Farkındaysanız başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere millet ittifakı liderleri ve adayları bu yerel seçimler öncesinde kutuplaştırıcı söylemlerden kaçınıyorlar. Muhalefete dönük terörle iltisak iddialarını ve beka meselesini önceki seçimlerde olduğu gibi kullanmıyorlar.

Oysa Mart 2019 yerel seçimleri öncesinde Cumhur ittifakı bu argümanlara alabildiğine abanmıştı. Erdoğan “PKK-HDP-CHP işbirliği içinde. Bölücü örgüte müzahir şahısları, marjinalleri, sapkınları... belediye meclisi listelerine sokmuşlar" demişti.

Dönemin İçişleri Bakanı Süleyman soylu ise CHP'yi DHKP-C ve PKK'yı kollamakla suçlamış; "299 HDP ve PKK iltisaklı adamın" CHP, İYİP, SP listelerine dâhil edildiğini iddia etmişti. Soylu; “31 Mart akşamı zafiyete düşersek 6 yaşındaki masum çocukların eline taş verirler, valilerin kaymakamların itibarını beş paralık ederler, sokağa çıkarmazlar." demişti.

31 Mart 2019’da AKP başta İstanbul ve Ankara olmaakk üzere birçok şehri kaybetmiş ancak AKP’nin hiçbir iddiası gerçekleşmemişti. 2019 yerel seçimleri döneminde yaşananları anımsamak isteyenler, “Tarihin En Provokatif Seçimi” başlıklı yazıma göz atabilirler.

Bu seçim propagandalarında keskin ayrıştırıcı söylemlerden vazgeçmelerinin sebebi, toplumsal fay hatlarının keskinleşmesi ve iç barışın gitgide bozulması endişeleri olsaydı keşke! Bu sefer korkuları başka, açmaya çalışacağım.

DÜŞMANLAŞTIRMA TAKTİĞİ BU SEÇİMLERDE NEDEN KULLANILMADI? 

İktidarın kutuplaşmada gaz kesmesinin tek sebebi, (başta DEM parti seçmeni olmak üzere) muhalif oyların iktidara karşı konsolide olması endişesidir. Diğer bir deyişle, tüm çabaları muhalif oyların (2019 yerel seçimlerinde olduğu gibi) en güçlü görülen muhalif aday etrafında buluşmasını engellemeye dönük oldu.

Özellikle İstanbul seçimlerinde muhalif oyların çok partiye bölünmesini ve DEM’in oylarının artmasını, AKP’nin İBB adayı Murat Kurum’un kazanmasının baş koşulu olduğunu görüyorlar. Bu sebepten, iktidar muhalif Kürt oylarının DEM partide toplanması için çabalıyor. Yeni bir çözüm sürecinin başlayabileceği umutlarını bu yüzden pompalıyorlar. Yine bu yüzden DEM’in seçim propaganda faaliyetlerine, Newruz kutlamalarına, önceden tahammül gösteremedikleri (Leyla Zana gibi) bazı söylemlere sıra dışı bir hoşgörü (!) gösteriyorlar.

Demokratik siyasetin zaten gereği olan (göreceli) bu hoşgörünün sadece bu seçimlerle sınırlı olmamasını arzu ederdik. Ancak seçimler sonrası eski katı tutumlarına sert şekilde döneceklerinden keşke bu kadar emin olmasaydık.

Siyasal kutuplaştırmada bu seferlik gaz kestiler ancak; yalan haber, dezenformasyon ve manipülasyon taktiklerine tam gaz devam tabi ki!

DEZENFORMASYON VE MANİPÜLASYON TAKTİKLERİNDE TAM GAZ DEVAM 

Seçimlerin savaş mantalitesi içinde yürütüldüğü, her tür hilenin strateji üstatlığı görüldüğü seçim muharebelerinde gerçek ile yalan ayrımının önemi ortadan kalkıyor. Uydurma bilgilerin siyasetin silahına mermi yapıldığı ortamda söylemin gerçekliği değil getireceği sonuç önem kazanıyor.

