Yaşadığımız bu virüsle mücadele döneminde Erdoğan düzenli olarak ekranlardan halka sesleniyor. Bu dönemde iktidarın aldığı kararlar halkın gündelik hayatını doğrudan ilgilendirdiğinden, bu konuşmalar önceki dönemlerden çok daha fazla izleyici buluyor. Erdoğan da bu fırsatları siyasal iletişim çerçevesinde alabildiğine kullanmaya çabalıyor, genel açıklamalar sonrasında çok sert bir üslupla muhalefete ağır suçlamalara başlıyor. Az önce ülkenin Cumhurbaşkanı olarak başladığı konuşmasını seçim mitinglerinde konuşan AKP genel başkanı üslubuyla bitiriyor.

Erdoğan 4 Mayıs’taki son konuşmasında “Milli iradenin üstünlüğünü, demokrasiyi, hakkı, hukuku, adaleti, sandığı hazmedemeyen bu faşist zihniyet hala vesayet, darbe, cunta özlemiyle yanıp tutuşuyor. Demokratik yöntemlerle iktidara gelmek yerine, darbeyle ülkenin yönetimini gasp etme hevesiyle hareket ediyorlar” dedi.

'DARBEYİ BELEDİYE ZABITASI MI YAPACAK?'
Muhalefetin darbe çağırdığı gibi akla ziyan sözler son günlerde havalarda uçuşuyor. “Kimler nasıl darbe yapacak, nereden çıktı bu gayrı ciddi iddialar” diye makul soruların yanıtı tabi ki yok, olamaz da zaten. Gazeteci İsmail Saymaz’ın dediği gibi, CHP Belediye zabıtası ile mi yapacak darbeyi?

Bu spekülasyonları siyasal iletişim taktikleri gereği uydurup yayanlar da çok iyi biliyorlar böyle bir riskin zerresinin olmadığını. Açıkça temelsiz bu iddialara gülüp geçenler çoğunlukta, ama inanan ve aklı karışan kesimler de yok değil. Bu yazımı okuyanların bu tür boş iddiaları ciddiye almadıklarını varsayıyorum. Peki, aklı başında ortalama insanların saçma bulacağı böylesi iddialar devletin tepesinden itibaren neden yüksek sesle dillendiriliyor? İşte bunu biraz irdelemek gerekiyor.

Kendi uydurdukları bu tür temelsiz iddiaların halkta karşılık bulmayacağını düşünebilirsiniz, ama maalesef durum pek öyle değil. Onlar için kararsız seçmen tabanının bir kısmının aklını kurcalayan ve muhalefete güvenlerini sarsan her siyasal iletişim manevrası amacına ulaşmış sayılıyor. Akla ziyan safsatalara inanan (hiç de azımsanamayacak oranda) seçmen kitlesi var ülkede!

SİYASETTE 'POST-TRUTH' DÖNEMİ
Topluma sadece gerçekleri anlatmanın, siyasal ikna politikalarında pek de yeterli olmadığı biliniyor. İktidara gelmek için kitlelerin (gerçek olması şart olamayan) “bir şeylere” inandırılması ve bu inandıkları “değerler” üzerinden siyasal tercihlerinin yönlendirilmesi gerekiyor. Amaç seçimlerde kullanılan oyların yüzdesel olarak fazlasını almak ise, yapılan her tür siyasal iletişim çalışması ‘mubah’ sayılıyor. Günümüzde dünyada ve bizde uygulanan, “temsili demokrasi” denilen siyasal sistemin illa da hakikatler üzerinden yürütülmesine artık pek gerek görülmüyor.

“Post-truth” (hakikat sonrası) siyaset denilen çok önemli bir siyasal tarz hâkim uzun zamandır tüm dünyada. Olgularla desteklenmeyen bir siyasal mesajı toplumun duygularına hitap ederek, tekrar tekrar ve yüksek sesle yineleyerek yürütülen bir siyaset yapma kültürü bu. Ülkemizde de uzun süredir bu siyasal iletişim yöntemi açıktan uygulanmaktadır

Becerebilenler ve inandırma potansiyelleri olanlar için ‘yalan’ ülkemizde bir siyasal iletişim aracı olarak oldukça etkin kullanılıyor. Yalanın ne kadar yüksek sesle ve sık tekrarlanılırsa o kadar fazla inandırıcı olduğu da dünya yakın tarihinde sıklıkla ispatlanmıştır.

Türk toplumunun hakikat ötesine inanma eğilimi ne ölçüde mevcut acaba? Bunu anlamak için bilimsel araştırmalara bakmak yararlı olacaktır?

TOPLUMUMUZUN SAFSATALARA İNANMA EĞİLİMİ
KONDA araştırma şirketinin yaptığı “Bilime İnanç ve Bilim Dışılık” konulu anket sonuçları, halkımızın inanç ve kanaatleri ile ilgili önemli bulgular içeriyor. Ülke çapında yapılan bu alan araştırmasında “Türkiye’de arsa, bina satın alan yabancılar Türkiye’yi bölmek için alıyorlar” diyenlerin oranı yüzde 49 çıkıyor. “Gerçekliğe yalnızca bilimle ulaşabiliriz” cümlesine inanmayanların oranı yüzde 47.

Bu iki soruda insanların kafası karışmış olabilir diye düşünülebilir, ama şu veri oldukça çarpıcı; “1999 Gölcük depremi, 2011 Van depremi gibi afetlerde Amerika’nın parmağı var” cümlesine inanan ve bu konuda kuşkusu olanların toplamı % 20 oranında bulunuyor ülkemizde.

