2020 Kasım’ının ilk yarısında oldukça sıradışı ve yoğun gelişimler yaşandı. Dünya’da en önemli gelişme ABD seçimlerinde Demokrat parti adayı Joe Biden’ın sağ popülist lider Trump’a karşı başkanlığı kazanması oldu. Biden’ın zaferinin netleşmesinin hemen ardından 6 Kasım Cuma gecesi Cumhurbaşkanı Erdoğan Merkez Bankası Başkanını değiştiren kararnameyi yayınladı. Temmuz 2019’da (kanunen 4 yıl süreli) göreve başlamış olan Murat Uysal’ı görevden aldı, yerine eski Maliye Bakanı ve halen Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığını yürüten Naci Ağbal’ı atadı.

Murat Uysal’ın TCMB başkanlığı görevinden alınması sebeplerinden birisinin de, “ABD’de Biden dönemi başlarken bir ön alma” olduğu söylendi. Çünkü, ABD’de görülen Halkbank davasında sanıklardan (dönemin genel müdürü) Süleyman Arslan 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasında görevden alındığında yerine (yakın çalışma arkadaşı) Murat Uysal atanmıştı. Nitekim New York Times gazetesi de Türkiye’deki bu son gelişmeler için, 'Biden'ın seçimi kazanması sonrasında Erdoğan tekrar ayarlama yapıyor' yorumunda bulundu.

Naci Ağbal’ın TCMB başkanlığına atanmasını Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın bizzat kendisine karşı yapılan bir operasyon olarak değerlendireceği, çünkü bu iki şahsın aralarının çok kötü olduğu biliniyordu. Nitekim beklenen olasılık gerçekleşti, Berat Albayrak 8 Kasım Pazar akşamı instagram hesabından ‘sağlık sebepleri’ gerekçesiyle istifa ettiğini duyurdu. İstifa gönderisi sosyal medyayı sallarken resmi makamlar 27 saat boyunca konu hakkında açıklama yapmazaken ulusal TV kanalları ve iktidar medyası gelişmeyi görmedi.

Bakan Albayrak’ın istifası ardından Dolar TL karşısında ilk gün yüzde 4 değer kaybederek 8.06'ya kadar çekildi. Ardından, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Lütfü Elvan 10 Kasım 2020’de Hazine ve Maliye Bakanı olarak atandı.

'HUKUKUN EKMEK OLDUĞU' YENİDEN Mİ KEŞFEDİLİYOR?
Merkez Bankası ile Hazine ve Maliye üst yönetiminde bu değişikliklerle birlikte iktidarın söylemlerinde şaşırtıcı bir değişim başladı. “Hukuk devleti, şeffaflık ve öngörülebilirlik” gibi muhalif söylemleri başta Erdoğan, iktidar sözcülerinin vurgulamaya başladığı görüldü.

TCMB Başkanı Naci Ağbal ilk açıklamasında “şeffaflık ve hesap verilebilirlik” vurgusu yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ekonomik büyümeyi, kalkınmayı, refahı ve istikrarı sağlamanın en önemli yollarından birinin hukuk devleti ilkesi olduğunu biliyoruz. Ülkemizde ekonomide ve hukukta yeni bir reform dönemi başlatıyoruz." dedi.

Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, "Yargı konjonktüre, birilerinin dediğine bakmaz. Yargı dosyaya, vicdanına, hukuka, Anayasa'ya bakar. Bizim beklentimiz budur.” dedi ve şu meşhur Latince özlü sözü tekrarladı; bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun" dedi. İktidarın inandırıcılığı ve samimiyeti tartışılsa bile ‘hukukun yeniden keşfedilmesini’ piyasalar olumlu karşıladı, 14 Kasım itibarı ile dolar 7,6 TL’ye kadar düştü.

Son bir haftada yaşanan hızlı gelişmelere bakınca “başlarına bir şey mi düştü ki iktidar sözcüleri birden ‘hukuk, öngörülebilirlik ve şeffaflık’ gibi kavramları hatırladılar” diye sorulmaz mı şimdi?

