Özelleştirme, sözlük karşılığı kamunun ekonomik rolünün kısmen veya büyük ölçüde ortadan kaldırılmasıdır. Yani bir anlamda millileştirmenin de tam karşıtıdır.

Özelleştirme, kapitalizmin en güçlü silahlarından birisidir. Türkiye gibi, ekonomik, siyasal, sosyal ve hatta kültürel birikimlerini dış güçlere dayamış olan  ülkeler için  özelleştirme, bir tutsak hareketidir.

Özelleştirme uygulamaları, kapitalizmin egemenliğini  kabul ettirdiği hemen bütün dünyada kendini acımasız bir şekilde gösterir.

Gelişmekte olan veya üçüncü dünya ülkesi olarak bilinen ülkelerde hiçbir engelle karşılaşmadan gerçekleştirilen özelleştirmelerle, o ülkelerin kılcal damarlarına kadar giriliyor, ekonomik dinamikleri de vahşi kapitalizmin ellerine teslim ediliyordu. Yaşanan ekonomik bağımlılıklar, takip eden süreçte sosyal ve kültürel esaretleri de peşi sıra getirmekten geri durmuyordu.

Özelleştirme olgusunu daha anlaşılır biçimde yansıtabilmek için, bu konuyu biraz da kendi ülkemiz üzerinden irdelemek isterim.  Sonuçta, ekonomik bağımsızlığımızın nasıl ellerimizden uçup gittiğini daha iyi anlayabiliriz

Biraz hafızalarımızı tazeliyelim.

Türkiye’nin özelleştirme yoluyla ekonomik varlıklarının ele geçirilme hamleleri, 24 Ocak kararlarıyla başlatılmıştır.

Savaştan yeni çıkmış, büyük iç ve dış borçları kucağında bulmuş, halkın yoksulluğu ve çaresizliği tavan yapmış genç Türkiye Cumhuriyeti,  bunca olumsuzluklara karşın yılgınlık göstermeyerek, gece gündüz yılmadan çabalamış ve yepyeni bir yurt ve ulusun oluşmasında önemli rol üstlenmiştir.  Bu olağanüstü çabalar, ülkede inanılmaz birçok  ekonomik şaheserlerin  ortaya çıkmasına da fırsat yaratmıştır.  Sümer Holding işletmeleri, Demir-Çelik fabrikaları, Seka tesisleri, İskenderun Demir Çelik fabrikaları, Eti Krom Tesisleri, Şeker Fabrikaları, Tekelin alkollü içki ve sigara fabrikaları, Gübre üretim tesisleri, Elektrik üretim ve dağıtım şirketleri, Türk Telekom, Petkim, Tüpraş tesisleri, Tekel’in kibrit fabrikaları,  göl ve deniz tuzlaları,  Yaprak tütün tesisleri, Beykoz Kundura fabrikası, D.M.O., sayısını sayamayacağımız limanlar, kombinalar, oteller, çeşitli kamu gayrimenkulleri vs  vs… Bu liste uzayıp gider.

Önce 24 Ocak 1980 tarihinde alınan kararlar çerçevesinde, Cumhuriyetle özdeş sayısız  tesis, özelleştirme kancasıyla çoğu yabancı şirketlerin ellerine geçer. Ancak toplum, yapılan bu özelleştirmelere gereken direnci gösteremediği için, daha büyük ve yoğun özelleştirme hamleleri, 2002 yılından sonra başlatılır.  Yine anımsayacaksınız, bu dönemin simgesel Maliye Bakanı olan Kemal Unakıtan’ın özelleştirmeler konusunda söyledikleri, hala belleklerimizdeki  yerini korumaktadır.

Ne banka bırakacağım, ne fabrika, ne de işletme. Liman da bırakmayacağım, hepsini satacağım. Stratejik bölgeymiş, hiç önemli değil. Önemli olan müşteri bulmak. Parayı veren düdüğü çalar.”

