Veryansın yazarı Sefa Yürükel, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında şekillendirilen etnik ve dini temelli anayasa değişikliklerine karşı CHP'nin tarihsel ilkelerine sıkı sıkıya bağlı kalmasının ülkenin üniter yapısı açısından kritik önem taşıdığını yazdı.
CHP'nin, anayasanın değiştirilemez maddelerini tartışmaya açan komisyonlara katılmaması gerektiği vurgulanan yazıda, partinin bu süreçte milli bir direniş hattı oluşturmasının önemine değinildi.
Parti içindeki ideolojik bulanıklığın aşılması ve kurucu değerler etrafında yeniden yapılanma çağrıları yapılan yazıda, CHP'nin halk nezdindeki güvenini tazelemesi için tarihsel misyonuna sahip çıkması gerektiği belirtildi. Bu süreçte CHP'nin, BOP'un Türkiye üzerindeki etkilerine karşı milli bir siyaset üretmesinin, hem parti tabanı hem de ülke geleceği açısından belirleyici olacağı vurgulandı.
İşte o yazının tamamı:
CHP’NİN ‘YENİ ANAYASA’ VE ‘ÇÖZÜM KOMİSYONU’ İLE İLGİLİ TUTUMU VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN GELECEĞİ ÜZERİNE BİR İNCELEME
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesi olarak tarihsel misyonunu Atatürk ilke ve inkılaplarını yaşatmak, çağdaşlaşma hedeflerine sahip çıkmak ve üniter, laik ulus-devlet modelini korumak olarak tanımlamıştır. Bu bağlamda CHP yalnızca bir siyasi organizasyon değil, aynı zamanda bir rejim partisidir. Kuruluş amacı, devletin ideolojik temelini oluşturan altı ok ilkesini hayata geçirmektir. Ancak günümüzde bu tarihsel rol, küresel ve bölgesel jeopolitik gelişmeler ışığında ciddi bir sınavdan geçmektedir.
Özellikle ABD öncülüğünde planlanan ve 2000’li yıllarda hız kazanan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), yalnızca bir dış politika açılımı değil, aynı zamanda içeride toplumsal ve anayasayı değiştirerek, etnik ve ümmet temelli yeni devlet kurmayı hedefleyen geniş kapsamlı bir mühendislik projesidir. BOP’un temel hedefi, bölgedeki geleneksel ulus-devlet yapılarının yerine daha esnek, çokkimlikli ve Batı çıkarlarına uygun yapıların kurulmasıdır. Bu bağlamda Türkiye gibi güçlü ulus-devletlerin dönüştürülmesi, projenin stratejik önceliklerindendir.
BOP’un uygulanabilirliği, yerel siyasi aktörlerin bu projeye destek vermesi veya en azından direnç göstermemesiyle doğrudan ilişkilidir. Bu bağlamda Türkiye’deki siyasal partilerden özellikle CHP’nin tutumu büyük önem taşımaktadır. CHP’nin bu projeye dolaylı ya da doğrudan onay vermesi, sadece bir ideolojik sapma değil, aynı zamanda kendi tarihsel meşruiyetini ve varlık nedenini reddetmesi anlamına gelecektir. Bu da partiyi hem tabanı nezdinde hem de tarih önünde ciddi bir krize sürükleyecektir.
CHP’NİN TARİHSEL ROLÜ VE KURULUŞ İLKELERİ
CHP, 9 Eylül 1923’te Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde “Halk Fırkası” adıyla kurulmuş ve 1924’te “Cumhuriyet Halk Fırkası” adını almıştır. 1935 yılında kabul edilen parti programında altı ok ilkeleri resmi hale getirilmiştir: Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik, Devrimcilik ve Milliyetçilik. Bu ilkeler, hem partinin hem de devletin temel değer sistemini oluşturmuştur. CHP, bu ilkeler sayesinde sadece bir siyasi parti değil, aynı zamanda bir “devlet kurucu yapı” haline gelmiştir.