SOKAK RÖPORTAJINA TUTUKLAMA
Cumhurbaşkanı’nın ‘hukuk devleti ilkesi’nin önemini vurguladığı günlerde Antalya’da bir vatandaş, sokak röportajında iktidarı eleştirdiği için tutuklanıyordu. Bir sürü insan iktidarı ve Erdoğan’ı eleştirirken, söylediklerinde çok önemli ve farklı noktalar olmadığı halde İsmail Demirbaş neden tutuklanmıştı acaba?

Bu röportajı dikkatle izlerseniz İsmail beyin farklı bir şey yaptığını, eleştirmek haricinde bu röportaj sebebiyle başına geleceklerden korkmadığını özellikle vurguladığını görürsünüz. Mikrofon uzatan gazeteci “korkmuyor musun, istersen bu söylediklerinden bazı yerleri keseyim” dediğinde “eğer kesersen korku politikaları ile iktidarını sürdürmeye çalışanların politikalarına hizmet etmiş olursun, kesme” yanıtını veriyor.

Bu konuşması ve duruşu ile vatandaş İsmail iktidarın en önemli kozunu, korkutma ve sindirme ile yaratılan ‘korku kozunu’ ellerinden alıyordu. Halktan birilerinin artık korkmadığını açıkça söylemesi, yaratılan korku ikliminin kırılmasının pekâlâ mümkün olabileceğinin görünür hale gelmesiydi. Oysa ‘Bulaşıcı cesaret’in sokağa ve topluma yayılması iktidarın en çok korktuğu şeydi.

Vatandaş İsmail’in tutuklanması ile iktidar kendisine yöneltilen eleştirilerde ‘kırmızı çizgisini’ ortaya koymuştu. Korkmadığını ve korkulmaması gerektiğini söyleyen vatandaşın tutuklanması, bütün topluma verilmek istenen bir gözdağı olarak okunmalıdır. Geçtiğimiz Mart ayında “Beni bu virüs öldürmez, senin düzenin öldürür” diyen Tır şoförü de iktidarın yarattığı korku iklimini kırmaya çalıştığı için tutuklamaya sevk edilmişti.

AKP SEÇMEN DESTEĞİNİN İSTİKRARLI İNİŞİ NELER YAPTIRIYOR?
Kararsızlar hariç AKP seçmen desteğinin yüzde 25’lere kadar indiğini iktidarın kendi yaptırdığı anketlerde de net şekilde gördüğü söyleniyor. Bu istikrarlı inişin en azından durdurulması için acilen bir şeyler yapmaları gerektiğini biliyor iktidar. Merkez bankası başkanının değiştirilmesi ile başlatılan sürecin piyasalardaki olumlu yansımalarının devamının getirilmesi gerekiyor. İç ve dış reel ekonomik çevrelerin en çok önemsedikleri hususun ‘güven’ olduğunu, bunun da ancak ve ancak ‘hukuk, öngörülebilirlik ve şeffaflık’ ile mümkün olacağını da dünya âlem biliyor.

Sırf bu sebepten son bir haftada yukarıda bahsettiğim gelişmeleri yaşadık, Erdoğan ve kurmaylarından duymaya hiç alışık olmadığımız ‘hukuk ve adalet’ sözcüklerini işittik. İç ve dış kamuoyunun önemli kesimi Erdoğan’ın ‘ekonomide ve hukukta yeni bir reform dönemi’ söylemlerinin konjonktürel olduğunu ve asla samimi olmadığını düşünüyor. “Yalan da olsa bana sevdiğini söyle” diyen umutsuz sevgili misali ekonomi çevreleri bu tatlı sözleri sevdi, olumlu hava derhal hissedildi ve iktidar bunun devamını çok arzuluyor.

ERDOĞAN PRAGMATİZMİ NELER YAPTIRMADI Kİ?
Yaratılan bu olumlu havanın içte ve dışta ekmeğini bolca yemeye niyetliler. İktidar özellikle ABD Ankara Büyükelçiliği’nin Washington’a göndereceği raporları çok önemsiyor ve Biden yönetiminin bir şekilde güvenini kazanmak istiyor. Bunun için ‘hukuk reformu’ klişe başlığı altında bir şeyler yapılmaya başlanacağı, bazı sembol adımlar atılacağı anlaşılıyor.

