Geçtiğimiz yıllarda Cumhurbaşkanı kızdığı ve mahkemeye verdiği kişilere “gidin yargıda hesap verin” derdi. Daha sonraları ise; “bunlara gerekli dersleri yargıda vermek zorundayız, ancak o dilden anlarlar. Önce tazminat, ardından ceza” demeye başladı. Cümle çok açıktı, “yargının cezasını vereceğini düşünüyoruz/umuyoruz” gibi nispeten makul ‘temenni’ ifadeleri değildi bunlar. Yargının vereceği kararı önceden biliyor gibi, talimat anlamına gelebilecek; “yargıda gerekli dersleri vermek zorundayız! diyordu. Nitekim bu “gerekli dersler” de yargıdan genellikle çıkıyor.

Bu “zorundayız” vurgusunu açmak lazım. Bu cümleyi “biz” diye kuran Erdoğan, kendisini Yargı erki ile birlikte tek güç olarak gördüğünü (bunu henüz tam kavrayamamışlar için) net şekilde ortaya koyuyordu. Bu cümle ile bir taraftan “iktidar olarak muhalefetin burnunu sürtmek zorundayız” denilirken aynı zamanda da hüküm baştan açıklanıyordu ve mahkemeye sadece kararın infazı kalıyor izlenimi doğuyordu.

Önceleri biraz üstü örtülü fili durum olarak yaşanan yargı üzerindeki iktidar etkisi, sonraları açıktan bir güç gösterisine dönüştü. “Etki altındaki yargı” aşamasından zaman içinde “talimatla çalışan yargı” evresine gelindi. Bu gücün cümle âleme gösterilerek korku salınmaya çalışılması, alışılmış olandan farklı bir durum aslında, ama toplum bunu da kanıksadı. Burada da durulmadı, son olarak bu fiili gerçeğinin topluma açıkça beyan edildiği aşamaya gelindi. Toplumda güvenilirliği tüm araştırmalarda diplerde çıkan Yargı kurumunun geçirdiği aşamaları özetleyecek olursak;

1. Yargının etki altına alınması;

2. Talimatlandırılmış yargı;

3. Yargının talimatlandırıldığının topluma açıklanması.

'BERAAT ETTİRMEYE KALKTILAR'
Bilindiği gibi hayli tartışmalı bir yargı süreci sonrasında geçen hafta Gezi Davası sanıkları beraat ettiler ve Osman Kavala’ya tahliye kararı çıktı. Bu karar pek de beklenen bir durum değildi, insanlar şaşkınlık içindeydi, neyse ki bu kafa karışıklığı fazla uzun sürmedi! Kavala aynı gün 15 Temmuz davasından tekrar tutuklandı, beraat kararı veren heyet hakkında soruşturma başlatıldı!

Erdoğan, iktidarın yargıya siyasi etkilerde bulunması meselesinde henüz kuşkusu olanların kafa karışıklığını giderecek açıklamasını yaptı: “Bir manevra ile dün onu (Osman Kavala’yı) beraat ettirmeye kalktılar” diyerek ve altını çizerek bu müdahale gerçeğini ortaya koydu. Bu cümledeki “kalktılar” vurgusu kamuoyunda bence yeterince anlaşılamadı. Erdoğan kendince onaylamadığı mahkeme kararını yok saydığını çok açık bir şekilde ortaya koymuş; “beraat ettirdiler” değil, “beraat ettirmeye kalktılar” demişti. Neyse ki bu “kalkışma” bir başka ‘yargı’ kararı ile (tekrar tutuklama) bastırılmıştı!

Benzer bir “kalkışma” geçen ay da yaşanmış ve yine bir siyasi müdahale ile tehlike bertaraf edilmişti! 15 Temmuz davasında yargılanıp beraat eden eski Korgeneral Metin İyidil’in tekrar tutuklanması için Erdoğan; “Müebbet hapse mahkûm olmuş bir kişiyi kalkıp hemen beraat ettirme ya da tahliyesini verme gibi bir yola bir mahkeme nasıl gidebiliyor. Sağ olsun Adalet Bakanlığımız ve savcılarımız bu noktada adımlarını attılar” demişti. Beraat kararını veren ve Erdoğan’ın “Fetö’cü” olduklarını açıkladığı bu hâkimler bir başka mahkemede halen görevdeler, bunu da not edelim bir kenara!

Mahkemelerin beraat ve tahliye kararı verdiği halde tutuklunun salıverilmediği davalara Kavala ve İyidil dışında başka örnekler de Yaşandı. Eski CHP Milletvekili Eren Erdem, sanatçı-gazeteci Atilla Taş, ve halen tutuklu Selahattin Demirtaş davaları ilk akla gelen örnekler.

Yargıya müdahalede yaşanan ilk somut örneklerden birisi Deniz Yücel’in 2 yıl önceki tahliyesi idi. Konuyu bu köşede ele aldığım 19 Şubat 2018 tarihli “Gazeteci Deniz Yücel’in Tahliyesi ve ‘Bağımsız!’ Yargı” başlıklı yazımda; “Dış dünyaya verdiğimiz olumsuz imaja, dışlanmalara, yatırımların yavaşlamasına, yerli ve yabancı sermayenin güvensizlik sebebi ile ülkeden çıkma eğilimine rağmen bu anti-demokratik uygulamalar neden ısrarla devam ediyor? Neden yavaş yavaş olağan demokratik döneme geçiş için çaba gösterilmiyor acaba? Bu saydığımız olumsuzlukların yakın dönemde azalmayacağı, artarak devam edeceği öngörülebilir” demiştim.

