırken; İngilizler ile Fransızlar da güneyden saldırı başlatmıştı. Nitekim Fransızlar, kendi askeri üniforması giydirdiği Ermeniler ile Maraş’a saldırdı. Çete lideri Ermeni tüccar Agop Hırlakyan’dır (Maraş kurtulunca kaçarken vurulur, ama soykırım mağduru ilan edilir). Fransız işgal kuvvetlerini davul zurnayla karşılar, onurlarına balo düzenler. Kızı Helena, işgalci komutanla dans ederek onurlandırır. İşgal askerleri Türk kadınlarına sarkıntılık eder, peçelerini yırtar. 22 yaşındaki Sait, buna yumrukla cevap verir. Göğsünden vurularak öldürülür. Bunun üzerine Sütçü İmam harekatı başlar.

İngiliz desteği de Adana’daki Ermenileri azdırır. Ermeni Episkopos Muşeng’in; evi; cephane ve bomba imal evi yapılmıştı.20 yıldan beri burada seçilen gençler eğitim için Rusya’ya gönderiliyordu. Evle Kilise tünellerle bağlantılı cephanelik haline getirilmişti. Patlayınca bir mahalleyi yakıp yıktı. Episkopos’un kardeşi ile 30 Ermeni öldü. Fransızlar enkaz yerinde inceleme yaptığında öldürülecek Türkler’in listesi ortaya çıktı.

Zaten Zeytun, Haçin ve Dörtyol’da Ermeni çeteler Ermenistan bayrağıyla geziyor; çeşitli katliamlar yapıyor, öldürdüklerinin kanlarıyla vücutlarına haç çiziyorlardı! Şişmanyan adlı biri; Ereni Devleti Kuvvetleri Komutanı” olarak ortalıkta geziyordu. Çeteler, yakalanma tehlikesi karşısında İskenderun ve Mersin limanlarındaki İngiliz ve Fransız gemilerine saklanıyorlardı.

İncirlik köyünde bir eve topladıkları Türkleri, topa tutarak katlettiler. Tarsus’a kaçmaya çalışan Türkler, yolları kesilerek Kahyaoğlu Çiftliği’ne götürüp erkeklerle çocukları öldürdüler. Kadınlara tecavüz edip elleri ve kulakları keserek zıynetlerini aldılar. Cami köyünü basıp onlarca insanı boğazlayarak Ceyhan nehrine attılar. Kuvayi Milliye Teğmeni Selahattin’in kafasını keserek top üzerine Adana caddelerinde teşhir ettiler. Kozan Defterdarı Hamdi, Mektupçu Ali Rıza ve emekli Yüzbaşı Mehmet beyleri fırında yaktılar! Kozan ile Saimbeyli’de 500’er kişiyi öldürdüler.

Bu çeteler; İngilizler tarafından Kıbrıs’taki Magosa kampından eğitilmiş; Fransız üniforması giydirilerek Adana ile Mersin’in işgaline gönderilmişlerdi. Fransızlar da kurdukları bir komisyon marifetiyle Türklerin mallarını Ermenilere tapuluyordu. Adan ve Mersin’de banka şubeleri açmıştı.

Türk Ordusu 9 Eylül 1921’de İzmir’e girmesinin dördüncü günü İzmir yangını başlamıştı. Ermeni mahallesindeki 25 ev; Yunan beşinci kol emrindeki Ermeniler tarafından gaz dökerek dinamitlemişti. Rüzgarın ters esmesi üzerine Alsancak ile Punta-Levanten mahallerini yakarak Kordon’a ulaşmıştı. Türklerin Ermenilere soykırımı olarak gösterdiler. Oysa İzmir İtfaiye Teşkilatı’nın 12 yıllık Avusturyalı Müdürü Paul Greskoviç, “yangın bizzat Ermeniler tarafından çıkarıldı, ben olay yerine gidince ermeniler bana ateş ederek uzak tuttular” şeklinde rapor vermişti. Bu İtfaiye Teşkilatı, Levanten mahallesini sigortalayan yabancı sigorta şirketleri konsorsiyumu kurmuştu.

