Erdoğan’ın siyasette tümüyle pragmatist (faydacı) olduğu; günün gereği olarak gördüğü birbirine tümüyle zıt görüşleri aynı heyecanla savunduğu ve uyguladığı gayet iyi bilinir. Siyasi tabanının ve ekibinin bu hızlı dönüşleri sorgusuz ve içten kabul etmesi de şaşırtıcı bir gerçekliktir.

Önceki hafta Cuma namazı sonrası Erdoğan hedefi açıkça belli “Havva ile Adem’e dil uzatanların o dillerini koparırız” demişti. Bu hafta ise “benim o sözlerimin muhatabı Sezen Aksu değildi” diyerek çok bilinen geri adımlarından birisini daha atmaktan kaçınmadı.

Bildiğimiz gibi Erdoğan toplumda “geri vites” diye tabir edilen sayısız örnekleri sergiledi. Bu örnekler bazen uzun dönemli bir siyasal ortaklığın veya düşmanlığın bitirilmesi şeklinde, bazen verdiği çok kararlı bir sözden dönmesi veya o sözü yok saymasıyla olabiliyor. İlk akla gelenleri anımsamakta yarar var.

Efsane Geri Vitesler!

* Davos’ta toplantıda “one minute” diyerek İsrail Cumhurbaşkanına posta koyarken, hemen ardından dışarıda gazetecilere “sözlerim Şimon Peres'e değil, moderatöreydi” diyebiliyor.

* Mavi Marmara feribotu Filistin’e resmi törenlerle gönderilirken “Otorite biziz ve bizden izin aldılar” derken, ekonomik sebepler zorlayınca “giderken bana mı sordunuz?” diyebiliyor.

* Uzun dönemli Gülen Cemaati işbirliği sonrası “kandırıldık, milletimiz Allah affetsin” itirafı gelirken, bir süre sonra “hiçbir zaman ne aldatan ne aldanan olduk” diyebiliyor.

* 2010’da “PKK ile görüşen şerefsizdir” derken, Oslo görüşmelerinin sızması sonrası 2012’de “PKK ile görüşme talimatını ben verdim” diyebiliyor.

* “Kürt sorunu benim de sorunumdur” dedikten sonra başlattıkları “barış sürecini” siyasi gereklerle bitirirken “kardeşim ne Kürt sorunu, sorun morun yok, bitti o iş” diyebiliyor.

* “Bu bu can bu bedende oldukça o teröristi alamazsın” dedikten kısa süre sonra ABD’li rahip Brunson ve Türk asıllı Alman Gazeteci Deniz Yücel ülkelerine özel uçaklarla gönderilebiliyor.

* Suriye’de Rus uçağı düşürüldüğünde “emri ben verdim” derken, Rusya ile ilişkiyi tekrar düzeltmek gerektiğinde “uçağı Fetö’cü subaylar düşürmüş” diyebiliyor.

*.Bir zamanlar Mısır, BAE ve İsrail “terörist devletler” ilan edilirken, “Rabia” işareti neredeyse AKP’nin ampulünün yerini almıştı. Gün olup ekonomik sebeplerle ihtiyaç hâsıl olduğunda tekrar ilişki kurmak için derhal “bölgemizin istikrarı ve güvenliği…” bahaneleri üretilebiliyor.

* ABD’nin Ermeni soykırımı kararının Biden ile görüşmede gündeme getirileceğini vurgularken, görüşme sonrası “hamdolsun Ermeni soykırımı meselesi gündeme gelmedi” diyebiliyor.

Tüm bu birbirine zıt söylem ve icraatların ortaya konulmasındaki rahatlıkta, Erdoğan’ın kitlesinin her durumda ardında olacağı varsayımının çok etkili olduğu biliniyor. Bu siyasi ve ideolojik tutarsızlıkların çoğalması ile, “Erdoğan’ın en bariz özelliği sahiciliğidir” efsanesi de artık çoktan yıkıldı. Kitlesinin her durumda Reis’lerinin arkasında yer alacağından eskisi kadar emin olamadıkları anlaşılıyor.

Ülkede her şey çok kötüye gidiyor, beceriksizlikleri ve öngörüsüzlüklerinin sonuçları her alanda patlıyor. Son olarak, sanayide enerji kısıntısının haftalarca sürebileceğini öğrendik. Tatsız gerçekleri değiştirmeye güçleri iyice yetmez olunca, tüm kapasitelerini bu gerçeklerin algısının yönetilmesine adadılar.

Medya ve İletişim İmparatorluğu

Ellerinde kalan işe yarar tek enstrüman olarak gördükleri siyasal iletişim ve algı yönetiminin çalışmasının bazı ön koşuları var. Bu alandaki başarıları, toplumdaki çoksesliliğin ve demokrasinin kalan son kırıntılarının da yok edilmesine bağlı.

AKP’nin iktidarının ilk yıllarında göreceli olarak daha demokratik oldukları düşünülürdü, ama o günlerde de demokrasinin temel değerlerine inanç ve saygılarının hiç olmadığı çok açıktı. AKP iktidarlarının genetik despotizmi, görmeyi reddetmeyenler için her alanda gösteriyordu kendini.

Toplumda oluşturmaya çalıştıkları tekseslilik özlemi, öncelikle havuz medyası oluşturmakla açıkça görünür olmuştu. Bugüne gelindiğinde ise, İletişim Başkanlığının ve oluşturulan medya imparatorluğunun tüm zihinleri biçimlendirme çabası daha çok önem kazanıyor. İnsanların algıları; siyasi kişi ve olgular hakkında zihinlerde oluşan imajlar iktidarın bu muazzam kitle iletişim araçları tarafından özenle biçimlendiriliyor. Siyasi figürler hakkında toplumsal kesimlerde bugün var olan sevgi-hayranlık ya da nefret-öfke gibi duygular işte bu medya kültürüyle oluşturulmakta ve beslenmektedir.

