O günler zor,
O günler yoksul ve umutsuz günler,
Cehalet, salgın hastalık bir tarafta,
Üstte yok, başta yok,
Kuru ekmeğe muhtaç günler... (Yücel Güngör).

*
Sosyal bir düşünce ile Köy Enstitüleri kurulsun denilmiş....İşçinin, köylünün, esnafın çocuğu gelsin ve okuyarak, yaparak, yaşayarak doğayı da, gerçek hayatı da öğrensin denilmiş...

Köy Enstitüleri sadece bir binadan ibaret değildi... Bağı bahçeyi de, ağılı da, ormanı da bir derslikti... Yetişen öğretmenler, kırsala bilgiyi ve tekniği götürdüler. "Köyü canlandıran" birey oldular. Eğitim/öğretimle yetinmeyip, o yörenin sosyo-ekonomik, kültürel gelişmesine de öncü oldular... (Basri Koyuncuoğulları)
*
Gönen'li olmak....Gönen ruhuna sahip olmak...
Türk Milli Eğitimine ne kadar mezun vermiş Gönen...

▪1939-1947 KÖY EĞİTMEN KURSU... 516 eğitmen yetişti...      
 ▪1940-1954 KÖY ENSTİTÜSÜ ... 782 köy öğretmeni mezun oldu...
 ▪1954’de başlayan İLKÖĞRETMEN OKULU  döneminde 2487 öğretmen...
 ▪Yine İLKÖĞRETMEN OKULU döneminde 1959’dan itibaren yüksek öğretmen okullarına  80’i aşkın seçkin öğrenci gönderildi.
 ▪1976’da başlayan ÖĞRETMEN LİSESİ döneminde 1385 mezun...
 ▪1989 dan sonra ANADOLU ÖĞRETMEN LİSESİ oldu ve Haziran 2014’de kapatılıncaya kadar 4000’e yakın mezun...    

Bunların toplamı 9000’i geçiyor. Cumhuriyet Türkiye’sinin yapısına tuğla koyan, içinden çok seçkin kültür sanat insanları çıkan 9 bin ışık, 9 bin meş’ale..  “Gönen’in sönmeyen ışığı” dememiz ondan... (İlhami Arslan)
*
Eğer ABD ve toprak ağalarının talebi yerine getirilmeyip kapatılmasaydı, ülkemiz çağdaşlıkta Almanya'yı zorlardı, iklim avantajı ve jeopolitik konumuyla Hollanda düzeyinde olurdu, ki şimdi olduğu gibi Ortadoğu bataklığına doğru evrilmeye çalışmaz, dünyada saygın bir ülke olarak tarihteki yerini alırdı...(Basri Koyuncuoğulları)...
*
Köy Enstitüleri bir Aydınlanma atılımı...
Muhteşem bir ‘köyü ve köylüyü kalkındırma projesi...
M. Başaran’ın deyişiyle “dağlarda yanan çoban ateşleri” idi, yarım kalan eğitim mucizesiydi.  
UNESCO tarafından gelişmekte olan ülkelere eğitim modeli olarak tavsiye edildi.
*
Enstitülerde uygulanan eğitim sistemi; genel olarak “imece" kavramını barındıran, bize özgü bir eğitim sistemi.  
Köy enstitülerinin eğitim felsefesinin özü işe ve emeğe dayalı olan, “yaparak-yaşayarak-üreterek eğitim” ile teori ve uygulamanın el ele yürümesi esası...
Mahmut Makal diyor ki: “Köy Enstitüleri gitti, Atatürk devimleri de neredeyse bitti.”
Avuntumuz şudur ki, köy enstitüleri cismen yok edildi ama fikir olarak yaşamaya devam etti. Çünkü yararlı fikir ve işler asla öldürülemez, asla yok edilemez; yaşamaya devam eder, gün gelir yeniden canlanır, kurumlaşır.( Hayal Köksal)

