Dünyadaki rüzgarın Türkiye’yi etkisine aldığı 2000’li yıllarda, ekonomik kriz yaşandı. Koalisyon hükümeti Dünya Bankası’ndan transfer ettiği Kemal Derviş ile işleri rotasına oturturken; “dış odaklar” güdümlü koalisyon ortağı Bahçeli erken seçim dayattı.

Kasım 2002 seçiminde, “proje partisi” olarak tanımlanan AKP, %34 oyla TBMM’de %65 çoğunluk sağlayarak iktidar oldu.

AKP, koalisyon hükümetinin ekonomik programını aynen uyguladı. IMF’ye borcu ödemekle kalmadı; borç verecek söylem düzeyine ulaştı. Devlet işlerinin devamlılığını inkar ederek övünmeye başladı.

Bu süreçte TÜİK verilerine göre Türkiye’de “gayri milli hasıla”nın kişi başına düşen milli gelir payı, 2013 yılında 12.480 dolar oldu. Ne var ki bu rakam, 20119 sonu itibarıyla 9.128 dolara geriledi. Cumhuriyet kazanımları olan üretimhaneler satılarak beton yatırımları olarak israf edildi!

2000 ekonomik krizinden sonra bile,2007 yılında kişi başına milli gelir 9.656 dolar olmuştu.

Peki, 12.480 olan kişi başına milli geliri 9.128 dolara düşüren neden neydi?

Elbet te enflasyon idi.

Nitekim 2002’lerde %6.53 olan enflasyon, bütün siyasi müdahalelere rağmen 2019’da %15.51 oldu! Gerçekte ise enflasyon; %25’lerdeydi. O günden itibaren sürekli artan enflasyon nedeniyle 2020’ye mutfak ve Pazar yangınlarıyla girildi. İşsizlik tavan yaptı.

Planlı dönemlerdeki ekonomik büyüme oranı ortalaması olan %7’ler oranı; %3’lere geriledi. AKP’nin 17 yıllık “engin” politikaları sonunda 2019’daki büyüme, %0.9’lara düşmüştü. Zaten 2009’da %4.8 oranında gerçekleşen ekonomik küçülme, 2019’da 1.54 olan dolar kurunu 2019’da 5.8’e ve 2020’nin ilk çeyreğine 7.02 liraya fırlattı.

Bir taraftan dolar kuru, bir taraftan enflasyon; kişi başına düşen milli geliri eritti!

Az çok belli bir geliri olan yurttaşlar bile, liranın satın alma gücünün erimesi nedeniyle açlık sınırı altına düşerken işsizlerin hali yürek paralayıcı oldu!

Damatlı, nepotist, liyakatsiz ve bir kişi yönetimi ile Türk ekonomisi; eksi şekilde şahlanmayı sürdürüyor! Dar kadro imtiyazlı kimileri köşe dönerken, geniş kitleler ekonomik çarkla öğütülüyor.

Türk halkı, darlığına darlık ekleyerek kaderci şükürle şimdilik direniyor!

***

DİNİ ÖĞRETİ TİRANLIĞI MI GETİRİR
İnsan denilen varlık, totemist dönemden itibaren sosyalleşme peşindedir. Bunun ancak barışçıl bir ortamda ve ortak bir yaşamla gerçekleşeceğini gördü, anladı. Birlik ve barış içinde sosyal bir toplum olmakla ve ancak bir organizasyon ile geçekleşebileceğine inandı.

Sosyal organizasyon, devlet idi.

Organizasyonu gerçekleştiren araç ise; “din” idi. Çok tanrılı politeist evreden “tek Tanrılı” monist evreye evrildi.

Pagan inançlı toplumlar, alt tanrılar olgusuyla organize oldu. Zaman içinde çağdaş anlayışa ilerledi. Ancak “Tanrı” çokluğu, toplumların bir ve bütün olarak barış içinde yaşamalarını sağlayamadı. Tanrı tekliğinin gerekliliğini fark etti. Hz. İbrahim ile başlayan “tek Tanrı” inancı Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed İle son şekline ulaştı.

Fakat çok tanrılı dönemin Nemrut ve Firavun motif benzerliklerinden asla vaz geçilmedi. Bu nedenle Hz. Muhammed tevhidi bile parçalandı. Her egemen, kral veya sultan, saltanatını sürdürmek için farklı bir İslam’ı resmi ideoloji edindi. Böylece mezhepler, din özgünlüğünün önüne geçti.

Artık mezhepsel bölücülük de yetmez oldu. Tarikatlar ve daha çok bölücülük için cemaatler türetildi; yaşatıldı!

Günümüz Türkiye’sinde mezhebe dayalı siyasi hareket; dahası için emperyalist İngiltere’nin türettiği “İhvanı Müslim” ve benzeri tutucu hareketleri manivela olarak kullanmaktadır. Çamura saplanmış ekonomi tekeri; etnik ve inanç ayrıştırmalarıyla gündemden düşürülüyor. Sosyal gerilim yaratılarak yurttaşlar temel sorunlarından uzaklaştırılıyor ve toplumsal barış örseleniyor. Yaratılan husumet duyguları körüklenerek siyasi taban konsolide ediliyor; iktidar ayakta tutuluyor.

