Son günlerde Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Anayasada tarifi yapılan laikliğe ve seküler yaşam pratiklerine yönelik siyasi nitelikteki açıklamaları tartışılıyor. Erbaş; "İnanç, sokakta, mahallede, şehirde olmasın ve insanın içinde olsun gibi bir anlayış var. İnsan ile Allah arasında olsun, evine ve ticaretine, siyasetine, adaletine, yansımasın diye ortalığı ayağa kaldırıyorlar" dedi. Daha öte giderek güncel siyasal tartışma konusu olan, iktidarın sosyal medyada yeni düzenleme çalışmasına tam destek verdi.

Ali Erbaş'ın sözleri, dinin kamusal alanı düzenlemesine yönelik iktidarın açık talebinin karşılığı olarak okundu. Diyanet Başkanının bu denli öne çıkmasının kendi kişisel inisiyatifi ile olamayacağı, bunun siyasal iktidar tarafından sağlandığı çok açık. Erbaş’ın kullandığı “…ortalığı ayağa kaldırıyorlar" sözlerinin, Erdoğan’ın konuşma metinlerinde sıkça geçen polemik kalıplarından olduğu görülüyor. Hem içerik hem de üslup detayları, Erbaş’ın konuşmalarında ‘saray’ etkisini açıkça gösteriyor.

Modern devlet anlayışının ve beşeri hukukun anayasal laiklik prensibinin temelini oluşturmasını içine sindiremeyenlerin varlığı zaten malumdu. Diyanet Başkanı da bu sözleriyle TC Anayasasına karşı aktif faaliyetlere tam desteğini açıklamış oldu. Böylece Erbaş hem Anayasanın 2. Maddesinde tanımlanan Cumhuriyetin temel niteliklerine karşı olduğunu, hem de Anayasada tanımlanan kurumunun görev tanımına uymadığını deklare etti.

İNANÇ: SIKIŞMIŞ SİYASETİN EN MALİYETSİZ CAN SİMİDİ
Anayasa Madde 136; “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir” diyor. Diyanet Başkanının anayasal görev tanımını yok sayarak, iktidarın doğrudan siyasal gündemine paralel söylem ve eylemlerde ısrarının sebebi ne olabilir acaba?

Yakın dönemde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok” açıklaması sonrası Diyanet’in daha çok öne çıkartıldığı görülüyor. Esas görevi din hizmetlerini yürütmek olan, 13 milyar liralık dev bütçeli Diyanet İşleri Başkanlığı'nın AKP döneminde üstlendiği rolleri ve konumu artarak gelişti. Bu konumunun öneminin daha da artırılacağı yeni açıklanan orta vadeli ekonomik programda da görüldü. Diyanetin bütçesinin 2024 yılında (% 62 artırılarak) 21 milyar TL olacağı şimdiden tanımlandı.

Önceleri devlet protokolünde 52. sırada olan Diyanet Başkanının 40 sıra birden atlayıp, yüksek yargı temsilcilerinin ve Genelkurmay Başkanının da önüne geçerek 12. sıraya getirildiğini 30 Ağustos Zafer Bayramı protokolünde görmüştük.

DİYANET BAŞKANI NEDEN ÖNE ÇIKARTILIYOR?
Nihayetinde devlet memuru olan Diyanet işleri Başkanının kendi başına devlet işlerine karışması zaten olanaksızdır. Bunların hepsinin sarayda hazırlanmış, AKP’nin iktidar stratejisinin gereği olan siyasal iletişim faaliyetlerinin parçaları olduğu görülüyor. İktidar Diyanetten toplumsal sorunlara ya da iktidarın sorun olarak gördüğü konulara İslami referanslarla çözümler üretmesini istiyor. Diyanet de doğrudan bu talimatların gereğini yerine getiriyor.

Tüm resmi tören ve açılışlarda Erdoğan devletin asker-sivil üst yöneticileriyle topluca dua fotoğrafları vermeye özen gösteriyor. Yargıtay’ın açılışında Cumhurbaşkanı, cübbeli Yargıtay Başkanı ve Diyanetin Başkanı ile dua ederlerken verdikleri çarpıcı fotoğraf da bu çabanın ürünüdür. Erdoğan böylece devletin “dini hassasiyetler” de dâhil, tüm konularda kendisiyle birlikte oldukları izlenimini vermeyi önemsiyor.