 *
Yıl 1940… Ekonomik sıkıntıların, yetersiz endüstrinin, pahalılığın, karaborsanın olduğu ve 2. Dünya Savaşı’nın Türkiye’yi dar bir kıskaca aldığı o yıllarda bir avuç aydının önderliğinde tüm dünyaya örnek teşkil eden eşsiz bir eğitim destanı yazmışız.
Köylü aydınlanmış.... Köylü toprak ağalarının, üfürükçülerin, din tacirlerinin esaretinden kurtulmuş.... Köylü yeteneklerinin, becerilerinin, gücünün farkına varmış..
Yıl 2024… 46 yılda 25 tane Milli Eğitim Bakanı’nın değiştiği ülkemizde üstün teknolojiye ve onlarca imkana rağmen yap boza döndürdüğümüz bozuk eğitim düzenimizle dünyada sondan beşinciyiz.
Önce büyük bir gurur ve şükran.
Hemen sonrasında ise tarifsiz bir yoksunluk ve burukluk...
(Ceylan Adanalı Kabadayıoğlu)...
*
Türk eğitim tarihinin en önemli ve en özgün eğitim kurumu...
Ruhuyla kimlik ve kişilik bulmak, Cumhuriyet Türkiye’sinin aydınlık yüzü olarak  büyük başarılara imza atmak...
İşte, bu sistem günümüz eğitim sistemine nasıl uyarlanabilir, mümkün müdür, ya da farklı bir yol...
Eğitim denilince aklımıza gelen öğretmen, öğrenci ve okul...
Oysa, bu üçlünün nasıl bir eğitim sistemi uyguladığı önemlidir.
Eğitim bilimi, davranış kazandırma bilimi demektir.  
Yine öğrenme ve öğretme işinin eğitim olduğunu düşünürüz. Oysa öğretilen bilgi davranış haline geldiyse eğitim söz konusudur.
Bakalım, yanlış adli kararlar, sınavlarda torpil, sağlıkta ticaret, esnafta eksik gramaj sahte üretim rekoru bizde değil mi? Yalan, palavra, yağcılık, yalakalık bizde değil mi? Peki okullarda bunların yanlış olduğu öğretilmedi mi? Bu insanlar davranışlarının yanlış olduğunu bilmiyor mu? Elbette ki biliyorlar. Yani öğretim tam, ama davranışa dönüşmediği için eğitim sıfırdır. Onun için Türk milli eğitiminden, eğitimin çıkarılıp, öğretim sözcüğünü koyulması gerekir. Eğitime dönüşmeyen öğretimse ahlaki ve insani bir değer kazanamadığı için insanlığın faydasından çok zararına bir işlev görmektedir. (Nazmi Öner)....

Köyleri kentleştirelim derken kentler köylüleşti... Bunun temelde, devlet fert ilişkilerimizdeki vurdumduymazlığın, Şarklı kurnazlık kültürümüzün, partizanlığın ve ezberci eğitim sistemimizin de oldukça etkili olduğu...
"Saldım Çayıra Mevla Kayıra " dercesine bir başıboşluk içinde gerçekleşen bir durum var. Yani, Cumhuriyet döneminin Anadolu kasabalarının kentleşmesi beklenirken, köylerden gelen aşırı nüfusla kentler de kasabalaşıp köyleştiler. Fakat bu iki insan grubu da birbirlerine karışıp kaynaşamamakta... Netice olarak aynı kentte, genelde iki farklı insanı, iki farklı kültürü, farklı ekonomik ve sosyal yapılanmaları temsil etmekteler...