Kar altında belediyelerin ucuz ekmek kuyruklarında saatlerce bekleyen dayıların “Reis’ten ötesi yalan” diyecek kıvama getirilmesinin de bir maliyeti var. Toplumda bu algıların oluşması için iktidar kamu kaynaklarını çeşitli yöntemlerle Turkuaz veya Demirören gibi yandaş medya kuruluşlarına aktarıyor. Bu işlem bazen kamu reklam ve ilanları ile bazen de asla geri dönmeyeceği bilinen yüzlerce milyon dolarlık Devlet bankaları kredilerini aktarmakla oluyor.

Sonuçta; vatandaş algısının oluşturulmasının ekonomik maliyeti de yine vatandaşa ödettirilmiş oluyor. Aşırı zamlarla, vergilerle ve/veya artırılmayan emekli maaşları ile...

Olan Sorunları Yok, Olmayanları Var Gösterme Sanatı

Toplumun neler düşünmesi ve hissetmesi gerektiğini de onlar belirliyorlar. Güçlü medya ve iletişim imparatorluğu marifetiyle oluşturulan gündemlerle siyasal kesimler arasındaki öfke ve nefret duyguları keskinleştiriliyor. Böylece kurgusal bir halk ve yapay “hassasiyetler” yaratarak bunları muhalefetin karşısına koyuyorlar.

Normalde halkın sorunlarının ve taleplerinin iktidar siyasetini yönlendirmesi gerekirken, ülkemizde bunun tam tersi oluyor. İktidar siyasal gücünü korumak için halkın talep ve tepkilerini belirleyip yönlendiriyor. Muazzam medya gücü ile iktidar aslında insanların aklına gelmeyen, sorun olarak görülmeyen konuları önemli sorunlarmış gibi ortaya koyup konuşulmasını sağlayabiliyor.

Hatırlayalım mesela; bir sokak köpeğinin bir çocuğu yaralaması olayından çıkan Erdoğan konuyu “beyaz Türkler köpeklerine sahip çıksın!” noktasına çekebiliyorlar. Ya da, toplumun genelinin problemi olmadığı Sezen Aksu’nun şarkı sözlerinden cımbızla çektikleri bir dizeyi topluma “inançlarımıza saldırı” kılıfıyla sunabiliyorlar. Toplumun genelinin ne “beyaz Türklerin evcil hayvanları” ile ne de Sezen Aksu’nun şarkı sözleri ile derdi yokken, birden böyle dertleri varmış gibi oluyor!

Siyasal Muhalefetin Daraltılmış Siyaset Alanını Kabullenmesi Sorunu

Muhalefetin zayıf karnının inanç meselesi olduğunu bilen iktidar siyaseti sürekli bu alana çekiyor. Asıl garip olan; muhalefet de daraltılan bu siyaset alanı içinde kalmayı reddedemiyor. Muhalefet mevcut durumu, yani zihinleri bulandırılmış iktidar seçmeni kesimini veri kabul ediyor. İktidarın oluşturduğu sözde “hassasiyetlerle” donanmış kitlenin gönlünü kazanmakla iktidara geleceği varsayımı üzerinden bir muhalefet yürütülüyor.

İnanç meselelerine girerse kimseyi inandıramayacağını düşünen muhalefet bu yüzden örneğin, cemaat baskıları ile intihara sürüklenen Enes Kara olayı üzerine gidemiyor. “İnanç” üzerinden yürütülen Sezen Aksu’nun siyasal linçinde sessiz kalınıyor.

Sezen Aksu’yu sevenlerin sayısı muhtemelen iktidara oy verenlerin toplamından fazladır. Bu sebeple onun arkasında durulmasından çok, bu meselenin inanç meselesi olmadığı vurgulanmalıydı. Konunun özgürlükleri yok etme ve kitlesel düşmanlıklar yaratma çabası olduğu üzerinde durulmalıydı. “Dillerini koparırız” sözleri ile Cumhurbaşkanının görev sınırlarını çok aşarak toplumda düşmanlık yaratma çabasında olduğu topluma afişe edilebilirdi.

İktidarın Kötülüklerine “Orada Bir durun” Demek Gerekiyor

Türkiye’de muhalefet iktidardaki bir siyasal partiye ve hükümete karşı değil, bir iletişim stratejisi üzerinden yürütülen medya imparatorluğuna karşı mücadele vermeye çalışıyor. Ancak bu mücadelede hayli eksik kalındığı çok açık görülüyor.

İktidarın kendi varlığını koruma adına topluma ve ülkeye yapabileceği kötülüklerin sınırı olmadığını artık herkes öğrenmiş durumda. İktidarın kötülüklerinin bir sınırını çizmek, “orada bir durun bakalım” demek muhalefete kalıyor. Halkın zaten yaşadığı sorunları dönüp tekrar tekrar halka anlatmakla bunlar engellenmiş olunmuyor.

İktidarın daralttığı alana girmeden tartışma laik anayasa, hukuk devleti ve düşünce özgürlüğü üzerinden tartışmaya çekilmelidir. Böylece din-iman meselelerine girmeden, halkın temel hak ve özgürlüklerinin daha fazla yok edilemeyeceğinin kararlı şekilde ortaya konulması gereklidir.

Sezen Aksu konusundaki Erdoğan’ın geri adımı keşke siyasal muhalefetin hak ve özgürlükler konusunda böylesi bir kararlı duruşundan kaynaklanmış olsaydı. Ancak bu manevrada asıl olarak, toplum genelinin değer verdiği bir sanatçıyı hedefe koymanın olası siyasal maliyeti etkili olmuş gibi görünüyor.