Atatürkçülük, bireyin devlet karşısında edilgen bir varlık değil; özgür birey olarak, devletin de altı oktaki temel idealleri savunarak birlikte var olduğu bir siyasal düzendir. Bu anlayışa göre birey ancak akıl, bilim, laiklik ve millet bütünlüğü çerçevesinde özgürleşebilir. CHP’nin bu tarihsel pozisyonu, Batı tipi bir seküler ulus-devlet modelinin Türkiye’de yerleşmesini sağlamıştır. Bu yönüyle CHP, bölge coğrafyasında istisnai bir modernleşme deneyiminin taşıyıcısıdır.
Ancak 1980 darbesi sonrası dönemde, parti önce kapatılmış sonra 1992’de yeniden açılmıştır. Bu süreçte ideolojik omurgasında zayıflamalar meydana gelmiştir. 1990’lardan itibaren sosyal demokrat bir kimlik arayışı, Avrupa Birliği reformlarına ( devletin çözülme) destek ve kimlik siyasetini tolere eden yaklaşımlar CHP’yi kurucu felsefeden uzaklaştırmıştır. Bu ideolojik flu’luk, özellikle genç kuşaklarda partiye yönelik aidiyet krizine neden olmuştur.
CHP’nin tarihsel kimliğini ve Atatürkçü çizgisini koruması, yalnızca siyasi bir gereklilik değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası açısından da elzemdir. Aksi takdirde CHP, kendi kurduğu devlete karşı konumlanan bir yapı gibi algılanacak, varlık nedenini ve meşruiyetini yitirecektir. Böyle bir hataya bulaşmak, partinin varlık sebebini ortadan kaldırır ve tarihsel mirasını inkâr eden bir çizgiye savrulmasına neden olur.
BOP’UN TEORİK TEMELLERİ VE TÜRKİYE’YE ETKİSİ
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), özellikle 11 Eylül 2001 sonrası dönemde ABD’nin küresel stratejisi çerçevesinde şekillendirilmiş bir dış politika girişimidir. Projenin temel amacı, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Güney Asya’da yer alan yaklaşık 22 ülkenin sözde :“demokratikleştirilmesi, sınırlarının yeniden düzenlenmesi ve Batı eksenli “ılımlı İslam” kavramı “ etrafında yeniden dizayn edilmesidir. ABD’nin 2002 Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde yer alan “rejim değişikliği” doktrini, bu projeyi yalnızca bir dış politika doktrini değil; aynı zamanda bir emperyal “medeniyet mühendisliği” olarak da tanımlamıştır (Fuller, 2008).
BOP kapsamında bölgesel aktörlerin iç yapılarına müdahale edilerek, mevcut anayasal sistemlerin değiştirilmesi ve çok kimlikli, federatif yapılara yönelmeleri hedeflenmiştir. Bu kapsamda etnik kimliklerin, dini mezheplerin ve yerel grupların siyasal sistem içinde özerk yapılarla temsil edilmesi önerilmiştir. Bu anlayış, modern ulus-devlet modeline doğrudan bir saldırıdır. Türkiye gibi üniter yapısını büyük ölçüde Lozan Antlaşması ile garanti altına almış bir ülke için bu dönüşüm, sistemin temel direklerinin yıkılması anlamına gelir (Oran, 2001).
Türkiye’nin BOP içindeki konumu, hem model ülke olarak gösterilmesi hem de uygulama alanı olması bakımından çelişkili bir konumdadır. 2004 yılında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “BOP Eşbaşkanıyım” ifadesi, Türkiye’nin projeye angajmanını açıkça göstermektedir. Bu devam eden süreçte “Kürt Açılımı”, “Çözüm Süreci”, “Yeni Anayasa” gibi kavramlar kamuoyunda sıkça dillendirilmiştir. Tüm bu hamleler, BOP’un Türkiye ayağını oluşturan ve ülkenin üniter yapısını değiştirmeyi ve federasyonu hedefleyen araçlar olarak yorumlanabilir (Zucchino, 2004).