Türkiye’de bugünkü eğitim sistemini, yaşamdan kopuk, eğitimden kadınların ve pozitif bilimlerin uzaklaştırıldığı;
5. Yüzyıldaki Hıristiyan orta çağına,
9. Yüzyıldaki İslam orta çağına,
12. Yüzyılda Nizamiye Medreselerinin bozulmasından sonraki Türk-İslam orta çağına ve 
1550’lerde başlayan Osmanlı Orta çağına benzetiyorum. 
İş içinde üretim yaparak kendine güvenli, insan ve doğa sevgisiyle yoğrulmuş bağımsız ve pozitif bir kişilik geliştiren, olayları sorgulayıp yargılayarak doğru sonuçlara ulaşabilen vatandaşlar yetiştirebilmek için, köy enstitüleri sisteminin bugün varoş enstitüsü olarak, çağdaş koşullarda yeniden uygulanması... (Nazmi Öner)

*
Yarım yüzyıl önceki bir zaman diliminde kurumsal olarak yok edilmiş olmakla birlikte Köy Enstitüleri bireye, topluma, yaşama kattıklarıyla etkilerini şaşırtıcı biçimde sürdürdü ve sürdürmekte...
Eğitim, kültür, ekonomi, çevre, tarım ve daha pek çok alanda aşılamayan sorunların üstesinden gelmek için Köy Enstitüsü deneyimi zaman zaman bir model olarak gündeme getirildi, projeler yapıldı, ancak kapsayıcı bir çalışma yapılamadı.

Eğitimin ulaşılabilir, demokratik ve hayatla uyumlu hale getirilmesine, gıda yeterliliği ve güvenliğinin modern, bilimsel tarım uygulamalarıyla sağlanmasına, üretici güçlerin canlanmasına, kent işsizliği ve yapılaşmasındaki sorunların köye dönüş yoluyla çözülmesine, doğayla uyumlu yaşam kurularak çevrenin yok edilmesinin önüne geçilmesine, imece ruhuyla toplumsal dayanışmanın geliştirilmesine ve belki de gezegenin yaşam süresinin uzamasına katkı sağlayacak bir girişim başlatılmalıdır...
Köy Enstitülü yazar Mehmet Başaran’ın Köy Enstitülerine göndermeyle söylediği gibi belki de biz de “doğanın üzerine titreyerek, güzelliğine güzellik katarak katkıda bulunduğu oranda almanın mutluluğunu duyan bir topluluk” olacağız.(Aynur Soydan  Erdemir)
*
Çinli yazarlardan iki kitap aldım. Üç Kral kitabında üç öykü var, bitirdim. Orada eğitimli gençlerin toplumsal kalkınmaya/aydınlanmaya katkılarını okudum. Kırsal kesime giderek hem çalışıyorlar hem de halkı aydınlatıyorlar. 
Aynı günlerde Sercan Ünsal'ın Köy Enstitüleri'yle ilgili kitabını okudum. Anladım ki biz  Çin'den önce Köye Enstitüleri'yle kültür devrimine başlamışız. 
Sadece bir eğitim uzmanı değil her şeyi bilen öğretmenlerin yetişmesi de sekteye uğramış. (Lütfi Özgünaydın)

*

Köy Enstitüleri Türkiye’nin geleceği idi; İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikan emperyalizminin güdümüne girince kapatıldılar!
Medreseler ise Türkiye’nin değil, Osmanlı’nın da geçmişi idi; yeniden açılıyorlar…
Japon İmparatoru Meiji, Avrupa’da yüzyıllarca süren evrim süreci sonucu gerçekleştirilen Aydınlanmayı, devrimler yaparak ülkesinde kısa sürede gerçekleştiren üç liderden biridir (diğer ikisi Çar Büyük Petro ve Atatürk).
Medreselerimiz birer ilim irfan kaynağı olmaktan yoksundu.” Yani medrese alimleri fen bilimleri bakımından zır cahil oldukları gibi din bilimleri bakımından da el yüzüne çıkarılamayacak kadar yetersizdiler..
 “Diyanet Akademisi” yasası ile artık resmi olarak açılmalarının önü açıldı. Böylece ülkemiz Osmanlı modernizminin de gerisine, yani 21. yüzyıldan 18. yüzyıla götürülüyor. (Süleyman Çelik)

TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF / MÜFREDAT MODELİ

Yaşadığı topluma ve tüm insanlığa karşı sorumluluk duyacak, soran - sorgulayan ve yorumlayan nesiller yetiştirmek yaşadığımız bilgi çağının gerçeklerine uyan, toplumun ihtiyaçlarına cevap veren müfredat  hazırlamayı gerektirir.
Hazırlanan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli bu temel ilkeden yoksundur.

