Yıl 1919, Mayıs'ın 19'u

“1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım”, diyerek başlar Nutuk’a Gazi Mustafa Kemal. Kurtuluş için bu tarihin öncesi vardı elbette, ama tam bağımsızlık için atılan ilk adımdı bu tarih ve Gazi bunu çok iyi biliyordu.

Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde İtilaf Devletleri Osmanlı Devletini işgal etmeye başlamışlardı. Yunanistan, İtalya, İngiltere ve Fransa bu ülkelerin başında gelmekteydi. İngiltere 13 Kasım 1918’de 60 adet gemisini İstanbul’un mavi sularına konuşlandırmıştı. Sabahın ilk saatlerinde gelen İngiliz donanması, toprakları işgal edilen Türkler çaresizce izliyordu. Aynı gün Haydarpaşa Tren İstasyonu Adana’dan gelen Mustafa Kemal’i göz yaşları içinde karşıladı. Yaveri Cevat ile bir istimbota binen Mustafa Kemal limanı dolduran Gemilere kalbe ezilerek bakıyordu. Yaverinin gözlerinin nemlendiğini gören Mustafa Kemal “Cevat” dedi “Endişelenme! Geldikleri gibi giderler.”

İnançlı ve kararlıydı. Geldikleri gibi gideceklerdi. Bunun için ne gerekiyorsa yapacaktı. İstanbul’da kaldığı 6 ay boyunca ; asker-sivil tüm yurtseverlerle, Harbiye, Bahriye ve Dahiliye Nazırlarıyla, siyasi partilerle, yakın asker arkadaşlarıyla, eski ittihatçılarla ve padişahla görüşmeler yaptı. Önceliği mevcut yapıyı koruyarak bir bağımsızlık mücadelesiydi. Ancak bu görüşmelerin sonunda bunun olmayacağını gördü ve Anadolu’ya geçme kararı aldı. Aslında bu kararını İstanbul’a geldiği ilk gün almıştı ama siyasal girişimlerle sonuç bulmaya ve zamanı geldiğinde Anadolu’ya geçip kurtuluş mücadelesini başlatmak için gerekli alt yapıyı hazırlamaya ihtiyacı vardı. Neden 6 ay İstanbul’da kaldığını anılarında şu şekilde anlatır:

Verilmiş bir kararım varken onu neden hemen uygulamıyorum? Ben de hemen söyleyeyim ki, ağır ve kesin bir kararın doğruluğuna inanmak için durumu her köşesinden değerlendirmek lazımdır. Ağır ve kesin bir karar uygulanmaya başlandıktan sonra, ‘keşke şu tarafını bu tarafını düşünseydim, belki bir çıkar yol bulurduk. Yeniden bunca kan dökmeye bunca can yakmaya ihtiyaç kalmazdı’ gibi tereddütlere yer kalmamalıdır. Böyle bir tereddüt karar sahibinin vicdanında kanayan bir nokta olur ve onu yaptığının doğruluğundan da şüpheye düşürür. Bundan başka beraber çalışacak olanlar, yapılandan başka bir şey yapılmak ihtimali kalmadığına inanmalı idiler. İşte beni mütareke sırasında dört beş ay İstanbul’da kalışım, sırf bunun içindir.” (Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları)

Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçme kararını verdiği sıralar Anadolu’daki yurtsever halk işgallere karşı direniyordu. Bağımsızlık için kurtuluş mücadelesini veren gruplar, büyük devletleri gücendirmek istemeyen gruplarla mücadele ediyordu. Tabi ki bu durum işgal kuvvetlerinin hoşuna gitmiyordu. Gizli yollarla Anadolu’ya geçme planları yapan Mustafa Kemal; İngiliz’lerin isteği ile Anadolu’da düzeni sağlamak için Ordu Müfettişlikleri kurulduğunu öğrendi. Nüfuzlu dostlarını devreye sokarak 9. Ordu Müfettişliği görevine getirildi. Kendisine verilen görev: Anadolu’da dağıtılmamış orduları dağıtmak, direnişleri bastırmak ve yurtseverlerin toplanmalarını engellemek ve silahları halkın elinden almaktı.

Mustafa Kemal verilen görevi elbette uygulamadı. Nutuk’ta “Genel Durum ve Görünüş” başlığı altında Anadolu’nun ne kadar vahim olduğunu çok net anlatmıştır. Yedi yıl süren aralıksız savaşlardan yorgun, harap düşmüş; fakirleşmiş bir halk. Varını yoğunu kaybetmiş, elinde kalan bir avuç toprağı da işgal edilmiş bir halk. Yüzyıllardır bildiği padişah olmadan yaşayamayacağını düşünen bir halk. Anadolu’daki pek çok yer İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunanlılar tarafından işgal edilmiş, ülkenin dört bir yanındaki Hristiyan azınlıklar devletin çökmesi için çalışmaktadır. Yurtseverler kurtuluş için ne yapacaklarını düşünürken, Mondros Ateşkes Antlaşması ile gelen kurtuluş çareleri akla uygun ve kabul edilebilir değildir. İngiltere korumasını istemek, Amerikan mandasını kabul etmek ve bölgesel kurtuluş çareleri aramak. Bunların hiç biri akla uygun değildi. Elde kalan bir avuç toprağı altın tepside sunmak gerçekçi değildi. Mustafa Kemal biliyordu ki bağrından koptuğu Türk Milleti asla bağımlı yaşayamazdı, yaşamamalıydı. Türk Milleti onursuz yaşamaktansa ölmeyi tercih ederdi.