CHP’nin bu süreçteki tutumu genellikle reaktif, yani olaylara tepki veren nitelikte olmuştur. Parti, “açılım” ve “çözüm” süreçleri gibi konularda çoğu zaman net bir ideolojik duruş sergilemekten uzak kalmış; süreci tam anlamıyla desteklemese de alternatif bir model de geliştirememiştir. Bu durumsallık, CHP’nin BOP karşısındaki konumunu muğlaklaştırmıştır. Oysa CHP’nin tarihsel görevi, yalnızca muhalefet etmek değil; aynı zamanda bu tür küresel projelere karşı milli bir paradigma üretmek olmalıdır.
ANAYASA TARTIŞMALARI VE CHP’NİN KONUMU
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, özellikle ilk dört maddesiyle, 10., 66., maddeleri ile devletin kurucu felsefesini ve rejim karakterini açıkça tanımlar. Bu maddelerde Cumhuriyet rejiminin değiştirilemezliği, laiklik ilkesi, Türk Milleti tanımı ve resmi dilin Türkçe olması gibi temel esaslar güvence altına alınmıştır. Bu maddeler sadece hukuki düzenlemeler değil, aynı zamanda Atatürk ilke ve devrimlerinin anayasal ifadesidir. Bu nedenle bu ilkeler, CHP için de varlık gerekçesinin temelini oluşturur. Çünkü parti, bu anayasal kimliğin fikir babası ve kurucusudur.
Son 20 yılda “sivil -yeni anayasa” söylemiyle gündeme getirilen radikal değişiklik talepleri ise, bu temel ilkeleri hedef almıştır. Özellikle “Türk milleti” kavramının yerine “Türkiye halkı” ifadesinin önerilmesi, “resmi dil” meselesinin esnetilmesi ve “anayasal vatandaşlık” gibi kavramların yerleştirilmesi, milli devlet modelinin çözülmesine neden olacak düzenlemelerdir. Bu değişiklikler, yalnızca teknik anayasa reformları değil, doğrudan BOP kapsamında öngörülen çok kimlikli ve federatif yapıya geçiş hazırlıklarıdır (Yılmaz, 2011).
CHP’nin bu anayasa tartışmalarındaki tutumu, kimi dönemlerde muğlak ve kararsız olmuştur. Özellikle 2011 sonrası dönemde bazı parti yöneticilerinin “Yeni Anayasa Komisyonu” çalışmalarına katılması, kamuoyunda büyük tepki doğurmuştur. Bu katılım, BOP’un anayasal tasarımına dolaylı meşruiyet kazandırmak olarak yorumlanmış ve CHP’nin kurucu kimliğine aykırı bulunmuştur. Zira CHP’nin böyle bir komisyonda yer alması, anayasanın ilk dört maddesinin pazarlık konusu yapılmasını kabul etmek anlamına gelir ki, bu da tarihi bir sapmadır.
Oysa CHP’nin asli görevi, Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddelerine sahip çıkmak, halk egemenliğini bu ilkeler doğrultusunda korumak ve devleti Atatürkçü çizgide savunmaktır. Anayasayı “çağın gereklilikleri” bahanesiyle etnik, din ve mezhep kimlikçi ve post-modern yapılara açık hale getirmek, CHP’yi tarihsel misyonundan koparır. Bu nedenle partinin anayasa reformlarına karşı geliştireceği söylem, sadece muhalefet değil, bir “milli direnç hattı” olarak yapılandırılmalıdır.