MUHALEFET İNANÇ ÜSTÜNDEN SIKIŞTIRILMAK İSTENİYOR
AKP bütün devlet aygıtlarını ve kuralları kendi iktidarını onaylatmak ve sürdürmek üzerinden yeniden kurguladı. İhtiyaçları çerçevesinde kurgulayamadıkları kurumları ve kuralları da ya tümüyle ortadan kaldırdı, ya da (laik ve demokratik Anayasa örneğinde olduğu gibi) yok saydı.

İcraatları ile halka artık gelecek vaat edemeyen iktidar devletin tüm kurum ve kavramlarını kendisiyle özdeş göstermeye çalışıyor. Din, devlet, milliyetçilik, vatanseverlik, ordu gibi kimsenin karşı duramayacağı kurumları ve kavramları önüne siper olarak koyarak kendini olabildiğince güvene almış oluyor. Tüm bunları kendi siyasal kimliği ile birleştirip bir bütün olarak sunan Erdoğan, kendisinin de bizzat “devlet” olduğu izlenimi vermeyi amaçlıyor. Böylece hazırlıklarına başladıkları ilk seçimlerde muhalefetin karşısında kendisini değil “devleti” seçime sokarken, bu ideolojik yapının çerçevesini de din ile sağlamlaştırıyor.

Türkiye’de laik-anti laik ayrıştırmasının bugüne kadar ekmeğini çok yemiş olan AKP, her alanda sıkıştıkça inanç meselesini çok daha fazla öne çıkartmaya devam ediyor. Kendilerini en güvende hissettikleri siyaset alanı inanç zemini olduğundan, muhalefeti de bu alana çekmek istiyorlar. Bunun için de dini ve diyaneti araçsallaştırmakta sınır tanımıyorlar ve muhalefetin bunları eleştirmesini umutla bekliyorlar.

Diyelim ki bir muhalif siyasi sözcü “Yargıtay Başkanının ve yargı mensuplarının cübbeleri ile toplu dua görüntüleri, Diyanet Başkanının açıklamaları anayasal laiklik ilkesine aykırı değil midir?” diye haklı bir soru sormuş olsaydı, tam da umutla bekledikleri şey gerçekleşmiş olacaktı. “Bunlaar gördüğünüz gibi duadan ve dinden rahatsızlaar!” diye ünleme fırsatını yakalamayı çok arzu ettiklerini tahmin ediyoruz.

GELENEKSEL / MODERN TOPLUM VE İNANÇ MESELESİ
Ülkemiz dâhil bugün demokratik dünyada egemen olan modern devlet anlayışını geleneksel devlet anlayışından ayıran temel özellik; devletin sahip olduğu egemenlik ve meşruiyetin kaynağıdır. Modern devlet anlayışının temelleri; egemenliğin kaynağının halk olduğu, laik siyasal iktidar kurgusu üzerine kurulmuştur.

Modern devletin kurumsallaşabilmesi için halkın beklenti ve taleplerinin de modernleşmiş olması gerekiyor. Yani toplum kuldan yurttaşa dönüşmüş ve devletten modernleşmeyi talep eder seviyeye ulaşmış olmalıdır. Devletin anayasal temelleri modern devlet anlayışına uygun düzenlenmiş olsa da, siyasal iktidarlar bu temellerden uzaklaşmada siyasal yararlar görebilirler. Ancak ülke çoğunluğunun talepleri devleti (siyasal olarak) modern devlet yönünde zorlamasıyla, devlet bu talepleri yok sayamayacaktır.

AKP’nin toplumu İslamcılaştırma ve muhafazakârlaştırma çabaları, modern devlet yerine yeniden geleneksel toplum ve devlet anlayışının kabullendirilmesi niyetlerinden kaynaklanmaktadır. İktidarın meşruiyetini modern devlet olma gereklerinden değil de dinden almakla, tüm hukuksuzluklarına da gerekçeler üretmiş olacaklarını düşünüyorlar.

