PKK, 1978 yılında Türk ve Kürt solcularını etkisizleştirmek için bizim o zamanki Amerikancı MİT tarafından kurduruldu. Örgütün elebaşısı Abdullah Öcalan, dinci faşistlerin 12 Eylül  darbesinden önce  aynı darbeciler tarafından Suriye’ye gönderilip kurtarıldı.

PKK; bizim sağcı akademisyenlerin ve dünyadan habersiz gazetecilerin yazdığı gibi sosyalist bir örgüt değildi. O, ilk başlarda moda gereği sosyalist terminolojiye uygun olarak işçi partisi adıyla ortaya çıkmış olsa da Kürt milliyetçisi/ırkçısı bir örgüt olarak şekillendi, öyle çalıştı… Hedefi de ABD’nin desteği ile Kürdistan devleti kurmaktı. (Konu ile ilgili olarak, DERSİM İSYANLARI VE SEYİT RIZA GERÇEĞİ adlı kitabımızın “Son Kürtçü Örgüt PKK” bölümüne bakılabilir.)

TÜRK HÜKÜMETLERİ KULLANDI

Türkiye, Suriye’deki İhvancı teröristleri desteklediği için Suriye yönetimi PKK’lılara kucak açtı. Böylece güçlenen PKK, 1984 yılında karakolları basmaya başladı. Dönemin hükümetleri, “Bakın PKK var; Türkiye’yi bölüp Kürdistan’ı kuracak. Bize oy verin ki teröristleri ezelim!” dediler; bu korkuyu kullanıp oy aldılar.

1999 yılında Türk ordusu Suriye yönetimini tehdit edince Abdullah Öcalan oradan kovuldu ve sonrasında Türkiye’ye getirilip yargılandı, müebbed hapse mahkum edildi. PKK psikolojik olarak çökertilince eleman bulamaz oldu; bitme noktasına geldi.

İmdadına 2002 sonunda iktidara gelen AKP ve Erdoğan yetişti. Erdoğan, iyice etkisiz hale getirilmiş olan PKK ile “Analar ağlamasın!” sloganı altında barış çubuğu bile tüttürdü. PKK’nıın şehirlerimizi bombalarla doldurması bile görmezden gelindi. (Kanıtı: Oslo’daki PKK-AKP görüşmelerinin tutanağıdır.) Güneydoğu’daki şehirlerde PKK eşkıyası trafik kontrolü bile yaparken askerin operasyon yapması engellendi.

Bu bölücü politikalar sonucu Erdoğan Haziran 2015 seçiminde TBMM’de çoğunluğu yitirince birden bire PKK’yı düşman ilan etti. Bombalar patlatıldı, Güneydoğu’daki şehirlerde PKK militanlarıyla sokak savaşları başlatıldı. Halk da terör korkusundan AKP’yi yeniden iktidar yaptı.

Cumhurbaşkanlığı halk oylamasında, genel seçimler öncesinde, yerel seçimler öncesinde PKK ile çatışmalar başlatıldı; şehit cenazeleri geldi; Erdoğan ve destekçisi Devlet Bahçeli terörle mücadele nutukları attılar. Her seçim öncesinde Kandil’e giriyoruz, PKK’yı yok ediyoruz demelerine karşın şehit cenazeleri gelmeye devam etti.

PKK-AKP DENKLEMİ

Gerçeği görelim:  AKP yönetimleri, milleti PKK ile korkutup halkın oyunu almak için terör örgütünü kökten temizlemeyi istemediler. PKK olmasaydı, daha 2015 yılında AKP devrilip gitmişti. PKK olmasaydı AKP yapılan referandumu kazanamayacak, Erdoğan seçilmiş diktatörlük diyebileceğimiz bu tek adam rejimini kurup ülkeyi inim inim inletemeyecekti.

PSİKOLOJİK ÜSTÜNLÜK KİMDE?

PKK ile mücadelenin baş şartı, örgütün psikolojik üstünlüğüne son vermekten geçiyor. Bunun için de terör örgütünün arkasındaki uluslararası kamuoyu desteğini kesmek gerekir.

Gerçeği görelim: Irak’tan sonra Suriye’de de etkin hale gelen PKK terör örgütü, uluslararası arenada artık başka bir konuma yükselmiştir.  Bunu da bölgedeki bütün etnik yapıların, bütün dinlerin ve bütün mezheplerin koruyucu gücü gibi görünerek ve öyle gösterilerek elde etmiştir.

