TELE1 Genel Yayın Yönetmeni ve gazeteci Merdan Yanardağ, "4 Soru 4 Yanıt" programında, terör örgütü PK lideri Abdullah Öcalan için sarf ettiği sözleri nedeniyle gözaltına alınarak tutuklanmıştı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, Yanardağ hakkında “Terör örgütü propagandası yapmak” ve “Suçu ve suçluyu övmek” suçlarından 10 yıl 6 aya kadar hapis istemiyle hazırlanan iddianame, gönderildiği İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmişti. 

Bir aydan fazla süredir cezaevinde bulunan Yanardağ, BirGün'den seslendi. ''Türkiye’de siyasal İslamcılığa karşı ideolojik bir mücadele yürütmediğiniz sürece, yalnızca ekonomik ve sendikal taleplerle yürütülen bir mücadeleyle kazanma şansınız neredeyse sıfıra yakındır'' ifadesini kullanan Yanardağ, köşe yazısında şunları söyledi:

Cumhuriyetin kazanımlarının ve insanlığın iletici birikiminin savunmasız kaldığı; toplumdan büyük ve yıkıcı bir sağa savrulmanın yaşandığı cumhuriyetçi ve merkez solu da içine alarak gerçekleştiği bir siyasal ortamda gericiliğe karşı yürütülen mücadeleyi kazanma şansı çok düşüktü. Öyle ki din düşmanlığı sanılır diye laikliğin neredeyse ağızlara alınmadığı bir seçim yarışının yenilgiyle sonuçlanması kaçınılmazdı.

Türkiye ideolojik ve kültürel mücadelenin ihmal edilmesinin bedelini ödüyor. Geçen hafta, Prof. Dr Korkut Boratav’ın, kurtuluşun yolu olarak sosyalistlerin öncülük edeceği, taşıyıcı gücünü devrimcilerin oluşturacağı bir ideolojik sınıf mücadelesi önerdiğini belirterek bu yaklaşımın önemine işaret etmiştim. Konuyu sürdüreceğim.

Nitekim adil olmayan koşullarda yapılmasına, yalan, iftira ve kara propagandaya dayanmasına karşın, seçim sonuçları yine de çıplak gerçeği bize gösterdi. İktidar blokunun oyları en kötü halde bile yüzde 40-45 bandının altına inmemişti. Sanıldığı gibi zamlar, hayat pahalılığı, artan yoksulluk, derinleşen gelir adaletsizliği, evde kaynamayan tencere her zaman ve her koşulda iktidarları düşürmüyordu. Aklı ve vicdanı teslim alınan yığınlar, önlerine sandık konulunca, bütün sefaletlerinin sorumlusu olan efendilerini seçmeye devam ediyordu.

Bu nedenle; laiklik bir orta sınıf fantezisi değil, daha çok emekçiler ve yoksul halk için gerekli olan bir düzendi. Ortaçağdan çıkışın temel ölçütü, modernite ve aydınlanmanın zeminiydi.

Marx, 1945’te Almanya’da “dinin eleştirisinin tamamlandığını” yazar. Daha önemlisi, dinin eleştirisinin tamamlanmasını, “bütün eleştirilerin başlangıcı” olarak nitelendirir. Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi adlı makalesinde Marx’ın yaptığı bu değerlendirme yaşamsal bir önem taşır. Çünkü Marx dinin eleştirisi tamamlanmamışsa, kapitalizm eleştirisine başlayamazsınız, bu işe girişseniz bile sonuç alamazsınız demektedir. Türkiye’nin içine sürüklendiği karanlığın ve dramın nedeni bu olgudur.

***

Marx 1845 Almanya’sında insanların dinsiz olduğunu söylemiyor. Onun kastettiği, dinin kamusal alandan çekilerek, yani siyasetten; eğitimden toplumsal yaşamı düzenleme iddiasından uzaklaşarak, özel alanda kaldığını belirtir. Din, dünya işlerinden çekilmiştir. Sözünü ettiği ya da tanımladığı laikliktir. Marx kendi kuramını, yani kapitalizmin eleştirisini de bu tespit üzerine kurar.

