Bir süredir video yayınlayamayan Sedat Peker önemli ifşalarını Twitter’dan paylaşmaya devam ediyor. Son olarak 8 Temmuz’da ortaya attığı kaçak kalaşnikof silahlar iddiaları gündemi sarstı. Konu ile ilgili katıldığım Tele1 TV’de Merdan Yanardağ’ın sunduğu 5. Boyut programında konuyu açmaya, daha da anlaşılır kılmaya çalışmıştım. Bu yazımda tahlili biraz daha derinleştirmeye çalışacağım.

Kayıt dışı silahların AKP tabanına dağıtılmasına ilişkin yer, zaman, araçlar ve kişiler açısından detaylı bilgiler içeren Peker’in iddiaları, şu ana kadar yaptığı açıklamaların en önemlilerindendi. 15 Temmuz’dan hemen sonra yurt genelinde AKP Gençlik Kolları, il-ilçe teşkilatları ve siyasal tabanlarında silah dağıtımlarının yapıldığı kaygıları bu açıklamalar ile daha da pekişmiştir. Aşağıda bahsedeceğim önceki benzer gelişmelerle de örtüşmeleri itibari ile Peker’in açıklamalarının önemi daha da artmaktadır. Bu iddialarda adı geçenlerden Ahmet Onay aynı gün Twitter üzerinden yaptığı açıklamada olayı neredeyse baştan sona doğruladı, sadece kasa içindeki kalaşnikof silahları bizzat görmediğini iddia etti.

Ülkemizde özellikle 15 Temmuz 2016 sonrasında hız kazanan bireysel ve hatta paramiliter görünümdeki silahlanma faaliyetleri bu kadar açıktan sergilenmeseydi, Peker’in bu iddialarına belki daha fazla kuşku ile yaklaşabilirdik.

Sivil-Paramiliter Silahlanma Süreci
Siyasal iktidarın tabanının silahlanması teşvikinde ve bu faaliyetlerin göze sokulurcasına teşhirinde (özellikle son beş yılda) artan bir ivme gözlemlenmektedir. İktidarın bu yöndeki gelişmeleri izlemekle yetindiği ve daha da ötesinde, bu silahların gerektiğinde rahatça kullanımı için çeşitli mevzuat düzenlemeleri yaptığı yönünde iddialar oldu. Yargı bu çerçevedeki cüretkâr faaliyetleri görmezden gelirken toplum da tüm bu gelişmeleri dehşet içinde izliyor.

Asıl kaygı duyulan da yasaması, yürütmesi, yargısı ve kolluğu; yani tüm kurumları ile devletin bu gelişmelere yol verir görünmesi ve siyasal tabanlarının da bundan cesaret bulmalarıdır. Sedat Peker’in son ifşalarını aşağıdaki kronolojik gelişmelerle ilintileri kapsamında ele alınca, konunun kaygı verici boyutunun daha da görünür olacağını düşünüyorum.

15 Temmuz 2016 darbe girişiminden iki gün sonra Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Şeref Malkoç: "Milletin meşru müdafaa hakkı için milletimizin ruhsatlı silah almasının önü açılacak dedi ve tüm hikâye bundan sonra başladı. Ardından Milli Savunma Bakanı Fikri Işık “15 Temmuz’da kayıp mermi ve silahlar olabilir” dedi, aynı günlerde Ankara’da bu kayıp MP-5 silahlardan birisi bir cinayette kullanıldı. Daha sonra SADAT kamplarında AKP gençlik kolları ve Osmanlı Ocakları üyelerine suikast ve gayri nizami harp teknikleri eğitimleri verildiği iddiaları basına yansıdı.

2017’de Cumhurbaşkanlığı Şube Müdürü Muhammet Safi sosyal medya hesabından “Her eve bir otomatik tüfek ve 1000 mermi projesi şart” paylaşımını yaptı. Ardından tüm ruhsatlı silahların yıllık 200 adet olan mermi satın alma izni 1000 mermiye çıkartan düzenleme yapıldı. HÖH (Halk Özel Harekat) denen ucube bir yapılanma 22 ilde 7 bin üyeye ulaştıklarını, devletin verdiği tüm görevler (!) için hazır olduklarını açıkladı.

