31 Mart 2024 mahalli seçimleri iktidarıyla ve muhalefetiyle, beklenenden oldukça farklı sonuçlar getirdi. Büyük umutlarla girdiği Mayıs 20223 seçimlerinden hüsranla çıkan ve siyasetten soğuyan muhalif seçmenin yerel seçim sonuçlarından beklentileri oldukça temkinliydi. Ankara’da Yavaş için değilse bile özellikle İstanbul’da İmamoğlu’nun açık ara önde olduğunu gösteren son anket sonuçlarına mesafeli bir duruş ve kuşkulu bir bakış vardı. Yoğurdu üfleyerek yiyen muhalif seçmenin diğer illerden beklentileri de hayli sınırlıydı.

Muhalefet seçmeni beklentilerini temkinli bir iyimserlikte tutarken seçim zaferlerinin sıradanlaştığı AKP cephesinde (Reis’in mucizevî etkisiyle) bu sınavdan da başarıyla çıkılacağı umudu yüksek görünüyordu.

Ancak bu sefer sonuçlar, şimdiye kadar yaşananların hayli ötesinde oldu. Sandık sonuçlarının açıklanmaya başlandığı ilk anlarda bile her iki taraf da “ters köşe” duruma düşmüş görünüyordu.

SEVİNÇ İLK SANDIK VERİLERİNDE KENDİNİ GÖSTERDİ

Yıllar yılı hep bir mağlubiyet duygusuyla ve “daha ne kadar kötü olacak” korkusuyla baktıkları ekranlardaki her yeni veri bu kez muhalif seçmenin umudunu ve mutluluğunu artırıyordu. Seçim zaferi coşkusunu unutmuş bu seçmen kitlesi nasıl sevineceğini bilemez şekilde yandaş TV kanallarında gezinerek sevincini ve keyfini katlamaya çalıştı.

Sonuçta; CHP %37,8 oy oranı ile 1977 yerel seçimlerinden sonra ilk kez birinci parti konumuna yükseldi. 31 Mart akşamından itibaren muhalif siyasete bir bahar havası geldi, geleceğe dair umutlar yeniden yeşerdi. Derinden bir “Oh be” çeken insanlar, “bunlar da olabiliyormuş” diyebildiler. Sadece haksızlık, hukuksuzluk, eşitsizlik ve yoksulluk getirmiş olan; yeni kuşaklara gelecek vaadi olmayan ve siyaseten aslında çoktan bitmiş olması gereken siyasal İslam’ın tasallutundan kurtulma umudu hiç olmadığı kadar dirildi.

İktidar cenahı ise bu kadarına alışık olmadıkları sandık depremiyle sarsıldı. AKP CHP’den %2,3 geride oy oranıyla (%35,5) tarihinde ilk kez ikinci parti konumuna düştü.

31 MART SONUÇLARI SİYASİ KLİŞELERİ SARSTI

Bu seçim sonuçları, daha önce çokça yinelenen bazı klişe yorumların o kadar da doğru olmadığını gösterdi.

1. Boş tencere iktidarı götürmeye yetmiyormuş” yorumu o kadar da doğru değilmiş.

Yaşanan ekonomik krize rağmen Erdoğan’ın özellikle Mayıs 2023 seçimlerini kazanması sonrasında, artan yoksulluk ile seçim sonuçları arasındaki bağlantının koptuğu düşünülmüştü. Ancak o seçimlerden 10 ay sonra, Süleyman Demirel’in ünlü “boş tencerenin götürmeyeceği iktidar yoktur” deyişi tekrar doğrulanır gibi oldu. 2019 yerel seçimleri sonrasında seçmen sayısında 4,3 milyonluk bir artış olmasına rağmen AKP’nin bu seçimde oyları 3 milyon düştü. Bu sonuçta; başta emeklilerin durumu olmak üzere ekonomik sıkıntıların, yani “boş tencerenin” etkili olduğu görülüyor.

2. “Milliyetçilik yükselişte” yorumu o kadar da doğru değilmiş.

Mayıs 2023 genel seçimlerinde MHP, İYİ Parti, Zafer Partisi ve cumhurbaşkanı adayı olarak Sinan Oğan’ın aldıkları oylara bakılarak Türkiye’de milliyetçiliğin altın çağını yaşadığı düşüncesi hâkim olmuştu. 31 Mart’ta bu üç partinin toplam oyunun yüzde 10’u ancak geçebildiği görülünce, milliyetçiliğin o kadar da yükselişte olmadığı anlaşıldı.

3. “Katılım oranının düşmesi iktidara yarar yorumu o kadar da doğru değilmiş.

Mayıs 2023 hezimetinin ardından muhalefet seçmeni büyük bir hayal kırıklığı yaşamış, siyasete küsmüştü. Bu nedenle muhalefetin (değil başka parti tabanından oy almak) kendi seçmenlerini sandığa götürmekte zorlanacağı düşünülüyordu. 2019'daki yüzde 85 civarı olan yerel seçimlere katılım oranı 31 Mart 2024'te yaklaşık yüzde 78’e düştü. 2019'da 8,7 milyon seçmen oy kullanmazken, bu seçimde 13,2 milyon seçmen sandığa gitmedi. Ancak sonuçlara baktığımızda katılımın düşmesinin iktidar cenahına hiç yaramadığı görüldü.

4. “Ne yapar eder bunlar gitmez” yorumu o kadar da doğru değilmiş.