YARGIYA SİYASAL MÜDAHALE NEDEN AÇIKTAN YAPILIYOR?
Yukarıda alıntıladığım öngörülerimizde olduğu gibi, yargıya siyasal müdahaleler artarak devam etti ve artık el altından değil açıktan, gösterilerek yapılıyor. Şimdi asıl soru şu olmalı; “Yargıya siyasal etki (önceden olduğu gibi) neden el altından değil de doğrudan kamuoyuna gösterilerek yapılmakta ısrar ediliyor?” Siyasi davalarda iktidarın arzu ettiği kararları vereceğinden kuşku duyulan mahkeme heyetleri HSK tarafından nasıl pervasızca değiştiriliyor.

Yargıya açıktan müdahale olarak yorumlanan bu kararlı tutumlarının sebepleri şunlar olabilir mi?

1. İktidarın çok önemsediği siyasi davaların (Gezi olayları ve Osman Kavala örneğinde olduğu gibi) hukuki ve siyasi bir hezimet süreci olarak tamamlanmasını (yani davanın düşmesini) topluma anlatmak çok zor olurdu. Bu beraat kararları Erdoğan’ın bu davalara atfettiği önemi boşa çıkaracağı için davaların bir şekilde devam ettirilmesi gerekiyor.

2. Beraatla sonuçlanan siyasi davaların iktidarın güçlü ve her şeye muktedir imajına zarar vereceği düşünülüyor. Bu algının oluşumuna izin verilmemesi ve Erdoğan’ın hala her şeyin üzerinde belirleyici bir aktör olduğu izleniminin pekiştirilmesi gerekiyor.

3. Erdoğan bütün sıkışmışlığına ve zorlanmalarına rağmen, önemli davalarda (tamamen keyfi de olsa) son kararı veren ve bunu uygulatan güçlü lider olarak görünmeyi önemsiyor. Çünkü bu tek adam imajını, ‘bağımsız yargı kararlarına saygı gösteren lider’ imajından daha efektif (kullanışlı) buluyor.

4. Diğer benzer siyasi davalarda mahkeme heyetlerine zaten verilmiş olan gözdağı pekiştiriliyor, iktidarın ‘arzu etmeyeceği’ kararları vermeden önce bir kez daha düşünmeleri sağlanmış oluyor.

5. Hem yargı kurumuna hem de tüm topluma “evrensel hukuk, suçsuzluk karinesi, adil yargılama, delil olmadan hüküm verilemeyeceği…” gibi temel hukuk normlarına çok da itibar edilemeyeceği, ayaklarını denk almaları hatırlatılıyor.

6. Özellikle muhalif kesimlere “kimlerin suçlu veya suçsuz olacağına yargının değil iktidarın karar vereceği” olgusu vurgulu şekilde gösteriliyor. İktidarın aykırı sesleri bastırma ve sindirme politikalarından taviz vermeyeceği vurgulanıyor.

VAROLUŞ KAYGISI İKTİDARI HIRÇINLAŞTIRIYOR
Yargıya açıktan yapılan bu müdahaleler, iktidarın hala her şeye muktedir olduğu imaj çabalarının bir ürünüdür. Sürekli ispatlanmaya çalışılan bu sözde ‘mutlak gücün’ aslında ne kadar ürkek ve kırılgan olduğu gerçeği (tüm çabalara rağmen) açıkça görülmeye devam ediyor. Yani aslında, her konuda tek karar mercii gibi görünme çabası güçten değil, güçsüzlükten ve güçlü görünmeye çalışmaktan kaynaklanmaktadır.

Değerli gazeteci Ruşen Çakır’ın şu yorumuna (mealen) tamamen katılıyorum: “Normalde gerçekten güçlü bir lider olmak, etkili rakip olarak gördüğü muhalifleri uzun yıllar içeride tutmayı başarmakla sağlanamaz. Güçlü lider, bu muhaliflerini içerde tutmaya ihtiyaç duymadan, onları siyasi gücü ve aklı ile alt ederek toplumdaki saygınlığını ve siyasi gücünü pekiştirmekle olunur.”

İçeride ekonomik kriz sürüyor, ülke yönetilemiyor savruluyor. Dışarıda iyice sıkışmış savaşçı dış politikalarda sona gelindi ama yaşanan bu gerçek görmezden geliniyor. Suriye ve Libya’dan şehitlerin gelmesinin sebepleri topluma anlaşılır şekilde izah edilemiyor. Bu ve diğer sebeplerle ömrünü çoktan doldurmuş olan iktidarın gelecek kaygısı giderek artıyor. Varoluşlarına yönelik bu tehditler kaygı ve endişe olarak bünyelerine işliyor.

Bu sebeplerden, aslında olduklarından çok daha güçlü ve muktedir bir görünüm vermeyi çok önemsiyorlar. Ülkenin tüm kurumlarına ve muhalif kesimlere salınan korkuyla sağlanacak bir sindirmeden fayda umacak noktaya geldiler.

Yargı üzerindeki katı tahakküm ve bunun gösterilerek yapılması, korku ve varoluş kaygısının görünür yansımaları olarak değerlendirilmelidir.