14 Mayıs 2023 seçimlerinde, PKK ve Kandil liderlerinin CHP’yi desteklediği (montaj olduğunu daha sonra kabul ettikleri) “haydi” videolarından bekledikleri sonucu aldıklarından aynı stratejiyi profesyonelce sürdürüyorlar.

Başta devletin TRT’si olmak üzere AKP’nin tüm devasa propaganda makinesi kitlenin zihnine öyle bir abanıyor ki, seçmene “bize anlatılan bu hikâyeler doğru mu acaba?” diye sorgulama şansı dahi bırakılmadan işi bitiriyorlar.

Halka verecekleri umut kalmayınca iktidar güven ve itikat (inanç) tazelemek için bir takım malzemeler üretmek zorunda. Bu seferki icatları “CHP’nin para sayma görüntüleri” üzerinden yürütülüyor. Bu paraların CHP İstanbul il örgütü için satın alınan bina bedelinin bir kısmının elden yapılan ödemesine ait görüntüler olduğu anlaşıldı. Yani aslında rüşvet veya yolsuzluk değil, olayın sadece “vergiden kaçınma” olduğu tüm netliği ile açığa kavuştu.

Ancak iktidar yarattığı bu fırsatı bırakır mı? Erdoğan tüm konuşmalarında “ortadaki paraları kimse izah edemiyor” demekte ısrar ediyor. Bu söylemle seçmene sanki “bizleri hep yolsuzluklarla suçluyorlar ama onlar da bizden farksız değil, seçilirlerse onlar da çalacaklar” demek istiyor olabilirler mi acaba?

Kendini “devlet partisi” olarak gören siyasal iktidar her seçimde olduğu gibi yine devletin tüm imkânlarını pervasızca kullanmaya devam ediyor tabi ki. Tüm Bakanları, Valileri, Kaymakamları, İl Emniyet Müdürlerini AKP’ adaylarına oy istemek için sahaya sürdüler. Bununla kalmayıp, bilim yuvası üniversitelerimizde bakanlara ve AKP adaylarına seçim propagandası yaptırdılar. Milli savaş gemisi ve uçağımızdan sonra, ulusal onurumuz diye sunulan ilk astronotumuz Alper Gezeravcı’yı da İzmir AKP adayı Hamza Dağ yanında seçim propagandasında kullandılar.

FAK-FUK-FON DA AKP'YE ÇALIŞIYOR

Uyguladıkları zengin dostu ekonomi politikaları sonucu gelir dağılımı adaletini feci şekilde bozup ülkede orta sınıfı yok ettiler. Sosyal medyada yaygın paylaşımlara göre; vatandaşlar AKP il ve ilçe teşkilatlarınca aranarak “Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın size selamları var, haftaya TC kimlik numaranız üzerinden PTT’ye 2.500 TL yatırılacaktır” denilerek adaylarına oy istiyorlar. Bu arayanlara “siz kimsiniz ve kim adına bu paraları yatırıyorsunuz” soruları üzerine paranın Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı tarafından yatırılacağı öğreniliyor.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü web sayfasını incelerseniz görürsünüz. Aile Destek, Doğum, Dul, Öksüz ve Yetim, Gazi, Asker ve Şehit Yakınları, Vefat, Yemek, Barınma, Yakacak, Doğal Gaz, Elektrik, Yaşlı Aylığı, Engelli ve Engelli Yakını yardımları gibi kırk altı farklı “Sosyal Yardım” programı uyguluyorlar.

Yoksulluğu gidermeyi değil de yoksullaştırdıkları kitlelerin algılarını yönetmeyi tercih ediyorlar. Bu kesimlere bahşettikleri sosyal yardım lütufları (!) üzerinden sürdükleri sadaka ekonomisi ile seçmenin gönüllerini (ve tabi ki oylarını) almayı da bir şekilde başarıyorlar.