Her beş kişiden birisinin “deprem gibi doğal afetleri dış güçlere bağlama eğiliminde” olduğu Türkiye’de, CHP’nin darbe hazırlığı içinde olduğu iddiasına toplumun tümünün gülüp geçeceği beklenebilir mi sizce? İktidarın siyasal iletişim stratejisi işte bu olgu üzerinden yürütülüyor; ortaya atılan iddianın çok da akılla ve gerçeklerle uyuşması gerekmiyor! Ortaya at, sürekli ve yüksek sesle tekrarla, mutlaka inananlar çıkacaktır. Bu inananların seçmenler içindeki yüzdesel oranını asla küçümseme, çünkü seçimler yüzde 1’lik farklarla kazanılıyor!

AMAÇ MUHALEFETİ SAVUNMAYA İTMEK
Virüsle mücadele döneminde (önlenmeye çalışılan icraatlarına rağmen) CHP’li belediyelerin halka yardım faaliyetlerine bir şekilde devam ettikleri görülüyor. İBB’nin bugünlerde başlattığı “Askıda Fatura” uygulaması buna en son örnektir. Muhalif belediyelerin halk nezdinde sempatilerinin arttığı yapılan tüm anket çalışmalarına da yansımaktadır. Muhalefet lehine oluşan toplumsal algının bir şekilde tersine çevrilmesi için iktidar yoğun çabasını sürekli yeni taktiklerle geliştirmektedir. Son çıkartılan temelsiz “darbe” tartışmalarının da doğrudan bu siyasal iletişim çabalarının bir ürünü olduğu görülmektedir.

Post-truth” taktiklerle iktidar muhalefeti kriminalize ederek, şeytanlaştırarak, faşizmle suçlayarak ve demokrasi dışı göstererek köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Başta Genel Başkan Kılıçdaroğlu ve CHP’li yöneticiler “ne saçma ve komik iddia!” deyip, geçemiyorlar. Darbelere karşı oldukları konusunda uzun uzun toplumu ikna edici açıklamalar yapma gereği duydukları görülüyor.

BU ÇABALAR İKTİDARA NE ÖLÇÜDE YARAR SAĞLAR?
Ülkenin sorunları, yaşanan krizler ve gündemdeki konular her ne olursa olsun; iktidar ülkeyi ve dünyayı kendi siyasal iletişim çerçevesinden algılıyor, tanımlıyor ve buna göre tavırlar belirliyor. Her yaşanan olguya öncelikle toplumsal fayda değil siyasal fayda ve zarar üzeriden bakınca, sorunların asıl özü ikincil konu olarak kalıyor. Amaç günü ve yakın geleceği kurtarmak olduğundan, bu “darbe” söylentilerinden şu siyasal yararları umuyorlar:

* Aslında siyasal avantajı ele geçirmiş olan muhalefet bu taktikler sonrası savunma pozisyonuna geçerek bir ölçüde bu tuzağa düşmekten kurtulamamış oluyor.

* İktidarın seçmen desteğinde oluşan önemli gerilemelerin telafi edilmesi, dağılmakta olan tabanın tekrar konsolide edilmesi, tekrar Erdoğan etrafında derlenip toparlanılması sağlanmaya çalışılıyor.

*. İktidar bu hamlesiyle, son kalıntılarını elleriyle yok ettikleri demokrasinin savunucusu payesini kapmaya çalışıyor. Tek parti dönemi ile kıyaslamalar yaparak, iyice daralttıkları meşru siyaset alanında kendilerinin ne kadar demokrat olduklarını ispatlamaya çalışıyorlar.

* İktidarı o kadar kendilerinin mülkü olarak görüyorlar ki, konumlarının demokratik yollardan kaybı olasılığını asla kabul etmiyorlar. Bu yüzden, “iktidardan gitme” riskleri ile toplumda bir nefret unsuru olan “darbe” kavramının birlikte ve eşdeğer algılanmasını sağlamaya çalışıyorlar. Kısacası AKP’nin, daha doğrusu Erdoğan’ın iktidardan indirilmesi yolundaki her tür demokratik çaba “darbe” ile özdeşleştirilmek isteniyor.

'BAYRAK İNMEZ EZAN SUSMAZ!'
Olmayan riskleri varmış gibi göstererek tabanlarında kenetleme ruhu yaratmak çabasında sınır tanımıyorlar. ABD doların 7 TL’yi bulduğu gece bakan Berat Albayrak: “Milletimizi bölemeyecekler, ülkemizi parçalayamayacaklar. Ay yıldızlı bayrağımızın göklerde dalgalanmasına mani olamayacaklar. Ezanlarımızı susturamayacaklar” twitini attı.

Hamasetin doruğu, içi boş bu klişe mesaj, bir gece yarısı neden atılır ki? Bu kötülükleri, hainlikleri kimler nasıl yapmaya çalışıyor?” diye soranlardansanız, kafanız karışmasın; mesaj size değildi! İktidara güvenlerini yitirmiş, “kafası karışık kararsızlar” safına geçmiş olan AKP’nin geniş seçmen tabanınaydı bu twit. Adaya düşen kazazedenin içine “imdat kurtarın” yazılı kâğıdı koyduğu boş şişeyi denize atması gibi de okuyabilirsiniz bu mesajı.

“Post-truth” siyaset iletişiminde hedef kitle, mesajın içeriğinin doğruluğunu tartışacak düzeyde basit gerçeklere vakıf olanlar ve temelsiz iddiaları muhakeme edebilenler değiller zaten. Az önce bahsettiğim, (KONDA araştırmasına göre) depremlerin ardında dış güçler arayan yüzde yirmilik kesim var ya! Bu kitlenin varlığı göz ardı edilerek yapılacak siyasal tahlil ve öngörüler, yaşadığımız hakikat ötesi durumu ve siyaseti anlamaya ve tanımlamaya yeterli olmayacaktır.