Ukde'nin ışığı, Uhde'nin gölgesi

Carl Gustav Jung¹, "İnsan, kendi içindeki karanlığı aydınlatmadıkça, dış dünyadaki ışığı asla göremez." demiş.

Gerçekten kişisel, toplumsal, ulusal ya da küresel boyutta aynaya baktığımızda ne görüyoruz? Hayallerimizin, hedeflerimizin gerçekleş(e)meyişinin en büyük nedeni, yanlış zamanda, yanlış insanlarla yol almak olabilir mi?

​O çocukluk hayallerimiz, o büyük hedeflerimiz, içimizde hâlâ ışıldayan o kıvılcım neden soldu ve “keşke”lerin arasında kayboldu?

Hiç düşündünüz mü?

Belki de cevabını hep dışarıda aradık: “Şansım yaver gitmedi”, “Doğru insanları tanımadım”, ya da “Zamanı değil!” demedik mi? Adeta bir “yarım kalmış hayaller mezarlığı” bekçisi gibi sorumluluğu dışarıya yükleme kolaylığını neden seçtik?

​Ukde dediğimiz içimizde ışık saçan bir yara, uhde ise omuzlarımızdaki yükler: işimiz, aşımız dediğimiz görevler... İşte, yanlış zaman ve yanlış insan, tam da bu ikilinin çarpıştığı yerde doğar:

​Mesela o ukdeyi kim büyüttü? Mükemmeliyetçilik fikriyle “doğru zaman değil” diyerek bekleten biz değil miyiz?

​Veya, o uhdeyi kim sırtladı? “Ama söz verdim” diye o yükü taşıyan yine biz değil miyiz, hep başkalarını taklit ederek hakiki arzumuzu kaybetmiyor muyuz?

​Bu nedenle ukdeler doğup gizlenir olmakta, uhdeler ise onun taklidini sürdüren günlük görevlerde açığa çıkmakta, unutmayın...

​Tarihi, kültürel, sosyoekonomik bilgi birikimine rağmen çağdaşlık ve insanlık yolunda hedeflerimize ket vuran sadece dıştakiler midir, yoksa aynada gördüğümüz yüzün ardında saklı olabilir mi?

​Farkında olmalısınız; hayatta hedeflerimizin önüne çoğu zaman “yanlış ilişkiler” dikilir. Fikirler çalınır, güven kırılır, hayallerimiz suya düşer. Buna Psikolojide “sosyal etki” hali diyorlar ve bazı insanlar motivasyonumuzu bozuyor, korkular aşılıyorlar.

Mesela, bir arkadaşın "O iş sana göre değil" demesiyle dahi hayallerimiz küçülür ve "yeterince büyük düşünmedim” der, çıkarız.

​Oysa sormak ve düşünmek gerekir: Bu insanları (ki genellikle tanıdık çevredendirler) hayatımıza sokan ve onlara tahammül eden, kısa vadeli çıkarlar uğruna uzun vadeli hayallerimizi feda eden hatta bekleyerek kendimizi sabote eden de biz değil miyiz?

​Ya da şöyle söyleyelim, o hayallerimizin katili çoğu zaman dışarıdaki bir düşman değil, içimizdeki korku ve inançsızlıktır. Tıpkı, Jean-Paul Sartre’nin² tanımladığı "kötü niyet" gibi: "Kendi özgürlüğümüzün ve seçimlerimizin ağır sorumluluğundan kaçmak için 'kader' veya 'yanlış insanlar' gibi bahanelerin arkasına sığındığımız..."

​Toplumsal düzeyde ise liderler, ittifaklar ve kolektif yanlışlar bir ulusun hayallerini altüst edebilir ve sosyo-ekonomik eşitsizlikte boğulabiliriz ki, liyakatsizlik ve kayırmacılık sistemi tıkayan en büyük nedendir. Mesela liyakatsiz bir yöneticiyle boşa harcanan ulusal kaynaklar veya “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyerek sorumluluktan kaçan tembelliğimiz, ya da sırf “bizden” diye liyakatsizliği görmezden geldiğimiz ahlaki çürümüşlüğümüze ne demelidir?