ETNİK VE ÜMMET TEMELLİ AÇILIMLAR: CHP’NİN SINAVI
2009 yılında başlatılan “Demokratik Açılım” ve sonrasında gelen “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” ile Türkiye’de etnik temelli bir yeniden yapılandırma süreci resmen başlamıştır. Süreç içerisinde “Kürt kimliğinin” anayasal düzeyde tanınması, “anadilde eğitim”, “yerel özerklik” gibi talepler gündeme getirilmiştir. Bu taleplerin tamamı, BOP’un etnik temelli çözüm modeline uygundur. Çünkü proje, üniter ulus-devletin parçalanmasıyla bölgesel denetimi kolaylaştırmayı amaçlamaktadır (Fuller, 2008). Bu bağlamda etnik açılım, sadece bir “demokrasi genişlemesi” değil, aynı zamanda Türkiye’nin egemenlik haklarını zayıflatma ve sonrasında da kaybetme girişimidir.
Bu süreçte CHP’nin tavrı büyük bir sınav niteliği taşımıştır. Parti, başlarda açılım politikasına mesafeli dursa da zamanla bazı parti yöneticileri çözüm sürecini destekler gibi bir tavır geliştirmiştir. Örneğin “barış süreci” kavramı üzerinden yürütülen iletişim stratejisi, CHP içerisinde kimlik siyasetine daha yatkın kadroların öne çıkmasına neden olmuştur. Oysa açılım politikaları, Türk milletini etnik parçalara ayıran ve anayasal vatandaşlığı tehlikeye atan bir yapıya hizmet etmektedir. CHP, bu süreçte yeterince ilkeli ve dirençli bir duruş sergileyememiştir.
Benzer şekilde ümmet temelli politikaların AK Parti iktidarı döneminde dış politikada İslamcı bir çizgiye evrilmesi, iç siyasette ise laikliğin zayıflamasıyla sonuçlanmıştır. Osmanlıcılık, hilafet çağrıları ve Diyanet’in siyasal alandaki artan rolü, Türkiye’de Atatürkçü laik devlet modelini zorlayan gelişmelerdir. Bu süreçte CHP’nin tepkileri genel olarak yetersiz kalmış, laiklik savunusu zayıflamış ve “inanç özgürlüğü” söylemiyle pasifize edilmiştir. Oysa laiklik, CHP’nin kurucu ilkeleri arasında yer alır ve ümmetçi yapıya karşı en güçlü kalkanıdır.
Etnik ve dini temelli ayrışmalar, Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik ve beraberliğini tehdit eden yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır. CHP, bu ayrışmalara karşı net bir tutum almadıkça hem varlık gerekçesini yitirecek hem de halkın güvenini kaybedecektir. Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler memleketi olamaz” sözü yalnızca bir tarihî uyarı değil, bugün de CHP’nin temel ideolojik pusulası olmalıdır. Bu bağlamda CHP’nin kimlik siyasetine dayalı tüm açılımlara karşı durması, ülkenin geleceği açısından hayati bir zorunluluktur.
CHP’NİN STRATEJİK HATALARI VE VARLIK KRİZİ
CHP, özellikle 2000’li yıllardan sonra kimliğini tanımlamakta zorlanan bir siyasi organizasyon hâline gelmiştir. Atatürkçü, laik, devletçi ve halkçı çizgisinden uzaklaşarak daha çok “merkez sol” ve “Avrupa tipi sosyal demokrasi” tanımlarıyla yeni bir kimlik inşa etmeye çalışmıştır. Ancak bu arayış, partinin tabanında kafa karışıklığı yaratmış; kurucu ilkelerle bağını zayıflatmıştır. Parti, bir yandan altı oku savunurken, öte yandan bu ilkelerle çelişen bireyler ve söylemlerle yakınlaşmıştır. Bu ideolojik bulanıklık, CHP’yi kimliksiz bir muhalefet partisi konumuna sürüklemiştir. Çünkü Kemalizm ( Atatürkçülük, 6 ok) ve sosyal demokrasi bir birine zıt kavramlardır.
