Çok zaman geçmedi. Şunun şurasında bir yıl önce, neredeyse dizi filmler izler gibi mafya–siyasetçi ilişkilerinin  boğaz boğaza  vardığı noktanın seyircisiydik.

Eskiden kanka olan  bu arkadaşların, bugün düşman kardeşlere evrildiklerini, işimizi gücümüzü bırakarak ibretle izliyorduk. Ancak bilinsin ki, ülkemizi dünya sathında utanç içinde bırakan bu tür ilişkiler, yakın bir zamanda yine unutulacak ve hafızalardan silinip gidecektir. Bir zaman sonra ise, vizyona girecek yeni aktörleri bekleyecek ve onları alkışlar olacağız. Bu topraklarda nice rezaletleri, cinayetleri, ihanetleri, hırsızlıkları unuttuğumuz gibi.

Şöyle bir 70-80 yıl öncesinden günümüze bir yolculuk yaptığımızda, geçmişte bizlere yaşatılan nice rezilliklerin belleklerimizden nasıl uçup gittiğini  anlarız.

Çok partili siyasi yaşamımızın ilk aktörlerinden sayılan Adnan Menderes dönemini anımsar mısınız?   Ülkesini adam gibi yönetmekten çok, seks skandallarıyla, Marshall yardımları gibi prangalarla A.B.D. ne olan bağlılıklarıyla, üniversite gençliğine uyguladığı amansız baskılarıyla anılan Adnan Menderes, yaptıkları bunca rezalet yıllarının karşılığı olarak Anıt Mezar’la ödüllendirilmişti değil mi.

Birinci ve İkinci Milliyetçi Cephe dönemleriyle birlikte 6 kez gidip, 7 kez iktidar koltuğuna oturan Süleyman Demirel’in özellikle Başbakanlık yaptığı dönemler içinde katledilen gencecik insanlarımızı da bizlere unutturmadılar mı? “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz”  sözleri hala kulaklarımızda çınlamaktadır. Aradan yıllar geçmiş olsa dahi, bugünkü bazı siyasetçiler de benzer söylemlerden geri durmuyorlardı. Bugün de siyasi cinayetler olmaktadır, ancak bu cinayetler mertçe yapılmaktadır, biçimindeki ifadelere aldırış etmemek yerine,  kanlarımızın da donmasına sebep olmalıdır.

Aslında Demirel dönemini, bugün içinde bulunduğumuz kahredici  dönemle kıyaslandığında, kendisini sanki demokrasi kahramanıymış gibi niteleyenler olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, bugün özgürlüklerin yok edilmesinden, yoksulluklardan, yolsuzluklardan, hırsızlıklardan, cinayetlerden, yaşam kaygısından sürekli biçimde söz  edebiliyorsak, bu aymazlıkların temelleri geçmiş dönemlerde atılmıştır.

ABD'ye tam bağımsızlık anlayışıyla iktidar koltuğuna oturan Turgut Özal ve papatyalı dönemlerin ülkemize nasıl ağır faturalar yüklediğini de çok çabuk hafızalarımızdan atıverdik.

Turgut Özal’ın “Benim memurum işini bilir”  veya “ “Ben fakiri sevmem” aforizmaları da, bugünkü siyasi anlayışa işaret fişeği anlamını taşımıştır. Bu tür yaklaşımlar, çürümüşlüğün, rüşvetin ve hırsızlıkların dolu dizgin yol almasının da önünü açmıştır.

Başbakanlık koltuğuna oturarak, devlet yönetimini eline geçiren  Tansu Çiller’in de seleflerinden  pek farklı olmadığını, çok kısa bir zaman sonra fark ediyorduk. Pek de uzun sürmeyen Başbakanlığı döneminde sahip olmuş olduğu büyük servetiyle de  bir başarı hikayesi yazıyordu. Tansu Çiller, işi pişkinliğe vurarak, servetinin, kayınvalidesinin  kendisine vermiş olduğu bir çıkın  altından ileri geldiğini söyleyerek, hepimizin aklıyla alay etmeyi de ihmal etmiyordu. Siyasi faaliyetlerinden istemese de fiilen ayrılmasına karşın, sığınabilecek en iyi liman olarak gördüğü  Recep Tayyip Erdoğan’a sürekli methiyeler düzmesi de kimseyi şaşırtmıyordu. Ekonomi profesörü titri olmasına karşın, ülkesinin ekonomisini  yerle yeksan eden Menderesleri, Demirelleri, Çillerleri hesap sormadan uğurladık ve geçmişte yaşananlar konusunda unutkanlığımızı  bir kez daha tescilledik. Ancak bir pastaneden bir dilim baklava çaldığı için hapse mahkum olan küçücük bir çocuğu unutamadık ve onu lanetle andık değil mi.

Geçmiş dönemlerde yolsuzluklar, hırsızlıklar ve siyasi çekişmeler gündemimizde hep yer ederdi. Ancak özellikle belirtmeliyim ki, Bugün sürekli biçimde kulaklarımızda çınlayan hakaret ve küfür sözcükleri,  geçmişi aratır sevilerdedir. Aynı aileden, aynı kan bağına sahip olanların birbirleriyle  düşman kamplara  bölündüğünü, itiraf etmeliyim ki geçmişte bu yoğunlukta  yaşanmıyordu. Öyle ki, babayla oğul, karı ile kocası arasındaki siyasi çekişmeler zaman zaman kan dökmeye kadar varabiliyor.

Namussuz, şerefsiz, cibilliyetsiz, Ermeni dölü gibi utanç verici söylemler, bu dönemin ağız alışkanlıklarına dönüşmüş ve siyasi literatürümüzün vazgeçilmez sözcükleri arasına girmiştir.

Yasakların, hırsızlıkların, yolsuzlukların en ağı biçimini bizlere yaşatan zat-ı muhteremler için, örneğin Çamlıca tepesinde bir anıt mezar da yapılsa, inanın çok da şaşırmayacağım gibi, bu mezarı türbe gibi çaputlarla süsleyecek yurdum insanının  da tahminlerin üstünde olacağına da inanıyorum.

“Her ulus hak ettiği şekilde yönetilir” ifadesini oldum olası sevmemişimdir. Mücadele etme gücünü yok sayma olarak kabul ederim bu ifadeyi. Ancak şimdi düşünüyorum da, bu söylemde bir haklılık payı da yok değil.

Ne dersiniz?