Dolayısıyla, Türkiye’de siyasal İslamcılığa ve dinci gericiliğe karşı ideolojik bir mücadele yürütmediğiniz, bu alanda ideolojik bir hegemonya oluşturmadığınız sürece ekonomik ve sendikal taleplerle yürütülen bir mücadeleyle kazanma şansınız neredeyse sıfıra yakındır.
Durum böyle olduğu halde muhalefet 14-28 Mayıs seçimlerini neredeyse kazanıyordu. Eğer bazı taktik hatalar yapılmamış ve sandık güvenliği tam olarak sağlanmış olsaydı, sonuç farklı olabilirdi. Çünkü muhalefet alanının en büyük gücü olan CHP’ye rağmen, toplum büyük bir ”nefs-i müdafa” mücadelesine girişmişti. Alınan yüzde 48 oyun (aslında daha fazladır) anlamı buydu. Çok değerlidir.

Aslında tablo açıktı. Benim seçimlerimden hemen önce (Mayıs başı) çıkan ve şu günlerde üçüncü baskısını yapan İslam-Faşizm adlı kitabımın sonuç bölümünde şöyle yazmıştım: “Bilinmelidir ki; Türkiye’nin ilerici demokratik, yurtsever ve sol güçleri, topluma ve ulusa güven verecek bir seçeneği geliştiremez ise; faşist bir karakter almış tarihsel gericiliğin bir kez daha kazanması kimseyi şaşırtmamalıdır.

 “Toplumların tarihi böyle trajik deneyimlerle doludur. Çünkü çok boyutlu ve çok katlı kriz dönemeçleri her zaman ilerici ve demokratik çözümler üretmez, daha koyu bir gericilikle de sonuçlanabilir. (…)

“Eğer tarihin çağrısına uygun yanıtlar verilemez ve ilerici/demokratik bir çıkış yaşama geçirilemez ise, toplumun gerici çözümlere razı olabilir. Gereğini yapmak tarihsel zorunluluktur, bu nedenle.

“Burada gereğini yapmak deyimiyle ifade edilen şey şudur: Kötülüğü örgütleyerek iktidara taşıyanlara karşı gerektiğinde kavgayı göze almak demektir. İslamo-faşizmi sokakta da durdurma cesaretine, siyasal kararlılığa ve önderlik bilincine sahip olmaktır.
       
***

“Nedeni açıktır; bir rejimin temelini tartışılmaz, eleştirilemez sorgulanamaz ve itiraz edilemez kutsal inançlar oluşturmaya başlamışsa, orda demokrasi ve özgürlüklerden söz edilemez. Siyasal İslamcılık ve faşist ideolojinin, yani dincilik ve aşırı ırkçı milliyetçilik ile şiddet kültürünün bir sentezi olarak tanımlanabilecek İslamo-faşizm, kutsallara dayalı bir siyaset kültürü oluşturur. Böylece halkın geniş kesimlerinin genel kabullerine dayalı, kutsal değerlerinin istismarı üzerinden, her türden siyasal itiraz bastırılır. ( İslamo-Faşizm, 1. Baskı, Kırmızı Kedi Yay. Mayıs 2023, İst. S.165)

Böyle özelliklere ve siyaset tarzına sahip bir iktidara/harekete karşı mücadeleyi, ideolojik-kültürel perspektiften kurmadan, salt ekonomik taleplerle yürütmek ve başarılı olmak zordur. Korkut Boratav hocanın, “ideolojik sınıf mücadelesi” yürütmek gerekliliğine işaret etmesinin anlamı budur. (BirGün, Pazar, 16 Temmuz 2023)

Tıpkı 1960’lar ve 70’lerde olduğu gibi, sosyalistlerin ve devrimcilerin önderliğinde ideolojik derinliği olan bir siyasal- toplumsal mücadeleyi örgütlemek aydınlığa çıkmanın ilk koşuludur.
Değilse, toplumun en geri kesimleri, alt sınıfları bütün yoksulluklarına ve olumsuz şartlara karşın “anlı secde görüyor” diye güçlü olana yönelir. Bilinci kuşatılan ve teslim alınan yığınlar, çaresizliğe düştüğünde otoriteye ve egemen olana sığınmayı seçer. Deprem illerindeki seçim sonuçlarının anlamı budur. Bu nedenle, ideolojik inisiyatifi ele geçirmek, iktidarın gücünü sahada dengelemek yaşamsal öneme sahiptir. İnsanların aklını ve vicdanını yeniden özgürleştirmek gerekir. Şartlar determinist değil, volantrist olmaya zorluyor.

Tarihin çağrısı budur. Bu çağrıya doğru yanıt veremeyenler, onun cezasına razı olur.

Not: Silivri’de henüz spor buluşması yapamadık. Bu hafta Can Atalay, Osman Kavala; Tayfun Kahraman ve Hakan Altınay ile maç yapmayı umuyorum. Golleri Cem için atacağım. Umarım bir aksilik olmaz. Dilekçeyi verdik, bakalım.