Amerika’nın İzmir Konsolosu George Horton ise; Türk Ordusu İzmir’e gelmeden başkentine acil bir telgraf yollamış. “Yunan Ordusu tükendi. Uşak’tan, Kütahya’dan, Aydın’dan çekildiler. Çekilirken bu şehirleri yaktılar. Benim kanaatım odur ki İzmir kurtarılamaz. İşittiğime göre Yunan Ordusu şehri yakacak. Yunan askerlerinin cephanelikleri havaya uçuracakları söyleniyor. Konsolosluk mensuplarıyla Amerikan vatandaşlarının hayatlarını kurtarmak için, tahliye için acilen bir kruvazör gönderiniz” talebinde bulunmuş.

*****

Ermeni terör örgütleri, 16 ülkede diplomatlarımızı katletti. Bu ülkelerin başında Amerika ve Avrupa gelmektedir. Asya ve Avusturalya’da uzandı. Taşnak Partisi, NEMESİS Operasyonları başlatmıştır. Ki finansal yönetici Şahan Natali ve suikast ekiplerinin lideri de Ermenistan’ın Washington büyükelçisi Karekin Pastırmacıyan’dır.

Birinci Dünya Savaşı döneminin Osmanlı Sadrazamı Talat Bey; Mondros Mütarekesinden sonra gittiği Almanya’da; Berlin’de ensesinden vuruldu. Bir kolunda eşi, diğerinde arkadaşı vardı. Suikastçı terörist; Erzurum doğumlum Soğomon Tehliryan, tehcir sırasında Sırbistan Üniversitesinde öğrenci idi. “Öldürdüm ama katil değilim, vicdanım açık” dediği Alman Mahkemesince beraat ettirildi.

Almanların bu tavrı, Ermeni terörizminin hukuki zeminini oluşturdu. Nitekim sadrazamlardan prens Sait Halim Paşa, Roma’da Arrşvir Şıracıyan tarafından katledildi. İtalyanlar yakalamak istemedi. O da bir yıl sonra Berlin’de Teşkilat-* Mahsusa kurucularından Bahattin Şakir ile Cemal Azmi’yi katletti.

Tiflis’te Cemal Paşa’ya suikast düzenleyenler ise, Stefan Çekiçyan ile Bedros Boğosyan’dır.

Mustafa Kemal Atatürk’ü de öldürmek için üç kişi yola çıkar. Edirne üzerinden gelen Manok Manokyan, Eskişehir’de yakalanır, yargılanır, itirafta bulunur, idam edilir.

Taşnakçı Nemesis organizasyonunun Diaspora ve Ermenistan ile organik bağı deşifre olduktan sonra, yerini ASALA almıştır. İlk sansasyonel eylemi; 1973 yılında Mıgırdıç Yanıkyan’ın Los Angeles başkonsolosu Mehmet Baydar ile konsolos Bahadır Demir’i davet ettiği Santa Barbara’daki Baltimor oteline katletmesi olayıdır. Ki Yanıkyan, Erzurum doğumlu. Moskova Üniversitesi’nde okumuş. 1946’da Amerika’ya gitmiş, vatandaşı olmuş.

Bu eylemler farklı zaman ve şekilde sürdü: Viyana büyükelçimiz makamında katledildi, Paris büyükelçimiz ve şoförü; Beyrut, Vatikan, Lahey, Paris büyükelçilerimiz, Madrit büyükelçisi eşi ve bacanağı emekli büyükelçi, Atina büyükelçilik idari ataşesi ile kızı, Sidney başkonsolosu ile koruma polisi, Paris büyükelçilik çalışma ateşesi ile din görevlisi, Cenevre başkonsolosluk sekreteri, Boston fahri konsolosu, Los Angeles başkonsolosu, Ottawa büyükelçilik askeri ataşesi, Burgaz başkonsolosluğu ticari ataşesi, Belgrat büyükelçisi, Brüksel idari ataşesi, Tahran büyükelçiliği sekreteri, Viyana büyükelçiliği çalışma ataşesi, BM Viyana Ofisi Türk direktörü, Atina büyükelçiliği basın ataşesi, Bağdat büyükelçiliği idari ateşesi, Atina büyükelçiliği müsteşarı vb suikastlerle şehit edildiler. Lizbon büyükelçiliği baskınında maslahatgüzar şehit edildi. Paris başkonsolosluğu baskını ile güvenlik görevlisi ile 44 Türk şehit edildi. Esenboğa Havaalanına yapılan baskınla pasaport sırasındaki 72 kişi yaralandı. Paris Orly Havaalanına bombalı çanta baskını ile sekiz kişi öldü.