Bu süreçte yapılan en büyük stratejik hata, kurucu değerlerin savunusu yerine, rakip siyasi partilerin söylemlerine göre pozisyon almak olmuştur. “Muhalefet etmek için muhalefet” anlayışı, CHP’yi kendi gündemini üretemeyen, reaksiyoner bir yapıya dönüştürmüştür. Örneğin “çözüm süreci” ve “yeni anayasa” gibi konularda ya geç tepki verilmiş ya da bu yıkım sürecine zımni destek verilerek halkın gözünde güvensizlik oluşturulmuştur. Oysa CHP’nin gücü, kendi tarihsel meşruiyetini temsil eden ilkelerde saklıdır. Bu ilkelerden sapıldığında parti, rakipleriyle yarışmak için onların oyununa girmek zorunda kalır.
Parti kadrolarındaki dönüşüm de bu varlık krizini derinleştirmiştir. Son yıllarda özellikle partiye yeni katılan bazı figürler, Atatürk ilke ve devrimlerinden uzak söylemlerle kamuoyuna çıkmış; CHP’yi “muhafazakâr kesime yakınlaştırma” stratejisi adı altında tarihsel çizgisinden koparmıştır. Bu tür kadrolar üzerinden yürütülen “kimseyi dışlamayan” söylemi, aslında CHP’yi ideolojik bir merkezden ziyade popülist bir zemine çekmiştir. Bu yaklaşım, partinin devlet kuran bir güç olma imajını erozyona uğratmış, onu sıradan bir iktidar adayı partiye dönüştürmüştür.
Bu gelişmeler sonucunda CHP ciddi bir varlık krizine girmiştir. Parti, tabanına ve halkın büyük bölümüne artık neyi savunduğunu yeterince anlatamaz hâle gelmiştir. Özellikle genç kuşaklar, CHP’yi bir ideolojik yapıdan ziyade, “AK Parti’ye alternatif” teknokrat bir yapı olarak görmeye başlamıştır. Oysa CHP’nin gücü, kurucu lideri Atatürk’ün vizyonundan ve bu vizyonun bugün hâlâ geçerli olan 6 ok’taki ilke ve amaçlarından gelmektedir. Bu bağlamda CHP’nin yeniden anlam kazanabilmesi için; BOP’a, kimlik siyasetine ve anayasa değişikliklerine karşı net, tarihsel ve ideolojik temelli bir duruşa dönmesi şarttır.
ÖNERİLER VE ALTERNATİF ÇIKIŞ YOLLARI
CHP’nin içinde bulunduğu varlık krizinden çıkabilmesi için atacağı ilk ve en önemli adım, ideolojik netlik kazanmasıdır. Parti, “herkese hitap etme” adına kimliksizleşmekten vazgeçmeli; kurucu değerleri olan üniterlik, laiklik, ulusal birlik, halkçılık ve devletçilik temelinde yeniden yapılandırılmalıdır. Bu ilkeler, sadece geçmişin değil, bugünün de çözüm anahtarıdır. CHP’nin Atatürkçü çizgiye tam ve tavizsiz dönüş yapması, hem halkın güvenini kazanacak hem de partiyi tarihsel misyonuna yeniden oturtacaktır (Ahmad, 2008).
İkinci olarak, anayasa konusundaki tavır daha net ve kararlı olmalıdır. CHP, anayasanın ilk dört , 10. Ve 66. maddesini tartışmaya açan hiçbir yapının içinde yer almamalıdır. Komisyonlara katılım veya “müzakere” adı altında sürece katkı sunmak, bu maddelerin pazarlık konusu olmasına dolaylı zemin hazırlar. Bu nedenle partinin anayasa konusundaki pozisyonu; “değiştirilemez maddelerin güvencesi” olmak şeklinde tanımlanmalı ve bu çizgi halka etkin biçimde anlatılmalıdır (Sancar, 2012).