Oysa pagan inançtan monist inanca değin bütün dini öğretiler; özde insanlık onurunu yükseltmeyi amaçlar. Amacın ancak toplumsal barışla sağlanacağını; vicdan ve fikir özgürlüğü gerektireceğini öğretiler.

Tek Tanrı anlayışı dünya genelinde benimsendikçe; toplumsal barış ile eşitlikçi yaşam umudu yükselmiştir.

Din istismarı veya sömürüsü arttıkça daha çağdaş olunmadı, olunamayacaktır.

***

DİYANET BAŞKANLIĞI NE İÇİN VARDIR
Varoluşundan beri insan evladı, bir arada ve barış içinde yaşamanın koşullarını aramıştır.

Barış için inançların tevhidiyle adaletsiz ve eşitsizliği önleyen devlet organizasyonunu kurmuş. Farklı inançların laik anlayışla bütüncül barışın sağlanacağı olgusuna evrilmiştir.

Laik anlayış kimin işine gelmez?

Kuşkusuz adalet ve eşitlik istemeyenlerin.

Adil ve eşit olmak istemeyenler neyi amaçlıyor?

Haksız ve haram kazanmayı.

Doymak bilmez açgözlü tamahla kazanmaya çalışanlar, kefene cep dikebiliyor mu?

Elbette hayır.

Haksız ve haram kazanç ve makam sahipleri; genellikle dini istismar ederek iyi niyetli yurttaşları kandırıyor mu?

O nedenle mi ilahiyat kökenli rektör veya dekan düzeyinde akademisyenler bile; “okul cehaleti giderirse dini duygular zayıflar” türü beyanatlar verebiliyor!

Din istismarını önlenmek ve inancın temel amacını yüceltmek için kurulan Diyanet İşleri Başkanlık Kurumu; Muhammedi tevhidi mi yükseltiyor? Yoksa Emevi anlayışlı saltanat ulemalığının gereklerini mi ifa ediyor? Görmek gerekir.

Bugüne değin İslam mabedinin istismarına karşı bir tavır göstermiş midir; bakalım:

“Şeyhini düşünerek cinsellikte bulun” diyen allame rektör,

Din kisveli vakıf ve kurslarda çocuklara tecavüzü anne olduğu halde “bir defadan bir şey olmaz” diyerek mazur gösteren bakan;

“Babanın kızına şehvet duyması caizdir” diyen din adamı,

“Dinimizde kız çocuklarına tecavüze bodoslama, erkek çocuklara tecavüze badeleme denir” diye fetva veren tarikat şeyhi,

“Partimize vereceğiniz oy, öte dünyada cennet beraatınız olur” diyen siyasetçi,

Camileri parti arenasına çevirerek şov yapanları alkışlarken özgün Muhammedi mescit olan cem evine “cümbüş evi” diyen sahte dinli,

Ve benzeri söylemle açıklamalara karşı Diyanet Başkanlığı bir tepki gösterdi mi? Din istismarını önleyip dini yüceltmek anlamında bir tavır mı aldı, yoksa çanak mı tuttu?

Öyleyse Diyanet İşleri Başkanlığı veya teşkilatı niye vardır?

Müminler açlık sınırlarında yaşarken Muaviyei israf içindeki Diyanet nereye varıyor?

Dini hizmet ve bilgileri para kazanma aracı yapan anlayışı yaygınlaştırıyor.

Yolunda olduklarını söyledikleri Hz. Peygamber’in bir miras bırakmamanın hikmetini bilmezden gelir, haram kazanç ve makam edinmeye lanetlemede bulunmaz!

“Böl, parçala, yönet” anlayışlı zalimlik karşısında neden destekleyici tavra bürünür!

Türkmen Şiisi olan Alevi yurttaşın veya Alevi şehidin cenazesinin kaldırıldığı cem evine gitmeyerek Muhammedi tevhidi politeist döneme çeviriyor?

Saltanat ve hanedan aşkı; sevgi birliğine üstün geliyor!

Yetmeze düşen yönetimler, kutsalı istismar ile zevahiri kurtarmaya yöneliyor. Devlet gücünü kullanarak tepkili kitleleri sindirme zalimliğiyle hareket ediyor. Hoşlanmadıkları fikirleri, rengini beğenmedikleri insanları boğuyor. Siyasi kürsülerde kutsal kitabı sallayarak popülizm yapılıyor. “Süper devlet” başkanı bile İncil’i kilise önünde, bir tehdit parmağı gibi, sallıyor!

Böylece dini mi yüceltiyor?

Hayır.

Ama o kilisenin papazı halkın karşısına çıkarak kutsalı istismar eden Trump’ı açıkça lanetledi. Davranışın dini siyasete alet etmek ve aşağılamak olduğunu ilan etti.

Deri rengine düşman olan bir beyaz polisin George Floyd’u nefessiz bırakarak öldürmesine karşı Hristiyan dünya ayağa kalktı. Günlerdir telin gösterileri devam ediyor.

Türkiye’yi yönetenler de –kerhen- olayı kınadı. Ama nice Ali İsmail’lerin, Abdocan’ların ve benzeri nice masumların ABD’li polis gaddarlığıyla katledilmelerini adeta kutsamaktan geri durmuyor.

“Hain hoflu olur” atasözü türü bir icraat sürdürüyor!

Bunca gaddarlığa katkılı bir Diyanet Teşkilatının niye hala var olduğunu sormak gerekmez mi?