Ülkemizin acil ihtiyaçlarından biri hiç şüphesiz müfredatın çağın ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesidir. Bu yapılırken aklın ve bilimin yol göstericiliğinde, toplum, doğa ve üretim odaklı, çok paydaşlı öğretim programları hazırlamak ve buna paralel olarak müfredatı hayata geçirecek öğretmen, eğitim yöneticisi kadrolarını yetiştirmek, okul altyapısını iyileştirmek için şarttır.  (İlhami Arslan)
*
Yadırgadılar Bizi

Urbalarımız bozdu toprak renginde 
Yamasız temiz, öyle uydu sırtımıza 
Nedense yadırgadılar bizi.  

Köy çok sayımız azdı 
Düşümüze girdi köyler 
Yeni baştan kurduk kafamızda 
Umut ocakları tüttü yirmi bir yerde  
Nedense yadırgadılar bizi. 

Yazımızı yazanlar kara yazdı 
Başımıza yıkıldı tasarladığımız köyler 
Umutlarımız boğuldu doğmadan 
Suç sayıldı çalışmak, suç köy, köylü demek 
Hala nöbet tutuyor dizleri göğsümüzde 
Elleri boğazımızda kara yazı yazanlar,
Nedense yadırgadılar bizi  
Kapanmadan görürse gözlerim 
yeniden açıldığını Enstitülerin, yanmam öldüğüme... (Haşim Kanar)
*
KÖY ENSTİTÜLERİ YENİDEN diyorum,
Yeni bir türkü gibi
Anadolu’mun bağrından
Güneşin Akdeniz’e gülümseyişi gibi
Ağrı dağının ardından
Kurulmalı Köy Enstitüleri yeniden
Feyz alarak 
Akıldan, bilimden, çağdan. (Nazmi Öner)
*
Sonuç.. 
Bugün hayatımıza yön verecek ne varsa, hepsinin temeli insan olmaktan, insanî değerlere sahip olmaktan geçer. Nerede eksiklik var derseniz, "neden boynun eğri, nerem doğru ki" noktasında... Adına ister yüzyılın programı deyin, ister model deyin zaman "Hayatımıza bir format atma" zamanıdır.  Sıfırdan, doğar doğmaz ailede, kreşte, anaokulunda, ilk öğretimde... Model ve proje burada olmalıdır. 
Neden mi...
Eğer üniversite mezunu bir genç, hem de en iyileri dediğimiz fakülteden mezun olduğunda, örnek bir doktor, tıp tahsili almış ama omurilikte "omurilik soğanı"nı öğrenememiş.  Bir mühendis, ilkokul 2. sınıf öğrencisinin kolaylıkla çözebileceği, "üçün üç katından ikinin iki katını çıkarınca kaç kalır " sorusuna cevap veremiyor...
Ne yapılmalı, ne yapmalıyız...
Dünya'nın en güzel dili Türkçe'yi,
Matematiği değil Aritmetiği, yani "Sayı Sanatı"nı,
Saygıyı, sevgiyi, doğruluğu, kısaca ahlakı,
İnsanî olmayı öğretmeliyiz.
Okuyarak, öğreterek, yaşayarak ...
Ki görev ve sorumluluk bu olmalıdır...

İnsana dair...
Güne, gündeme dair...
İstiklâl, istikbal, hürriyete dair...
Hak ,hukuk, adalete dair...
Atatürk'ün izinde...
Cumhuriyetin bekçileri olarak,
Görev ve sorumluluk bilinciyle...


Son söz; Atatürk gibi düşünerek yapalım..