Üçüncü olarak, CHP’nin kadroları yeniden yapılanmalıdır. Parti içerisindeki Atatürkçülükle çelişen söylemler geliştiren, kimlik siyasetini meşrulaştıran ve laikliğe mesafeli davranan isimlerle yollar ayrılmalıdır. Bu tür isimlerin partide yer alması, seçmen nezdinde büyük bir güvensizlik oluşturmaktadır. CHP’nin gerçek bir dönüşüm geçirmesi, ancak ideolojik tutarlılıkla mümkündür. Bu nedenle Atatürk ilke ve devrimlerine sadık, eğitimli, milli duruşa sahip kadrolar parti bünyesinde güçlendirilmelidir (Yavuz, 2011).
Nihayetinde, CHP aktif bir “milli bilinç kampanyası” yürütmelidir. Parti, yalnızca siyasi söylemle değil; kültürel, akademik ve sosyal düzlemde de ulus-devletin gerekliliğini anlatmalıdır. Genç kuşaklara altı ok’un çağdaş anlamı, üniter yapının neden yaşamsal olduğu ve laikliğin özgürlükle ilişkisi detaylı biçimde aktarılmalıdır. CHP’nin yeniden “devletin teminatı” olarak algılanması için ideolojik pozisyonunu eğitim, medya ve sivil toplum alanlarına yayması gerekir. Bu sadece parti için değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası için de zorunluluktur.
CHP AÇILIM VE ANAYASA KOMİSYONLARINA GİRMEMELİDİR: TARİHSEL VE STRATEJİK BİR ZORUNLULUK
CHP’nin “açılım” politikaları ve anayasa değişikliği komisyonlarına katılımı, yalnızca bir siyasi tutum değil, doğrudan partinin varlık gerekçesini sorgulatacak bir ihanet olarak algılanacaktır. Bu tür süreçlerde yer almak, CHP’yi kendi kurduğu Cumhuriyet rejimini, üniter yapıyı ve Atatürk ilke ve devrimlerini tasfiye eden bir pozisyona iter. Özellikle “Kürt Açılımı”, “Anadilde Eğitim”, “Yerel Yönetim Reformları” gibi etnik ve laiklik karşıtı ümmet-dini açılım temelli düzenlemelerin içinde olmak, CHP’yi tarihsel ve toplumsal açıdan onarılamaz bir kırılmaya sürükler. Bu kırılma, halkın gözünde partinin millî kimliğini ve kurucu rolünü ve varlık nedenini yok eder.
Açılım politikaları, ABD ‘nin emperyalist Büyük Ortadoğu Projesi’nin Türkiye ayağıdır ve bu bağlamda anayasa değişiklikleri, sadece iç hukuk düzenlemeleri değil; aynı zamanda Türkiye’yi parçalanabilir bir etnik ve mezhepsel mozaik devlete dönüştürme sürecinin hukuki altyapısıdır. CHP, bu sürece dahil olduğunda, doğrudan veya dolaylı olarak BOP’un iç meşruiyet mekanizması hâline gelir. Özellikle yeni anayasa çalışmaları adı altında “Türk Milleti” ifadesinin anayasadan çıkarılması, resmi dilin tartışmaya açılması ve yerel yönetimlere özerklik ve mezhepsel ayrımların resmileşerek tanınması gibi maddeler gündeme geldiğinde, bu komisyonlara katılım, bu dönüşümü onaylamak anlamına gelir (Sancar, 2012).
CHP’nin bu tür komisyonlara katılması, halk nezdinde “Atatürk’e ihanet” ve “Cumhuriyet karşıtlığı” suçlamalarıyla özdeşleşir. Parti tabanı ve geniş halk kitleleri, bu katılımı bir tür teslimiyet veya işbirliği olarak yorumlayabilir. Oysa CHP’nin kurucu ilkesi olan milliyetçilik, üniter devletin ve Türk Milleti kavramının dokunulmazlığını esas alır. Bu ilkeler, yalnızca ideolojik pozisyon değil, aynı zamanda siyasi sınır çizgisidir. Bu çizgi aşıldığında CHP, Cumhuriyet rejiminin yıkım sürecine fiilen ortak olmuş olur (Ahmad, 2008).