2017 İçişleri Bakanlığı’nın faaliyet raporuna göre kayıp silahlarda son 3 yılda 7 kattan fazla artış olduğu anlaşıldı. 2014’de toplam 14 bin olan kayıp silah sayısının 2017 sonunda 107 bine nasıl çıktığı açıklanamadı. Bu kayıp silahlar meselesi gündeme oturunca, daha sonraki yıllık faaliyet raporlarında bu tablolara yer verilmez oldu. Kayıp silahlar sayısı bugün itibarı ile kaça katlandı bilmiyoruz, çünkü açıklanmıyor.

CHP’nin Meclis’te ‘kayıp silahların araştırılması’ önergesi AKP’li oylarıyla reddedildi. CHP'li vekil Gamze Taşçıer, 15 Temmuz’da kaybolan silahları ve 2018 sonu itibari ile toplam kayıp silah sayısını İçişleri Bakanının yanıtlaması için 2019'da sordu. Soruya bir yıl sonra verilen Süleyman Soylu imzalı yanıtın içi tamamen boştu. Kayıp silah sayıları verilmediği gibi “bu silahları elinde bulunduranların yasal yollarla mermi temin edemeyecekleri” açıklaması yapıldı! (Ama her şeyin bir kolayı var, değil mi? Ruhsatlı silahların 200 adet olan yıllık mermi izni 5 katına çıkartılmıştı ya! Ruhsatlı silahların 1000 adetlik mermi istihkakı ile kayıp ve kaçak silahların mühimmatı da rahatça karşılanıyordur belki!)

Bu kayıp ve kaçak silahların ‘zamanı geldiğinde’ kullanılabilmesi için yasal düzenleme de ihmal edilmedi. Aralık 2017’de, kamuoyunda “İç savaş Kararnamesi” diye anılan 696 sayılı KHK yayınlandı. “15 Temmuz darbe girişimi ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemler kapsamına sokulacak girişimlerin bastırılması kapsamında hareket edecek sivillerin hiçbir sorumluluğu olmayacağı hususu düzenlendi.

“Milli İrade Karşıtı Hain Muhalefet!”
Muhalefetin veya sivil toplumun her sözünden kendilerine dönük darbe çağrışımı çıkartıp yargıyı olur olmaz sebeplerle harekete geçiren iktidar ortakları hangi sözlerden neler çıkarmamışlardı ki? CHP’li Özgür Özel "Saray rejiminin sonu geliyor" ve CHP’li Canan Kaftancıoğlu geçen yıl "önümüzdeki seçimde bir erken seçimle veya başka bir şekilde, iktidar değişikliği değil bir sistem değişikliğine gidişatı görüyorum" dediğinde kıyameti koparmışlardı. Derhal savcılık soruşturmaları başlatıldı. Erdoğan muhalefeti faşist ve cuntacı olmakla suçladı. “Milli iradenin üstünlüğünü, demokrasiyi, hakkı, hukuku, adaleti, sandığı hazmedemeyen bu faşist zihniyet hala vesayet, darbe, cunta özlemiyle yanıp tutuşuyor. Demokratik yöntemlerle iktidara gelmek yerine, darbeyle ülkenin yönetimini gasp etme hevesiyle hareket ediyorlar” dedi.

Tam da bu günlerde en üstdeki siyasal otoriteden güç alan AKP il, ilçe parti yöneticileri ve siyasal tabanları birden coşmuştu hatırlarsanız. TV kanallarında ve sosyal medyadan açık tehditler ve her türlü silahlarla çekilmiş fotoğraf paylaşımları modası olmuştu. Kavanoz dolu mermilerle, iki elinde iki otomatik makineli tüfeklerle ve her tür silahlarla pozlar verenler vb… “Komşularımın listelerini hazırladım, bizim aile en az elli kişi götürür” diyenler, “karılarınızı, çocuklarınızı bizden nasıl koruyacaksınız” diyenler, “15 Temmuz'a kadar birkaç çakım vardı sadece. Şimdi, bir mangayı donatacak kadar silah ve mühimmatım var. Benim gibi de yüz binler var. Bir daha ‘başka şekilde' iktidar değiştirmeye niyetlenen olursa deneyeceğimiz çok fantezi var haberiniz olsun” diyen parti yöneticileri ve niceleri…

Darbeye Asıl Niyet Edenler Kimlermiş?
Oysa muhalefetin ne darbe yapmaya niyeti, ne de bunun için elverişli araçları var, tek istedikleri ilk serbest genel seçimlerde iktidar olmak, hepsi bu. Ancak iktidar ve siyasal tabanı için aynı şey söylenebilir mi? 15 Temmuz sonrasında yukarıda saydığım gelişmeler ile siyasal iktidarın demokrasi ve hukuk anlayışını ortaya döken söylem ve eylemlerine baktığımızda karamsar olmak için hayli sebep var!