İlk etapta Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Ahmet Altan gibi önemli bazı isimlerin “zaten yeterince yattılar” diye serbest bırakılacakları söyleniyor. HSK ilgili mahkemeden Kavala dosyasını acilen istedi bile. Erdoğan’ı iyi tanıyanlar, onun siyaset tarzının en belirgin unsurunun ‘pragmatizm’, yani faydacılık olduğunu iyi bilirler. Bir kesimin “Erdoğan’ın geri adımları” olarak görebileceği olası ‘reform’ adımlarını Erdoğan’ın geri adım değil, ‘gerekli siyasal manevralar’ olarak görüp gereğini yapması bu pragmatizmindendir.

İktidarın kesintisiz devamı için tüm muhalif kesimler çok sıkı şekilde zapturapt alınmış durumda. Aykırı seslerin talimatlı yargı sopası ve sert kolluk tedbirleri ile susturulması yasaların yetersizliğinden mi kaynaklanıyor? Anayasa ve yasalar ülkeyi yönetenlerin bu denli hukuksuzluğuna ve despotizmine yol veriyor da, yeni yargı paketi ile mi bu sorunlar giderilecek? Bu soruların yanıtlarını aramaya çalışalım.

YENİ YARGI REFORMU NEYİ REFORME EDECEK?
AİHM’in ve Anayasa Mahkemesinin ‘hak ihlali’ kararlarını yerel mahkemelerin tanımadığı, tutukluların tamamen gerekçesiz ve hukuksuz şekilde yıllarca zindanlarda çürütüldüğü, sokak röportajında iktidarı eleştiren vatandaşın tutuklandığı bir ülkeyiz. Tüm bu yaşananlar yasaların yetersizliğinden mi ki, yeni bir yargı reformu paketinden medet umulsun?

Anayasa’mızda “Basın hürdür, sansür edilemez” ve “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir” yazıyor. Demokratik fikir beyanlarına, eleştiriye ve düşünce açıklamalarına engeller yasalarımızdan değil, uygulamalardan kaynaklanıyor. Bu alanda yaşanan sorunların yegâne sebebinin, iktidar baskısına dayanamayan yargı mensuplarının verdiği hukuksuz kararlar olduğu pekâlâ biliniyor.

Yargıdaki iktidar baskısının alenen yaşandığı, mahkemelere basın önünde en yukarıdan talimatların verildiği dönemde yine bir “yargı reformu paketi” ile güya yargıdaki sorunlar gideriliyormuş gibi yapılmıştı. Ekim 2019’da getirilen yargı paketinde Terörle Mücadele Kanununa "Haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz" gibi, nereden baksanız absürt bir madde koymuşlardı.

Sanki tersini düşünmek mümkünmüş gibi, yasaya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” gibi utanç duyulacak bir cümle eklemenin ‘hukuk reformu’ olarak sunulduğu bu ülkeyiz. Yeni planlanan yargı reformu paketine hangi maddeleri ekleyecekler acaba? Ben mütevazı bir katkıda bulunmaya çalışayım. Mesela; “Suç işledikleri mahkeme kararı ile kesinleşmeyen kişiler masum sayılırlar” ya da “Haklarında tutuklama veya mahkûmiyet kararı bulunmayanlar ceza evine konulamazlar” gibi, toplumun hukuka olan inancını ve güvenini yeniden kazandıracak parlak cümleler eklenebilir yasalarımıza! Nasıl fikir?

İktidarlarının devamı için yapmayacakları hiçbir şey olmayan, buna tehdit olarak algıladıkları her şeyi ve herkesi silindir gibi ezen, evrensel hukuk ve demokrasinin özüne inanmayan ve saygı duymayan bir yönetim anlayışı var. Bu egemen anlayışın, kendi sonunu getirme riskini taşıyacak ‘ekonomide ve hukukta yeni bir reform dönemi’ başlatacağına inanan, bu dönemin toplumun genel menfaatine yarayacağına inanan aklı başında bir kişi var mıdır?