Kısaca, dört kıta 16 ülkede diplomatlarımız şehit edildi. Bu yolla Ermeniler, davasını dünyaya tanıtmış oluyor. Dava dedikleri “soykırım ve intikam” iddiasını kabul eden devlet sayısı; Amerika Başkanı’nın kabulü ile 33’e yükselmiş olduğuna göre, tanınmayı da sağlıyorlar. Artık sıra diğer 2 T’ye geliyor!

Ama bir “Amerikan Projesi” olarak kurulan, Kasım 2002’den beri iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı, kendisini BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) “eş başkanı” atayan ABD’yi “stratejik müttefik” kabul etmeyi sürdürüyor. O Amerika, soğuk savaş döneminde Türkiye’yi “Kominizm karşısındaki ileri karakol” konumunda tutmuştu. “Bizim oğlanlar” dediği 12 Eylül darbecileriyle, 1989’da soğuk savaş sona erdiğinden, “stratejik ortak” yaptı. AKP ile de “model ortak” ilan etti. Eş başkanın antikominist örgütleme elemanlarından Fetullah Gülen ile ortaklığını sağlayarak Ortadoğu haritasını yeniden çizme hareketini başlattı.

Bu nedenle Türk Hükümeti eliyle Atatürk ve Atatürkçülüğe savaş açıldı. Türkiye’nin “tam bağımsız” ve “yurtta ve dünyada barış” ilkelerinden uzaklaştırılarak yalnızlaştırıldı. Türk Ordusu “kumpas” davaları ile hizaya sokuldu. ASALA’dan sonra PKK terörü ile Türkiye “bölünmez bütün” olma kaygılarına sürüklendi.

Nitekim AKP-FETÖ düzenlemesi Balyoz davasıyla 22 Şubat 2010 günü zindana atılan Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek; bugünlere gelineceğini 6 Eylül 2016’da Sözcü muhabiri Özlem Gürses’e anlattı:

“Ben kuvvet komutanı iken 2004 Ocak ayında bir dosya geldi. Washington’da bir düşünce kuruluşunun tertiplediği seminerin kitapçığı. Konu, -Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika- Bunların arasında Türkiye de var. Seminerin sonuç bildirgesi şu: -Bu ülkelerin tümünde rejim değişikliğine ihtiyaç var ve buna başlayalım- İyi de nasıl olacak bu rejim değişikliği? Seminerde o da konuşulmuş: -yerel güçleri kullanacağız- demişler. Türkiye’de kullanılacak Yerel Güç’ün ne olduğu da açıkça ifade edilmiş; Fetullah Gülen Hareketi. Bakın, yıl 2004. Her şey bu kadar açık. Ben bu kitapçığı görevdeki her makama bildirdim…”

Orgeneral Örnek’in “her makama” bildirmesi gidişatta bir farklılık yaratmış mıdır? Hayır!

Buna rağmen Türkiye bugün, ABD Başkanı’nın neden haleflerinin tersine neden şimdi “soykırım” tanımını kullandığını tartışıyor.

Başını kuma gömmekten kaldırabilseydi, günümüzdeki ekonomik, dış politika alanındaki açmazlar yaşanır mıydı?