15 Temmuz’dan hemen sonra; 20 Temmuz 2016’da çıkartılan OHAL Türkiye genelinde 3 ay süreyle ilân edilmişti. 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimlerine de OHAL koşullarının dayattığı tamamen antidemokratik koşullar içerisinde gidilmişti. 7 kez uzatılan ve 18 Temmuz 2018'de kaldırılan OHAL yerine 3 yıl süreyle OHAL benzeri yetkileri içeren geçici bir düzenleme getirilmişti. Gözaltı sürelerinin uzatılması, kurum ve şirketlere kayyum atamaları ve kamudan koşulsuz ihraçların devamı gibi antidemokratik yetkileri içeren yasanın süresi önümüzdeki 31 Temmuz’da doluyor. İktidar torba kanuna eklediği maddelerle bu despotik yetkilerini 3 yıl daha uzatarak, 2023 seçimlerine de OHAL yetkileri ile gitmek istiyor.

Darbe teşebbüsünü bahane ederek başlattıkları olağanüstü yönetim tarzını pek sevdiler ve bu despotik idari imkânlardan vazgeçmek istemiyorlar. Yasaların verdiği veya vermediği tüm devlet olanaklarını seferber ederek iktidarı teslim etmeme yönündeki çabalarını sürdürmeye kararlı görünüyorlar.

Bahçeli; “Millet İttifakına Karşı Millet Ayağa Kalkacaktır”
Cumhur ittifakının önümüzdeki ilk seçimlerde iktidardan gitmemek için seçim günü akşamında gerekirse siyasal tabanını kışkırtarak sokağa dökebileceği yönünde spekülasyonlar artıyor. Bu tür kaygıları gidermeleri beklenen İktidar ortakları ise tam tersini yapıyorlar.

MHP lideri Devlet Bahçeli 6 Temmuz’daki konuşmasında “Zillet İttifakı” diye andığı Millet İttifakı’nın iktidara gelmesi halinde ihanetin kıvamına gelmiş olacağını iddia etti. Bahçeli tehdidin ağır olduğunu, Türk milletinin ayağa kalkacağını, teröre teslimiyeti kabul etmeyeceğini ve etnik bölücülük zilletine geçit vermeyeceğini iddia etti.

İktidarın büyük ortağı AKP’nin lideri Erdoğan’ın da benzer anlayışta olduğunu, 8 Temmuz’da ki AKP İl başkanları toplantısında öğrendik. Erdoğan da konuşmasında 2023 virajını kazasız belasız dönmeleri gerektiğini, istikametini kaybetmiş (muhalefete) bu memleketi teslim edemeyeceklerini beyan etti. Devleti ve iktidar olanaklarını tüm güçleri ile kullanma imkânına sahip iki liderin demokrasi ve hukuku yok sayan böylesi söylemleri ürkütücü değil midir?

Tehdit Ve Yakın Tehlike Kimler İçin Var?
İktidarın büyük ortağı memleketi muhalefete teslim edemeyeceklerini söylüyor, küçük ortak ise iktidarın el değiştirmesi olasılığını ihanet olarak görüyor, bu ihanete karşı tüm milleti direnmeye çağırıyor.

Yerli yersiz “darbe çığırtkanlığı” suçlamaları ile muhaliflere karşı harekete geçen yargı çok önemli gelişmelerde sessizliğini koruyor. Bu “ayağa kalkma" çağırıları Devlet Bahçeli'den değil de bir muhalif siyasetçiden gelseydi neler olabileceğini biliyoruz.

Evrensel hukuka göre bir tehdit ve yakın tehlikenin var olduğu, failin potansiyel tehlikeyi gerçekleştirmek için önce bu yönde bir niyete ve sonra elverişli araçlara sahip olması durumunda kabul edilmektedir. Örneğin, kurusıkı tabanca ile insan öldüremeyeceğiniz için cinayete teşebbüsten değil, en fazla yaralama veya yaralamaya teşebbüs suçundan yargılanırsınız.

Muhalefetin seçimle iktidara gelmek dışında bir niyetinin bulunmadığı ve üstelik belediye zabıtası ile darbe yapamayacağı ortadadır! Ancak, yukarıda izah ettiğimiz tüm gelişmeler ışığında, iktidar bileşenlerinin (eğer isterlerse teknik manada) bunun için elverişli araçlara, imkân ve kabiliyetlere sahip olmadıklarını söyleyebilir miyiz?