PKK’ya bu kozu veren de bizzat Tayyip Erdoğan’dır.

Erdoğan; Suriye’deki laik yönetim yerine Arap Baharı projesi gereği İhvancı bir rejim getirmek istedi. Bu yüzden Beşşar Esat yönetimine karşı IŞİD militanlarını kullanarak iç savaş başlattı. Kuzey Suriye’deki Arapları Türkiye’ye taşıyıp oranın PKK tarafından ele geçirilmesini sağladı. Sonrasında da PKK, burada tekbir getirerek kelle kesen, Ezidi veya Süryani inançtan ailelerin kızlarını kaçırıp köle pazarlarında satan IŞİD ile mücadelede eden özgürlük savaşçıları gibi pazarlandı. ABD de bu gerekçeyle PKK’ya her türlü desteği verdi; hatta onları açıkça korudu.

Tekrar edelim: ABD tarafı, Suriye PKK’sı olan PYD/SGD’yi Suriye’nin demokratik güçleri olarak pazarlıyor. Dünya artık PKK’yı Suriye’deki kimsesiz grupların koruyucusu olarak görüyor.

Erdoğan’ın Ortadoğu politikaları, dar mezhepçi uygulamalarıyla Türkiye’yi Sünni cihatçıların ve dinci Kürtlerin egemen olduğu antidemokratik bir ülke gibi gösterdi. Türkiye, azınlıkların ezildiği, laik kesimlerin siyasal İslamcı güçlerin tehdidi altına sokulduğu coğrafyanın kalbi gibi sunuldu. Erdoğan, bu katı mezhepçi bakış açısıyla farklı inançlardan ve etnik yapılardan olan kesimleri PKK’ya doğru yönelmeye itti. Dünün terör örgütü şimdi İslamcı fanatizmle avaşan fedailer örgütü gibi gösteriliyordu. Türkiye’yi yönetenler, besledikleri bu tehlikeli algıyı kıracak değil destekleyecek işleri yaygınlaştırdılar. Dünyada  yaygınlaşan bu algı PKK’nın psikolojik üstünlük kazanmasına yol açtı.

KAHROLSUN AMERİKA DEMEKLE OLMAZ

PKK’yı ABD’nin desteklediğini bilmeyen yok. PKK ile mücadele için ABD yönetimini lanetlemek yetmez ve bu aslında Türkiye’ye bir şey de kazandırmaz. Erdoğan ve destek güçlerinin yaptıkları da dış güçler demek ve muhalefeti suçlamaktan öteye gitmiyor.

Halbuki PKK terörü ile mücadele için önce onun ideolojik tezlerini çürütmek gerekir. Bu tezleri çürütebilmek için de dünya kamuoyuna  Türkiye’nin  demokratik bir ülke olduğu gösterilmelidir.

Suriye ve Irak’taki etnik yapıların, dinlerin, mezheplerin koruyucusunun PKK olamayacağı; bu görevi en iyi Türkiye’nin yapacağı ülke içindeki politik değişikliklerle dünyaya gösterilmelidir.

Bu da ancak Türkiye’de laik ve demokratik bir yönetim/iktidar kurmakla mümkün olabilecektir.

Bunu Erdoğan hem yapamaz hem de yapmaz.

Çünkü PKK’nın ortadan kalkması demek artık AKP’nin varlık sebebinin ortadan kalkması demektir. Bu yüzden milleti korkutacağı bu örgütün yok olmasını hiç istemez Erdoğan.

Ayrıca, cihatçı Sünni mezhepçiliği  politik bir yol olarak benimsemiş olan Erdoğan, başka dinlere, mezheplere, etnik kimliklere eşit haklar vermez, onları ülke yönetimine ortak etmez. Bu nedenle  dünyanın etkili kamuoylarının desteği Türkiye’den yana dönmez.

Ne yazık ki bu katı mezhepçi politikanın destek gücü olan MHP de bu tavrıyla  PKK’nın moral üstünlüğü elde tutmasına omuz veriyor.

Çözüm bellidir: Türkiye’deki bu katı Sünni mezhepçi yönetim yerine laik ve demokratik bir yönetim gelmeli; PKK’nın elinden bu demokratlık silahı alınmalıdır.

Yoksa AKP’lilerin anaları ciplerde gezerken yoksul çocuklarının anaları ağlamaya devam edeceklerdir.