Dolayısıyla CHP’nin “açılım süreçleri” ya da “anayasa komisyonları” gibi BOP’un iç uzantılarına doğrudan veya dolaylı biçimde katılması, partiyi kurucu kimliğinden koparır, tarihsel misyonunu imha eder ve halk nezdinde “meşruiyetini” yok eder. Bu tür komisyonlara katılım, bir diyalog değil; karşı taraftan gelen sistemsel yıkım taleplerine aracılık etmektir. CHP’nin yapması gereken, bu masalara oturmak değil; bu masaların milletin egemenliğine ve devletin bekasına zarar verdiğini açıkça ilan ederek siyasi mücadele başlatmaktır.
SONUÇ
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşlarını oluşturan Atatürk ilke ve devrimleri, CHP’nin varlık sebebi ve siyasal kimliğinin temelidir. Bu değerlerin korunması, partinin hem tarihsel hem de güncel misyonudur. Ancak 2000’li yıllardan itibaren CHP, açılım politikaları ve anayasa değişikliği süreçlerinde yaşanan ideolojik belirsizlikler ve stratejik hatalar nedeniyle varlık krizine sürüklenmiştir. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında şekillendirilen etnik ve kimlik temelli açılımlar, Türkiye’nin üniter yapısını ve milli birliğini tehdit etmekte; CHP’nin bu süreçlere dahil olması ise partinin temel değerlerinden kopuş anlamına gelmektedir.
CHP’nin açılım süreçlerine ve anayasa komisyonlarına katılması, sadece siyasi bir hata değil; aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerine yönelik doğrudan bir ihanet olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle, CHP’nin kurucu ilkelerine sahip çıkmak adına, bu tür komisyonlara katılmaması, BOP’un dayattığı kimlik siyasetlerine karşı net ve ilkeli duruş sergilemesi hayati önem taşımaktadır. Parti, ancak böylelikle halkın güvenini yeniden kazanabilir ve gerçek anlamda milli bir direniş gücü olarak varlığını sürdürebilir.
Önerilen stratejik yaklaşım, CHP’nin Atatürkçü, laik, halkçı ve devletçi çizgisine tavizsiz dönüşünü; anayasanın değiştirilemez maddelerinin korunmasını; yeniden parti içi kadro yapılanmasının ideolojik tutarlılıkla yeniden düzenlenmesini ve geniş kitlelere yönelik milli bilinç kampanyalarının yaygınlaştırılmasını içermektedir. Bu çerçevede CHP, sadece bir siyasi aktör değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasının teminatı konumuna yükselebilir.
Sonuç olarak, CHP’nin kaderi, BOP’un Türkiye üzerindeki tasarımlarına karşı duruşunda gizlidir. Açılım ve anayasa süreçlerine girmemek, partinin tarihsel misyonunu yerine getirmesi ve Türk milletinin birliğini koruması bakımından stratejik bir zorunluluktur. Aksi takdirde, CHP, hem kendi tarihine ihanet edecek hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğünü tehdit eden güçlerin aracı haline gelecektir.
KAYNAKÇA
Ahmad, F. (2008). Modern Türkiye’nin Oluşumu. Kaynak Yayınları.
Atatürk, M. K. (1927). Nutuk. Türk Dil Kurumu Yayınları.
Fuller, G. E. (2008). Yeni Türkiye Cumhuriyeti: Kürtler ve İslamcılar. Timaş Yayınları.
Karpat, K. H. (2007). Türk Demokrasi Tarihi. İmge Kitabevi.
Oran, B. (2001). Türkiye’de Azınlıklar. İletişim Yayınları.
Sancar, M. (2012). Yeni Anayasa ve Vatandaşlık. Metis Yayınları.
Yavuz, H. (2011). Secularism and Muslim Democracy in Turkey. Cambridge University Press.
Zizek, S. (2008). İdeolojinin Yüce Nesnesi. Metis Yayınları.