​Platon’un³ mağarasındaki zincirli insanlar gibi, eğer konforumuz bozulmasın diye duvardaki o gölgeleri yani liyakatsizliğe karşı duyarsız kalmamız, yanlışı “gerçek” diye alkışlayanları umursamayışımız ya da gerçeğin ışığını gösterenleri “tehdit” olarak görmemiz, sadece dışarıdaki “yanlış insanlar” denilerek açıklanamaz ki... Zira, bunlar bizim kolektif aynamızdan yansıyan görüntülerdir.

​Küresel ölçekte de insanlığın barış ve refah hayali neden hâlâ uzakta, acaba yanlış aktörler savaşları körüklüyor olabilirler mi?

Mesela ekonomik sistemleri yanlış bile olsa buna güç veren, tüketim alışkanlıklarını sürdüren biz değil miyiz?

​Burada “zaman” faktörü devreye girer mi, küresel hayallerimizi savaşlar ve eşitsizlikler baltalarken, "yanlış zaman"ı suçlamak doğru olabilir mi?

​“Yanlış zaman” yalnızca takvimdeki bir tarih midir?
Doğru fikir, yanlış dönemde dillendirildiğinde “uçuk”, doğru mücadele başlatıldığında “tehdit” mi sayılmalıdır?

​Tüm bu soruların cevabı olgunluk düzeyimizde ve idrak seviyemizde, Nietzsche’nin⁴ deyimiyle “zamanının dışında” olmanın karşılığıdır. Zira, nice öncü fikirlerin, kendi çağlarının dar anlayışı nedeniyle reddedildiği, kıymetlerinin yıllar yıllar sonra bilindiği ve anlaşıldığı unutulmamalıdır. Hatta bireysel hayallerin bireyle sınırlı kalmadığı, toplumun aynasına yansıdığı unutulmamalıdır.

​Görüyoruz ki, yanlış insanlar ve yanlış zamanlar birer sonuçtur; onları besleyen ise içimizdeki zaaflar, bulanıklaşan hedeflerimiz ve sorumluluktan kaçışımız olmuş gibi...

​Bundan çıkış yolu, bir “bedel ödeme” cesaretini gerektiriyor: mesela, hayalimize uymayan her şeye bedeli ne olursa olsun "hayır” diyebilmek, tembellikten eyleme geçebilmek gibi...

​Ama mesele hangi amaçla ya da kiminle yola çıktığımızdan çok, yürürken neyi fark ettiğimizde de olabilir. Zira, hiçbirimiz tamamen doğru ya da tamamen yanlış değiliz ve bir başkasının yolculuğunda dönüm noktası olabilecek kadar etkili de olabiliriz.

​Doğru insan olmak, eksiklerimizi görebilmekle mümkündür. Yani kendimizi "inşa etmek" için o "farkındalık" her şeyin pusulasıdır. O anda hayallerle gerçeği, zamanı ve insanı aynı doğrultuda buluşturabiliriz ki, belki de insanın en büyük zaferi budur. Yani kendini fark edebilmesi, yeniden doğması...

​Neville Goddard⁵: “Gerçek, zihinde yaratılır.” demiş. Gerçekten de hayallerimizi “olmuş gibi” hissetmeden, dış dünya bizim için şekillen(e)mez.

​Elbette içimizde ukdeler, sırtımızda ise geç kaldıklarımızın yükü uhdeler var ama onların birbirine düşman olduğunu asla düşünmeyin, zira ukde uhdeyi olgunlaştırırken, uhde de ona bir anlam katar: biri içteki kırıklığı, diğeri dıştaki sorumluluğu temsil eder ki, ikisi dans etmeyi öğrenir ve bir sentez oluşturabilirse, hem içte hem dışta kendi bütünlüğümüzü yeniden kurarız...