Bugün Seka’nın yok edilmesiyle, kitap, dergi, ve gazetelerin üretilmesinde dışa bağımlılığımız ortadadır. Seka’nın özelleştirilmesi üzerine, “Önemli olan müşteri bulmak, müşteri gece gelsin, pijamayla çıkarım karşılarına”  biçimindeki dehşet uyandıran sözlerin de sahibi Kemal Unakıtan’dı.

Elbette bu ve benzer ifadeler  sadece Kemal Unakıtan’a bağlanamaz. Yapılanlar, ülkeyi 22 yıldır yöneten   bir iktidarın temel politikalarını yansıtmaktadır. Bu uzun zaman dilimi içinde yapılan sayısız özelleştirmelerle  elde edilen  gelir sadece 70 milyar dolar gibi sembolik sayılabilecek boyutta olmuştur. Sembolik sözcüğünü özellikle kullanıyorum. Bunca önemli kuruluşun özelleştirilmek suretiyle yoklara karışması sonucunda elde edilen 70 milyar doların, herhangi bir yatırıma yöneltilme şansı bile olamamıştır.

Öyle anlaşılıyor ki, dur durak demeden yapılan özelleştirmelerle, asıl amacın ülke ekonomisine  bir yarar sağlamaktan öte; çoğu Cumhuriyet döneminin izlerini taşıyan tesislerin yok edilmesidir.

Hantal, verimsiz veya kamuya yük gibi asılsız  suçlamalar ve   bahanelerle işlevlerine son verilerek kapatılan veya sözde özelleştirilerek el değiştirilen bunca tesis 50-60,  hatta asrı bulan tesislerdi. Bu tesisler bir yandan ülke istihdamına önemli katkılarda bulunmakla kalmamış,  çeşitli tarımsal faaliyetlerin de öncülüğünü yapmaktaydılar.  

İşte bunlardan birkaç örnek:

Pek çoğu Türkşeker’e ait Şeker Fabrikaları’nın özelleştirme adıyla üretimlerine son verilmeleri, hem pancar üretimine büyük darbe niteliği taşıyor, hem de şeker temininde dışarıya bağımlı olmak anlamını taşıyordu.

Seka tesisleri, Cumhuriyetin en önemli kuruluşlarının başında gelmekteydi. Bu tesislerin de faaliyetlerine bilerek ve isteyerek son verilmesi, ülkenin gereksinimi olan her türlü kağıt temininin, yüksek döviz ödeyerek başka ülkelere avuç açma anlamına geliyordu.

Asırlık Beykoz Kundura Fabrikası, üretime başladığı tarihten, kapısına kilit vurulduğu 2005 yılına kadar asker ve  polislerimiz başta olmak üzere, halkın büyük bölümünün   ucuz ve uzun ömürlü ayakkabı sahibi olmasını sağlamış önemli tesislerimizdendi.

Hele Türk Telekom’un özelleştirilmesi ise, başlı başına adeta bir ihanet projesi olarak tarihe geçmiştir. “Cumhuriyet tarihimizin en önemli özelleştirilmesi” sloganıyla halkı alıştıra alıştıra gündeme getirilen ve sonunda bir yabancı kuruluşa bir nevi armağan edilen bu özelleştirme, aynı zamanda  bu ülkenin stratejik öneme sahip birçok sırlarının ülke dışına transferine neden oluyordu.

Nazilli, Malatya, İzmir gibi önemli yerlerde kurulu fabrikalarıyla ülke dokuma sanayisinde unutulmaz izler bırakan Sümerbank, neredeyse Cumhuriyetten öç alırcasına  hızla kapatıldılar.

Kamuya ait limanlar, oteller, tatil köyleri, Petkim, Tüpraş gibi sayısız ağır sanayi tesisleri aceleyle yoklar kervanına katıldılar.

Bütün gelişmelere  yakından tanık olduğum için, Tekel’n alkollü içkiler bölümünün blok halinde özelleştirilmesine ayrı bir paragraf açmak isterim.

Rakıdan votkaya, Şaraptan liköre, Kanyaktan biraya kadar Tekel’in 70-80 yıldır başarıyla üretimde bulunduğu 17 alkollü içki fabrikası; binaları, arazileri, yenilenmiş ve modern teknolojilerle donatılmış üretim hatları, içki stokları ve üzüm, anason, alkol gibi hammaddeleriyle birlikte 2004 yılında 292 milyon dolara ve blok halinde özelleştirildi. Yapılan göstermelik İhaleyle, bu tesisler  Limak, Nurol, Özaltın ve Tutsab dörtlü ortak gurubuna  veriliyordu. İhale sonucunda fabrikaların yeni sahibi olan bu gurup, hiç vakit geçirmeden MEY Alkollü İçkiler San. Ve Tic. A.Ş. adında bir şirket kurarlar. Her ne hikmetse, ihale öncesi ihaleye gireceklerini ve teklifte bulunacaklarını beyan eden Tahincioğlu, Sabancı Holding, Efes Pilsen, Doğan Holding gibi bazı ünlü firmalar, ihaleye girmeyerek bu ortak gurubunun önünün açılmasına da fırsat yaratıyorlardı.

Yapılan bu ihaleyle devlete ödeyecekleri 292 milyon dolar konusunda da taksit kolaylığı  gösterilmişti ve ödeyecekleri taksitleri de devlet bankasından düşük faizle alacakları krediyle ödeme şansı verilmişti. Düşük faizli krediyi almalarına karşılık, zaten satılan alkollü içkilerin hasılatı dahi taksitleri fazlasıyla ödeme şansına sahip olan bu guruba, böylelikle yeni  bir kazanç kapısı daha yaratılmış olunuyordu.

Yeni kurulan bir kuruluşun en büyük dezavantajı, yetişmiş elemanlarından yoksun olmasıdır. Ancak Mey Şirketi bu konuda da çok şanslıydılar. Çünkü 17 fabrikada çalışan deneyimli işçi ve ustaların kıdem tazminatları Tekel kurumu tarafından ödenerek, sıfır tazminat yüküyle Mey şirketine geçmelerinin önü açılıyordu. Tazminatları ödenen işçilerin ancak yarısına yakın olan bölümünü bünyelerine katan Mey şirketi, bir taşla iki kuş vurma şansına da sahip oluyordu. Yani hem kendilerine uygun olan deneyimli işçi ve ustaları alırken, geri kalan işçileri, hiçbir yükümlülüğe girmeden kapı önüne koyuveriyordu.

Yapılan  ihaleye yönelik  akıl almaz süreç  daha bitmemişti. Bu özelleştirme projesi, ulusal bir kuruluşumuzun yabancı tekellerin eline geçme projesidir. Nitekim beklendiği gibi, iki yıl gibi kısa bir zaman sonra, Mey firması hisselerinin % 90 ını 810 milyon dolara Amerikan Texas Pasific şirketine satar. Amerikalıların satın almış olduğu  bu şirket, bu kez 2011 yılında 2,1 Milyar dolara İngiliz  alkollü içki devi sayılan DİAGEO Firmasına satılır. Yani devletten 292 milyon dolara satın alınan fabrikalar, 7 yıl gibi kısa sayılabilecek bir süre içinde yedi mislinden fazla  bir değerle başka bir yabancı firmanın eline geçiyordu.

Bu ve diğer kamu kuruluşlarının özelleştirilme öyküleri ne yazık ki birbirine benzemektedir. Önemli olan bu kuruluşların kime ve hangi bedellerde devri değildi. Özelleştirmeleri savunanların  asıl amaçları, ülkenin ekonomisinde önemli söz sahibi bu ve benzeri kuruluşlarından biran önce kurtulmaktır.