AKP ile Cemaat arasında “ittifak” yapıldığı; Başbakan Recep T. Erdoğan; ancak 4 Ağustos 2016’da esef duyarak itiraf etti. “Olağanüstü din Şurası toplantısında; “… Allah edikleri için müsamaha gösterdik. Dedik ki bir ortak yanımız var. Ama inanın bana, aynı menzile giden farklı yollardan biri olarak gördüğümüz bu yapının aslında bambaşka niyetlerin, sinsi hesapların aleti, aracı, örtüsü olduğunu uzun süre görmedik, göremedik…” dedi.

Demek ki 17-25 Aralık ile 16 Temmuz olmasaydı; görmemeye devam edileceklermiş!

“Ders alınsaydı hiç tarih tekerrür eder miydi!”

Haziran 2019’da Bakırköy Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ayhan Memük’ün Balyoz ile ilgili 50 hakim-savcı hakkında sunduğu 56 sayfalık bir iddianame rapor, tam da bunu gösteriir. Çarpıcı saptamalar içermesine rağmen sonuç vermemiş.

Savcılık iddianamesinde; “Birinci Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığınca gönderilen ve 24 Şubat 2010 tarihinde tutanak karşılığı teslim edilen iki bilirkişi raporundan biri, sanıklar lehine görüş belirten ve soruşturmada ilk bilirkişi raporu olma özelliğe sahip. Ahmet Hakan Erdoğan tarafından hazırlanan teknik bilirkişi raporunu dosyaya koymadıkları, raporu yok ettikleri-kaybettikleri, akıbetini araştırmadıkları…” deniyor. Raporda Balyoz belgelerinin 2007-2009 tarihleri arasında hazırlandığı, izinin 1. Ordu bilgisayarlarında bulunmadığı, 19 Şubat 2010 günü J. Yüzbaşı H. Erdoğan tarafından gönderildiği; halen buharlaşmış durumda olduğu üzerinde yeterince durulmamış! (27, 28, 29 Nisan 2021)

1 Bak 24 Nisan, Hay Dat, Sarmal ve ABD makaleme.

2 George Horton; bir Yunan hayranıdır. Yunan kızı ile evlidir. Atina ve Selanik konsolosluklarından sonra İzmir’e gelmiştir. Türkleri “şeytan” olarak niteler, nefret eder. İzmir’den amerika’ya dönünce emekli olur. 1926’da yayımladığı (the blght of asia=asya’nın belası) kitapla İzmir’i Türklerin yaktığını söyler!

3 Nemesis, Yunan panteonundaki intikam tanrısıdır.

4 Nemesis Operasyonu fikir babası, Elazığ doğumlu Şahan Natali’dir. Misyonerler tarafından ABD’ye götürülmüş; Boston Üniversite’den mezun olmuş. Massachusts’de yaşayan Amerikan yurttaşıdır. Nemesis Operasyonu finansal gelir giderlerini yönetir.

5 Karekin Pastırmacıyan, Erzurum doğumludur. Fransa2nın Nancy Üniversitesi’nde okumuş. “Armen Garo” kod adıyla tehcirden 20 yıl önce teröre başlamış: Karaköy’deki Osmanlı Bankası Genel Müdürlüğünü 30 kişiyle basmış, 154 kişiyi rehin almış. Sokaklar savaş alanına dönmüş, 30’dan fazla kişi ölmüş. Rusya ile Fransa’nın arabuluculuğu ve Osmanlı Sarayı’nın affı ile 30 arkadaşıyla Marsilya’ya gitmiş.

6 A. R. Bilinski; Polonyalı baba ile İngiliz anneden Midilli’de doğmuş bir Osmanlı vatandaşıdır. Kendi isteğiyle Müslüman olmuş; “Reşit” adını da almıştır. Avusturya’da siyasal bilgiler öğrenimi görmüş; yedi lisan bilen biridir. 1914’te Osmanlı Washington Büyükelçisi olmuş. Amerika basınındaki yalan ve haksız haberleri yalanladığı için ABD tarafından istenmeye ilan edilir. Ülkesine döner. Anadolu Kurtuluş Harekatına katılır. Atatürk ile birlikte İdama mahkum olur. Sonra; “Türk Ermeni Meselesi” eseriyle “asrın iftirasını” anlatır.

Yılmaz Özdil, “al sana soykırım” makalesi