DİN KARTI İLE MEŞRULUK OLUŞTURMA ÇABASI
İktidarın kafasında zaten var olan ülkeyi İslamlaştırma projesi en sıkıştıkları zamanlarda ve seçim öncelerinde acilen öne çıkartılıyor. Diyanet Başkanına son çıkışların yaptırılmasının bir başka sebebi de, iktidarın hukuk dışılıklarına bir tür dayanak oluşturmak için din kartının devreye sokulması çabasıdır. Bunu biraz açalım.

Yönetim tarzlarının hukuki ve meşru olmadığını kendileri de biliyorlar. Tüm hukuksuzluklarına bir mesnet yaratmaya ihtiyaç duyduklarında dini en sağlam dayanak olarak görüyorlar. İcraatlarına bu şekilde mesnet ve meşruiyet oluşturarak birçok işi kolaylaştırmış oluyorlar. Örneğin, “Anayasaya, evrensel hukuka, temel hak ve özgürlüklere niye saygı duymuyorsunuz, bunları niye yok sayıyorsunuz?” sorularının yanıtı böylece bulunmuş oluyor; “çünkü dinimiz öyle emrediyor!”

Ya da, Anayasa Mahkemesi “Boğaziçi üniversitesi öğrencilerini neden gereksiz yere tutukladınız?” diye savunma istediğinde Adalet Bakanlığı “çünkü dinimiz öyle emrediyor” cevabını verebiliyor. Veya, “İstanbul sözleşmesinden neden çıktınız?” diye sorulduğunda da yanıt; “inancımızın gereği yaptık!” olabiliyor. Hukuktan elde edemedikleri meşruiyeti dinden almaktan daha kolay yol var mı?

Diyanet Başkanı Erbaş “inanç devlet işlerine, ticarete, siyasete, adalete yansımalıdır” derken, tam da siyasal iktidarın aradığı meşruiyetin fetvasını da vermiş oluyordu. Tüm hukuk dışılıklarının gerekçesi olabilecek fetvalarını da emirlerindeki diyanet kurumuna kolayca verdirebildikleri için, tüm siyasi kararlarının meşruiyet temellerini de kendileri üretmiş oluyorlar. Meşruiyetlerinin kaynağı da, öznesi de, nesnesi de kendileri oluveriyor; oh ne kolay iş!

TOPLUMU İSLAMLAŞTIRMA PROJELERİ SONUÇ VERİR Mİ?
İktidarın yaratmaya çalıştığı toplumsal yapı aslında gerçekleşmesi olanaksız hayallerden oluşuyor. Bugün ülke yurttaşlarımızın önemli çoğunluğu batı medeniyeti seviyesinde özgür, mutlu ve müreffeh bir yaşam arzulamaktadırlar. “Mütedeyyin kesim” denilenler de dâhil toplum, mutlu ve huzurlu bir yaşam için dünyanın mevcut iktisadi gerçeklerine uygun eğitim, iş ve diğer vatandaşlık olanaklarına sahip olmaları gerektiğinin farkındalar.

Modern dünya ile entegre olmuş bu insanların, aynı zamanda dini ve uhrevi kavramları tümüyle koşulsuz, sorgusuz ve sualsiz kabul etmeleri mümkün olamaz. Evrensel ekonomik rasyonalitelere uyumlu yaşamak zorunda olan bu“bireylerin” yeniden “kulluk” bilincine dönüşmeleri beklentisi gerçekçi olabilir mi?

Ancak bu iyimserliğimiz sınırsız değildir tabi ki! İktidarın toplumu muhafazakârlaştırmak için din kartını bu kadar etkin kullanmaya çalışması ülkeyi belki İslam devletine dönüştürmeye yetmiyor ama modern devlet olmayı da zorlaştırıyor. Sonuçta ne tam İslami ne de tam modern olan, sorunlarına çözüm üretemeyen bugünkü karmaşık ve ayrışmış toplum yapısı ortaya çıkmış oluyor.