Survivor Türkiye, yıllardır beyaz camın en çok izlenen programlarından biri.

Başarısının arkasında, sizi bildiğiniz alemden alıp, hiç bilmediğiniz bir adaya götürürken, dünyevi dertlerinizi bir an için unutturması yatıyor.

Programın önceki gün yayımlanan bölümünde, “Nefise” karakterinin kendisinden 15 yaş büyükleri ile de üstenci perdeden konuşmasını, sunucu Acun Ilıcalı, kendisine anlatmayı denedi.

“Denedi” diyoruz, çünkü 21 yaşındaki ve Z kuşağının temsilcisi yarışmacı, sunucuyu bilmediği bir dili anlamaz gözlerle izliyordu.

BOYUNDURUKLA 135 YOLCULUK
Ocak 2023’te 22 gün boyunca bir boyunduruk takılı halde, günde 6 kez toplu taşım aracında yolculuk ettim.

Metro, metrobüs ve İETT otobüsü.

132 kez toplu taşımla yaptığım yolculukta, hamile, engelli, hasta ve yaşlıların oturumuna terk edilmesi gereken ilk koltuklarda yüzde 90 sıklıkla Z kuşağının temsilcilerini gördüm.

Metroya binerken oturmak için, ineni beklemeyen, yine metronun bulunduğu yere giden asansörlere, koşuşturup, öne geçen gençlerin, tek şansı asansör olan mağdurlara bakışını da!

boyunluk

İBB GENÇLERİ UTANDIR!
-İBB’nin bu konuda mahcubiyet duymalarını sağlayan bir uygulamayı devreye almasını öneririm-

MAHCUBİYET DUYMAK
Diyeceksiniz ki, bu durum eskiden de yok muydu?

Evet, vardı!

Ancak, çok daha az sayıda ve o kişiler ya uyuyor taklidi yapar ya da mahcubiyet duyarlardı.

80 yaşlarında, bir ayağı olmayan bastonlu bir amca, hareket halindeki otobüste düşmemeye çalışırken, gözleri adeta yardım istiyordu. Torunu yaşındaki gençlerin, alay eden gözleri ve beyin yakan yorumları altında, düştü de!

Güldüler!

Benim bulunduğum orta sıraya kadar gelmeden, tereddüt etmeden kalktım. Boyunduruklu halime bakıp, “Ayağa kalkmak size düşmezdi!” dedi.

Tabii bu bakış açısının muhatapları, kime göre, neye göre, diyecektir!

Günümüzde, mekânın sahibi rolünü oynayan Z kuşağı, toplu taşımadaki yaşlılara gereksiz kalabalık muamelesi yapıyor.

Oysa Japonlar, bir ülkenin yaşlılarına muamelesi kendi yakın tarihine saygısının, sevgisinin bir laboratuvarıdır, veciz sözünü kullanmışlar. Buna karşılık Ruslar, önce çocuklara yer vermiş. Yani herkesin bir değer yargısı oluşmuş.

132 toplu taşım seyahatimde, dört kişi bana yer vermeyi teklif etti.

Tamamı 45 yaş üstü. Ve ikisi erkekti.

Başka bir ifade ile tüm yaş grupları içerisinde, merhamet, mağdura yardım etme güdüsü dersinde, İstanbul ilinin notu 100 üzerinden 3 olurken, Z kuşağının notu ise sıfır!

Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen bu kuşağa gelin panoramik bir bakış açısı yönlendirelim.

EVDE BÜYÜK YOKSA BÜYÜK TAŞ KOY!
Yapay zekâ kime çarpmalı diye, 2018 yılında yapılan bir simülasyonda, Avrupalılar bebekleri öncelerken, Japonlar yaşlıları korumamış mıydı?

Çevremdeki, 14 ve 17 yaş grubu da dahil Z kuşağı temsilcisi gençlere, “Toplu taşımda, yaşlılara yer veriyor musunuz?” diye sordum. Yaşlıların gezmeye gittikleri gerekçesi ile kendilerinin işe gittikleri saatte toplu taşımaya binmemeleri gerektiği yanıtını aldım.

NİYET Mİ OKUYORUZ!
Klinik Uzman Psikolog Nazım Serin, bunun en hafif ifade ile “niyet okuma” olduğunu belirterek, sorunlu bir bakış açısı yorumunu yapıyor.

“Kimin işe, kimin hastaneye ya da kimin hangi nedenle gittiğini bilmeden, vicdanları yanıltan, davranışlarını normalize eden bir yaklaşım sergiliyorlar!”

Teknoloji çağına doğduğu için kendilerinden önce gelen nesillerden, konuya çok daha vakıf, 20 yıldır aynı siyasileri görmekten isyanda olmalarından mıdır diye, düşündüm.

Tüm dünyada Z kuşağının öncekilere kıyasla birincil özellikleri, “utanmıyorlar” kavramı ile ifade edilmiş.

Z kuşağı, kendi yaşam/ konfor alanlarına müdahale edildiğinde agresif olabiliyor.

Siyasi iktidara haklı karşı çıkışlarında olduğu gibi.

Buna karşılık, Nazım’ın, Sen yanmazsan/ Ben yanmazsam/ Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa dizelerindeki, “bir yanan” da olmak istemiyorlar!

NE YAPMALI!
Onlar, babalarının büyük emeklerine karşılık, nasıl köle edildiğine tanıklık edince, bir gün kendilerini ezenlerin yerine geçip, başkalarını ezmeyi hayal etmişler!

Niye mi?

X Kuşağı, İnönü’nün, bir memlekette namuslular en az namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur, sözü ile büyüdü.

80’de Diktatör Kenan Evren, kitabı suç unsuru gösterip, “Asmayalım da besleyelim mi!” dediğinde bu baskıya direnebiliyorduk.

Çünkü, Ecevit’in ne ezen ne ezilen hakça bir düzen sözünü kulak arkası etmiştik,

90’larda, Turgut Özal, “Benim memurum işini bilir” dediğinde bu sözün yanlışlığını anlayan ve eleştiren medya halen diriydi.

Çiller’in iki anahtar yalanıyla bilinçaltımız da kirlenmeye başlamıştı.

Özal ile başlayıp, RTE ile devam eden, “Anayasa bir kere delinmekle bir şey olmaz” sözü, toplumda bir ayrışma başlattı.

Sonra gözümüz bir yanda kanayan Ortadoğu’ya, bir yandan içerdeki yolsuzluklara, çürümüşlüğe bakarken, sığınmacı, mülteci adı altında sessiz bir istilaya susmayı öğrendik.

Sanırım, karanlıkla aydınlık arasındaki savaşı da orada kaybettik!

Oysa 60 kuşağı, refahı herkes için dilerken, başını taşın altına koymamış mıydı? Tiananmen Meydanı’nda, daha özgür bir Çin için, gencecik üniversite öğrencileri kendilerini tankın paletleri altına atmamış mıydı?

Daha özgür bir hayat için Mehsa Emini’nin cenazesinde tüm kadınlar başörtüsünü çıkarmamış mıydı?

Gerçek zaferin, özünde emek ve fedakârlık olduğunu, bizler büyük felaketlerden öğrendik, ama bizden sonrakilere öğretemedik. Kim bilir, belki tarihin tekerrür etmesi bundandır!