Yerel de olsa genel de olsa, bu ülkede seçim sandıklarından çıkan sonuçlar yöneticileri değiştirmeye devam ediyor. Her yeni seçim zaferi, muhalefetin sandık umudunun artmasına katkı sağlıyor. Bu son seçim sonuçları; topluma çöken karamsarlık ve umutsuzluğun artık saplantı olmaktan çıkması için önemli bir kazanım oldu. Bu konuyu aşağıdaki alt başlıklarda daha da açmaya çalışacağım.

DEMOKRASİLERDE SANDIĞA GİTMEMEK DE SİYASİ BİR TERCİHTİR

İktidarımız, CHP’den umudunu yitiren sandık protestocusu seçmen oranının çok daha artmasını, ancak kendi seçmenin eksiksiz sandığa gitmesini elbette çok arzu eder. Ancak bu isteği tam gerçekleşmemiş görünüyor. 2019 yerel seçimlerine göre 31 Mart seçimlerinde toplam seçmen sayısı 4,3 milyon artmasına karşın sandığa gidenlerin toplam sayısı 2019’dan aşağıda kaldı. Bu seçimlerde sandığa gitmeyen AKP seçmeninin sonuçlara etkisi tartışılıyor.

Yirmi küsur yıldır şevkle desteklediği iktidara, yaşadığı ekonomik sorunlar sebebiyle ceza kesmek için sandığa gitmeyen AKP seçmenin tutumu anlaşılmaz değildir. Muhalefete oy vermeye eli varmayan bu seçmenin sandık protestosu, partisine uyarı açısından demokratik bir seçmen tutumudur.

The Economist Intelligence’ın 2022 tarihli Demokrasi Endeksi’ne göre, bir ülkedeki demokrasinin varlığı için seçim süreci ve çoğulculuğun yanı sıra; hükümetin işleyişi, siyasi katılım, demokratik siyasi kültür ve sivil özgürlüklere de bakmak gerekiyor.

SANDIĞA GİTMEYEN MUHALİF SEÇMENİN AKLI

Seçimlerin sadece usulen yapıldığı, liderin ve yönetimin değişme olasılığının hiç olmadığı katı diktatoryal ülkelerde “oynanan bu seçim oyunda figüran olmayacağım” diyerek sandığa gitmeyi reddeden seçmeni anlamak mümkün olabilir. Ancak (tüm çabalarına rağmen) Türkiye çok şükür ki böyle bir ülke yapılamadı. Demokrasimiz çok ağır tehditler altında olsa da, bu ülkede iyi kötü bir “sandık demokrasisi”, demokrasiye inananların mücadelesi ile hala yaşıyor.

Dünyada sandığa gitmemek de siyasi bir tercihken, Türkiye’de muhalif seçmenin sandık protestosunu demokratik tutum olarak görmek zordur. Antidemokratik düzenden sürekli yakındığı halde “bu muhalefet partilerinden bir şey olmaz, bunlar seçim meçim kazanamaz” deyip sandığa gitmeyen (sözde) muhalif seçmenin bu tutumu anlaşılır değildir.

Türkiye’de demokratik siyasal katılım imkânları son derece kısıtlı ve vatandaş siyasete sadece sandıklarda müdahale edebiliyor maalesef. Sivil toplumun böylesi zayıf olduğu bir ülkede hem “muhalif” olmak hem de sandığa gitmemek; akılla izah edilemeyen, siyasal rasyonaliteye tümüyle aykırı ve faydasız bir duygusal tutumdur.

Sandık protestocusu sözde “muhalif” seçmenin, (sandıkla hala bir şeylerin değiştirilebildiğini görünce) birazcık da olsa yüzünün kızarmış ve mahcubiyet yaşamış olmasını arzu ederiz.

OTOKRATLARIN KORKULU RÜYASI TOPLUMSAL TABANLARININ ZAYIFLAMASIDIR

Dünyada hüküm süren tüm antidemokratik ve despotik eğilimli iktidarlar öyle veya böyle bir toplumsal tabana dayanırlar. Toplumun kahir ekseriyetinin karşı duruşunu göstermesine rağmen hiçbir siyasal güç iktidarını sonsuza dek koruyamaz. Bu basit gerçeği kavramak, despotik iktidarlara karşı toplumun en önemli gücüdür. Ancak otokratlar toplumun bu gücünü kavramasını hiç istemezler. Kendilerinin her zaman çok güçlü oldukları ve hiç gitmeyecekleri anlayışının olabildiğince yaygınlaşması için çaba sarf ederler.

AKP tüm imkânlarını ve devleti seferber ederek girdiği son derece eşitsiz bu seçimde ikinci parti seviyesine düşmeye engel olamadı. İrili ufaklı tüm seçim yenilgileri bu iktidarların seçmen tabanlarının göründükleri kadar sadık olmadıklarını, zeminin her an kayabileceğini gösterdi.

Bu seçimler bir kez daha gösterdi ki; Türkiye despotizmin kökleştiği, formalite seçimlerle otokratın yüzde 80-90’larla seçilir hale geldiği ülkelere dönüşmeyecektir.

Otokratların yıkılmaz görünen kalelerinin aslında taştan değil, üzeri boyalı buz kütlelerinden oluşan dekorlar olduğunu anlayanların oranı arttı. Toplumun bu gerçeği kavradığını Erdoğan’ın da fark etmiş olduğu anlaşılıyor. Böyle olmasa konuşmasında; partisi ve şahsı için “güneşi görmüş buz misali erime” metaforunu kullanır mıydı?