​Ama, ukdeyi iyileştirmek için önce kendimize karşı da dürüst olabilmeliyiz. Mesela,
“Neden olmadı?” değil, “Ben neyi gör(e)medim?” diye sormalıyız. Veya uhdeyi hafifletmek için küçük de olsa bir adım atmalıyız.
Bazen en büyük devrim sadece başlamak değil midir?

​Ve...
İnsanın en büyük cesareti, Atatürk'ün dediği gibi "Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kâfi değil, ötesini de görmesi ve bilmesi lâzımdır."

​Unutma,
Dünyayı değiştirmeden önce zihnini dönüştür, zira aynadaki yüzün değişmeden, hiçbir dış manzara değişmeyecektir.

​Diyorum ki;
“Yanlış zaman, yanlış insan...
Tutunmak imkânsız ve dönüş yok o yıllara...”⁶ denilse de, yeni ufuklara yelken açıp umutla yol alabilirsin...

​O yeni ufuklar ki,
Atatürk'ün izinde,
Cumhuriyetin bekçileri olarak,
görev ve sorumluluk bilinciyle:
İnsana dair,
Güne, gündeme dair,
İstiklâl, istikbal, hürriyete dair,
Hak, hukuk, adalete dair,
Sağlık, huzur, mutluluğa dair,
Sevgiye, saygıya dair,
İyiyi, güzeli, acıyı, tatlıyı paylaşmaya dair içindeki ukdeyi omzundaki bir uhde kabul edip gücünü gösterebilmek olabilir...
​Bir kez düşün.
Farklı olduğunu bil ve o Platform'da, "Yanlış olan ben değilim..." diyebilme cesaretini göster.
Olur mu?

​Suat UMUTLU/04 Kasım 2025

​Dipnotlar:
¹ Carl Gustav Jung (1875–1961)
İsviçreli psikiyatrist. Analitik psikolojinin kurucusu. Psikoloji ve ruhsal gelişim alanında bireyin kendini gerçekleştirme sürecini vurgulamıştır.

​² Jean-Paul Sartre (1905–1980)
Fransız filozof, yazar ve oyun yazarı. Varoluşçuluk felsefesinin öncülerindendir. Özgür irade, sorumluluk ve “kötü niyet” kavramları üzerine çalışmalarıyla tanınır. Eserlerinde bireyin kendi seçimleriyle dünyayı şekillendirme gücünü ve bu özgürlüğün getirdiği sorumluluğu vurgular.

​³ Platon (M.Ö. 427–M.Ö. 347)
Antik Yunan filozofu, Batı felsefesinin kurucularından. Felsefede idealar kuramını geliştirmiş, bilgi, adalet ve ideal devlet üzerine eserler vermiştir. “Mağara Alegorisi” ile insanların gerçeklik algısı ve cehalet üzerine düşünmesini sağlamıştır.

​⁴ Friedrich Nietzsche (1844–1900)
Alman filozof, kültür eleştirmeni ve filolog. Geleneksel ahlak ve din eleştirileriyle tanınır. “Zamanının dışında” olmanın ve öncü fikirlerin, kendi çağlarının anlayışına sığmamasının önemini vurgular. “Üstinsan” ve “güç istenci” kavramlarıyla bireysel özgürlüğü ve yaratıcı yaşamı öne çıkarır.

​⁵ Neville Goddard (1905–1972)
Barbados doğumlu, öğretmen ve yazar. Zihnin gerçekliği yaratma gücü üzerine çalışmalarıyla tanınır. “İmajinasyon gerçektir” ve “Gerçek, zihinde yaratılır” gibi öğretileriyle bilinçli hayal gücünün yaşamı dönüştürmedeki rolünü vurgular.

​⁶ Yıldız Tilbe, sanatçı. “Kış Güneşi” adlı şiirinin sözlerinden.

{ "vars": { "account": "G-9KFVFXJPJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }