İktidarın koronavirüsle mücadele döneminde muhalefetle uğraşmayı bir yana bırakıp asıl meseleye odaklanması beklenir aslında değil mi? Ama tam da beklenildiği gibi Erdoğan bu kriz döneminde de kutuplaştırma stratejisini merkeze çekiyor. Bunu neden yapıyor, açmak lazım.

Virüs tüm dünyanın ana sorunu, tüm ülkeler benzer sıkıntıları yaşıyor. Ekonomisi normal seyrinde olan ülkeler bu tarihi günlerde bütçe olanaklarını kullanarak halka doğrudan ve karşılıksız maddi destekler verebildiler. Ancak diğer ülkelerden farklı olarak Türkiye bu krize keskin bir ekonomik ve finansal krizin ekstra zorlu koşullarında yakalandı. Fakat iktidarımız bu acı gerçeği itiraf etmeye hiç yanaşmadı, yanaşmıyor.

Devlet millete “sevgili yurttaşlar, çok arzu etmemize rağmen yoksul kesimlere, işlerini kaybeden çalışanlara ve işyerleri kapanan küçük esnafa doğrudan ve karşılıksız destek veremiyoruz. Çünkü bütçe imkânlarımız buna elvermiyor, bizi mazur görün, şimdilik şu maskelerle idare edin” diyemiyor, her şey yolundaymış gibi davranmayı tek seçenek olarak görüyor.

Keşke biz de bu virüs krizine 2020 ekonomik koşullarında değil de mesela AKP’nin bol kaynaklara sahip olduğu ve rahatça harcadığı 2010 öncesinde yakalansaydık. Dış yatırımcının güven duyduğu, ekonomik ve mali tabloların parlak olduğu o dönemde olsaydık her şey çok farklı olabilirdi. AKP iktidarı batılı ülkelerden geri kalmaz, tabanın sempatisini ve güvenini kazanmak için bu fırsatı değerlendirmek isterdi. Ama ne yazık ki kaynaklar kurudu.

AKP iktidarlarının kendi siyasal tabanını oluşturan yoksullara ve dar gelirlilere bütçeden ciddi kaynaklar aktardığı ve bunca yıllık iktidarını da büyük ölçüde bu politikalarına borçlu olduğu bilinmektedir.

Sosyal koruma harcamaları başlığı altında yapılan tüm ödemeler ve yardımlar ile ilgili devletin TÜİK kayıtları oldukça dikkate değer bilgiler içeriyor. (Bu konuyu daha önce “Sosyal Devlet Yardımı mı Siyasal İktidar Lütfu mu?” başlıklı yazımda detaylı ele almıştım.) Bu rakamlara bir göz atalım.

SOSYAL KORUMA HARCAMALARINDA 21 KAT ARTIŞ!
TÜİK’in Aralık 2019’da açıkladığı 2018 yılı istatistiklerine göre sosyal koruma harcamamaları AKP iktidarlarının 17 yılında yaklaşık 21 kat artırıldı. AKP iktidarları öncesi, 2001 yılında toplam 21,6 milyar TL olan sosyal koruma harcamaları, 2018 yılında 442 milyar 607 milyon TL’ye çıktı.

Ülkemizde sosyal koruma kapsamında maaş (emekli/yaşlı, dul/yetim ve engelli/malül maaşı) alan kişi sayısı 2008 yılında 9.693 kişi iken, son 10 yılda yüzde 42 artarak 2018 yılında 13 milyon 766 bin kişiye yükseldi.

Seçmen tabanının çoğunlukla toplumun görece yoksul ve kırsal kesimlerinden oluştuğu bilinen AKP iktidarlarının, bu kesimlere verdiği sosyal yardım desteğini sürekli artırdığı görülmektedir. Popülist sağ politikaları benimsemiş AKP’nin siyasal tabanı olarak gördüğü kesimlere kamu kaynaklarını aktararak iktidarını sürdürme çabası içinde olduğu zaten çokça yazıldı, söylendi.

AKTARACAK KAYNAK BULAMIYORLAR
Bugün artık siyasal tabana bol keseden ve hesapsız kaynaklar aktarılamıyor. Yani tam anlamıyla “olsa dükkan sizin” denilen bir dönem yaşanıyor gerçekten. Kamu Özel İşbirliği ile yapılan köprüler, otoyolları, hastaneler, havalimanları gibi mega projelere dahi para yetiştirilemez duruma gelindi. Sadece 31 şehir hastanesine verilen hazine garantisi toplam 142 milyar doları buldu.

Devlet destek veremediği halka İban numarası vererek bağış ister duruma geldi. Buradan toplanan bir buçuk milyar TL civarındaki tüm bağış miktarı, Osman Gazi köprüsünden geçmeyen araçlar için yapılan yıllık devlet ödemesinin yarısını geçemiyor. Üstelik bu bağışların yarısı da devlet kurumlarından ve emirle ödemek zorunda bırakılan kamu görevlilerinden geliyor.

Bu sıkıntılı dönemde yapılan tüm yararlı çalışmaların iktidarın hanesine yazılması gerekiyor. Olumsuzluklardan ise tabi ki sorumlu olmayacaklar, bunların da muhalefetin hanesine yazılmasının altyapısını hazırlıyorlar.

CHP’Lİ BELEDİYELERE HAİNLİK SUÇLAMALARI
CHP’li belediyeler bu salgın döneminde sosyal politikaları uygulamada oldukça iyi gidiyorlardı. AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal, "Anadolu'da 'ayrı baş çekmek' deyimi vardır. Bunun devletteki karşılığı paralel yapıdır" dedi. AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki de “devletle yarış içine girmeyin” diyerek, Belediyeleri devletin bir kurumu olarak görmediklerini ifade ediyordu. Oysa başı ilk CHP çekmiş, ilk bağış toplamalarını bu belediyeler başlattıktan sonra devlet kampanyası başlatılarak belediyelerin bağış hesaplarına bloke konulmuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da: “Bu tür teşebbüsler geçmişte FETÖ ve PKK gibi örgütler tarafından da denenmişti” dedi. Ayrıca muhalefeti bozgunculukla, şov yapmakla, alınan tedbirleri sabote etmekle, hükümetle yarışmakla suçladı, bunları “Kovid virüsü kadar tehlikeli” gördüğünü söyledi. İktidarın bu aşırı sert tutumu ve sözleri, bir şeylerden aşırı rahatsız olduklarını gösteriyordu, neydi onları bu kadar rahatsız eden şeyler?

İKTİDARIN MUHALEFETE SERT TUTUMU NEDEN OLABİLİR?
İktidar belediyelerin ekmek dağıtmasını engellemekten ne fayda umabilir ki?” diye sorulabilir. Belki fayda bulamayacaklar bu yasaklamalardan, belki kendi tabanlarında da eleştirilecek bu akıl dışı engellemeleri. Onlar aslında yaptıkları bu yasaklayıcı ve düşmanlaştırıcı uygulamaların olası risklerini göze alıyorlar. Üstelik AKP’li belediyelerin her türlü faaliyetleri rahatça yürüttükleri görülüyor. Peki neden?

Katı tutumlarının tabanlarında olası tüm olumsuz sonuçlarına rağmen “CHP’li belediyelerin bu sıkıntılı günlerde halkın gönlünü kazanması riski asla göze alınamaz” düşüncesindeler. O yüzden Eskişehir Belediyesi’nin 25 yıldır sürdürdüğü yoksullar aş evinin hesaplarına bloke konulması gibi yasaya, akla, vicdana ters ve aşırı uç bir uygulamaya kadar gidiyorlar.

Kendileri de yerel yönetimlerden merkezi yönetime ve oradan da devletin başına geçtikleri için, muhalefetin yerel yönetimlerde başarılı çalışmalar yaptıkları izlenimine her ne olursa olsun izin vermemeye kararlılar. Gerekirse anayasa ve yasalar yok sayılarak muhalif belediyelerin önlerinin mutlaka kesilmesi gerekiyor.

Bu kararlılıklarının kendi gerçeklikleri içinde tutarlılığı olabilir; ancak hukuki, insani ve vicdani olmadığı çok açık.

MUHALEFETİ KRİMİNALİZE ETME VE ŞEYTANLAŞTIRMA
İktidar içinde olduğu krizlerin sebeplerini mutlaka bir takım iç ve dış düşmana atfeder, bunu sürekli görüyoruz. Ekonomik imkânlar yönünden tarihsel zayıflığın yaşandığı döneme denk gelen virüsle mücadelede bir düşman belirlenmesi gerekiyordu.

En iyi kullandıkları şey olan kriminalize etme, düşmanlaştırma ve şeytanileştirme araçlarını siyasal muhalefete yönlendirdiler. Erdoğan muhalefeti bu yüzden “Kovid virüsü kadar tehlikeli” ilan etti, CHP’li belediyeleri “paralel devlet uygulamaları, Fetö ve PKK uygulamaları” içinde olmak gibi akla ziyan aşırılıkta suçladı

Belediyelerin tüm eylem ve işlemleri zaten doğrudan İç İşleri Bakanlığı eliyle devletin denetimi altında. En küçük yasalara aykırı faaliyetleri olsa, kayyum atamasına kadar gidecek sert yaptırımlara maruz bırakacaklarına kuşku yok ve zaten fırsat kolluyorlar.

DEVLET PARTİSİ - PARTİ DEVLETİ
Yerel yönetimlerin halkın takdirini kazanacak işler yapmalarına (şimdiye kadar olduğu gibi) daha üstü örtülü engeller de çıkarabilirlerdi isteseler. Ama böyle yapmıyorlar, yasadışı saldırılarını açıktan ve gürültülü şekilde yapmayı tercih ediyorlar. Bunun önemli bir sebebi var: Ülkenin tüm siyasal ve yönetsel alanlarında kendilerini “Devlet Partisi” sıfatıyla tek söz sahibi olarak görüyorlar ve bunu henüz kavrayamamış olanlara alenen ilan ediyorlar. Dikkat edilirse bu konulardaki açıklamaları devlet yöneticileri ve bakanlar değil, AKP Genel başkanı ile yardımcıları (Mahir Ünal ve Mehmet Özhaseki) yapıyor.

İktidar, kendi dışında meşru hiçbir siyasi inisiyatif alanının bulunmasına izin vermediği gibi, kendisine herhangi bir alternatifin olması ihtimaline dahi tahammül edemiyor. Bunlara, yani kendi kontrolleri dışındaki idari ve siyasi alanlarda halka dönük bir kısım faaliyetlere izin verilirse, iktidarlarını paylaşmış olacaklarını ve bunun da sonunun kestirilemeyeceğini düşünüyorlar.

Zaten Erdoğan’ın seçimle gelen Belediye yönetimlerinin toptan kaldırılıp, yerlerine merkezi yönetim tarafından atamalar yapılması hayali, bir sır değil.