ÖRTÜLÜ ÖDENEKTEN SEÇİM RÜŞVETLERİ

Özellikle seçimler öncesinde (Fak-Fuk-Fon diye bilinen) Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı bütçesi alabildiğine artırılıyor. Kamudan yoksul seçmene rüşvet niteliğinde ödemeler yapılırken bunlar AKP’nin ve Erdoğan’ın lütfu olarak sunuluyor. Yasal dayanağı olan, kime ne verildiği bilinen bu yardımlar haricinde bir de devlet kaynaklarından aktarılan, nerelere ödendiği bilinmeyen harcamalar da bulunuyor.

Cumhurbaşkanlığı’nın örtülü ödenek harcamasının 2024 Şubat ayında (2023 yılı aynı ayına göre yaklaşık 5 kat artarak) 1 milyar 897 milyon TL ile aylık bazda rekor kırdığını öğrendik. Bu devasa örtülü harcamaların nedeni, seçimler dışında ne olabilir ki?

YOLSUZLUKLAR MİLLETİN UMURUNDA OLMAYINCA... 

Türkiye’de yolsuzlukların yol olduğunu, kamu kaynaklarının bunları dağıtanlarla toplayanlar arasında hunharca ve pervasızca paylaşıldığını (iktidar seçmeni dâhil) herkes iyi biliyor. Bu olgu mevcut siyasal yapıyla iyice özdeşik-sistemik hale geldi ve daha da kötüsü, bu çürümüşlük tümüyle kanıksanır oldu. İktidar seçmeni yaygın kokuşmayı “muhalefet başa geçse çalmayacak mı, ne var bunda” tarzı bir vicdani ve ahlaki rasyonalizasyon ile içine sindiriyor.

Siyasal taban gitgide yoksullaşmasının baş sebebinin kamu bütçesinin yağmalanması olduğu gerçeğini bilmiyor ve/veya görmüyor. Kendisi de bu yağmadan küçük parçalar koparabilmeyi (tırtıklayabilmeyi!) umuyor ve bu şansının ancak iktidara yakın durmakla mümkün olabileceğini düşünüyor. Yoksul “yandaş”ın kamu imkânlarından faydalanması bazen (yukarıda bahsettiğim) sosyal yardımlardan pay almasıyla, bazen de çocuğunu işe yerleştirme umudu gibi küçük ayrıcalıklarıyla oluyor.

“YOLSUZLUK" OUT "İSRAF" 'IN'! 

Tüm ortaya serilen kanıtlara rağmen “yolsuzluklar” meselesinin seçmen nezdinde hiçbir etkisinin olmadığı her seçim sonrasında görüldü. Bu sebepten bu kavram ahlaki ve siyasi bir kategori olarak kullanılamaz hale geldi ve seçim propaganda gündeminden iyice düştü.

Yolsuzluk-hırsızlık konularını pek dert etmeyen seçmene, onun daha iyi anlayacağı ve önemseyebileceği bir kavram üzerinden meselenin ciddiyeti anlatılmalıydı. Böylece, (seçmen için pragmatik bir fayda çağrıştırması bakımından) “israf” kavramı kullanılır oldu. Çünkü “israf” dinen de caiz görülmeyen, mevcut kaynaklardan daha çok faydalanılmasına engel oluşturan bir tutumdu.

2019 yerel seçimlerinde de sıkça kullanılan bu “israf” argümanı ne kadar işe yaramıştı kestirmek zor. Ancak bu ülkenin ortalama seçmeni“devletin malı deniz…” ve “bal tutan parmağını yalar” gibi atasözlerine değer atfetmekten vazgeçmiş değil.

Toplumsal oportünizmin ve pragmatizmin işlediği bu dönemde “Tavuk su içer Allah’a bakar” ise ve “Parayı veren düdüğü çalar” ise, yakın gelecek için ümitlenmek biraz zorlaşmıyor mu?