Günümüz,
6 Mayıs 1972’de göğsümüze saplanan o hançerin hikâyesi;
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan… Üç fidan, üç yirmi küsur yaşında genç, o kara günde Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde darağacında sonsuzluğa yürüdüler, ki onlar, bir ülkenin bağımsızlık sevdasına canlarını adayan devrimcileriydiler.
Peki, kimdi bu gençler ve neden idam edildiler?
Aradan 53 yıl geçse de, yüreklerimizde neden kor gibi yanmaya devam ediyorlar?
Kime olduğu mühim değil, herkesedir bu memleket hikayesi...
Deniz Gezmiş, 1947’de Ankara’da doğan, öğretmen bir ailenin oğlu ama gözü kara, yüreği memleket aşkıyla dolu ...
O, lisedeyken bile haksızlığa isyan eden, üniversiteye adım attığında da “Bağımsız Türkiye!” diye haykıran bir genç...
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okurken, sadece kitaplarla yetinmeyen , sokağa çıkıp işçiyle, köylüyle omuz omuza yürüyen, parkası, uzun saçı ve o kararlı bakışlarıyla bir neslin sembolü olan bir genç...
O, bir pop ikonu da değil bir devrimciydi de..
Ve, Amerikan 6. Filosu’na karşı Dolmabahçe’de direnen, “Yankeeler defol!” diye haykıran bir asiydi de...
Yusuf Aslan mı?
1947'de, Yozgat’ın bir köyünde açmış gözlerini. ODTÜ’de mühendislik okumuş, ama tornavida yerine kalemi, kalem yerine mücadele ruhunu seçen, sessiz, sakin, ama içi volkan olan...
Onun için devrim, bir hayal değil, bir zorunluluk, “Tam bağımsız Türkiye” sloganı ise yüreğinde bir nakış olmuş, öyle ki, yakalandığında, işkencehanelerde dimdik durmuş... Zira o, inandığı dava uğruna ölümü göze alan bir gençti...
Hüseyin İnan ise 1949 doğumlu ,Sivas’ın bir köyünden ve ODTÜ’de ekonomi okurken, sadece rakamlarla değil, memleketin gerçekleriyle ilgilenen,gözlüklü, fötr şapkalı, manifestolar yazan bir entelektüel aynı zamanda...Ama, o entelektüellik kâğıt üzerinde değildi, o devrimin beyniydi ve stratejiler kurmuş, yol haritaları çizmiş...
23 yaşında, darağacına giderken bile, “Bu bir bayrak yarışı, başkaları devam eder,” diyen
Ne kadar haklıydılar…
1960’lar, 70’ler… Türkiye, adeta bir ateş çemberinde, bir yanda Soğuk Savaş’ın gölgesi, diğer yanda Amerika’nın 6. Filosu limanlarda cirit atarjen, köylerde açlık, şehirlerde baskı, fabrikalarda sömürü, her yerde sağ-sol kavgaları, darbeler, idamların yarattığı bu kaosta, Deniz, Yusuf ve Hüseyin adlı üç gencin, “Bu düzen değişmeli!” diyerek Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu’nu kurup bildiriler dağıtması, mitingler yapmaları...
Evet, bir Banka soymuşlar, Amerikan askerlerini kaçırmışlar da...Ama onlar terörist miydi, “Yabancı güçler bu topraklardan gitsin!” diyerek neden dağa çıkmışlardı?
Gerçekten başka bir yol kalmamış mıydı?
1971 darbesi, bu gençlerin sonunu getirdi, yakalandılar, işkencelerden geçirildiler ve yargılandılar...
Mahkemede;
Deniz, “Biz burjuva düzenine karşıyız!” diye ,
Yusuf, “Bağımsız bir Türkiye için ölürüm!” diye ve
Hüseyin ise“Emperyalizme karşı mücadele sürecek,” diye haykırdılar, ki düzen, onları susturmaya kararlı olduğundan 6 Mayıs 1972’de, sabaha karşı, darağacına yürüdüler.
Deniz, son nefesinde kardeşliği...
Yusuf, ülkenin bağımsızlığı...
Hüseyin'de , bunlar için ölümümüz bir başlangıç diyorlardı...
Ve o ip çekilir…
Unutmayın , onlar 68 kuşağının sembolü, Che Guevara’dan, Fidel’den, Vietnam’daki direnişten ilham alan, ama özünde bu toprakların çocuklarıydılar.
Onları “terörist” ilan edenler de olabilir , ki dönemin darbecileri ve emperyalizmin yerli işbirlikçileri gibi..
Üç Fidan;
Kahraman mı?
Evet, milyonlarca insan için öyle, zira onlar, bu memleketin bağımsızlığı için canlarını verdiler. Ama birileri için hâlâ “suçlu” olabilir ler, Neden? diye sorun....
Biliyoruz ki, düzen, her zaman isyankârları suçlu görür ve her daim de suçlayacaktır.
Onların idamı, TBMM’de oylandı;
273 vekil “Evet, asılsın!” dedi; 48 vekil “Hayır” dedi.
İdamlar, sadece üç genci değil, bir neslin umutlarını da yaralasa, o yara kabuk bağladı ve altında yeni filizler yeşerdi, zira kahramanlık, makamda oturanların değil, bedel ödeyenlerindir.
Deniz, Yusuf, Hüseyin, bu memleketi öyle sevdiler ki, darağacında bile başları dikti.
Onlar, “Vatan hainliği” ile suçlandı ama asıl vatan haini, memleketi yabancı güçlere peşkeş çekenler değil miydi?
Bu tartışma, 53 yıl sonra bile sürüyor. Tarih, her daim haklıyı yazacaktır , ki Onlar, milyonların yüreğinde hâlâ yaşıyorlar...
Yıl 2025...
Deniz’lerin idamından bu yana yarım asır geçmiş ama memleketin hali nedir?
Hâlâ adaletsizlik, hâlâ sömürü, hâlâ “Bağımsız Türkiye” hayalinde milyonlar...
Günümüzün gençleri, belki parka giymiyor ama klavye başında; belki dağda da değil ama meydanlarda, ki bu Deniz’lerin ruhunun hâlâ aramızda olduğunu göstermiyor mu?
Her haksızlığa isyan eden gençte, her “Bu düzen değişsin!” diye haykıranda, onların ruhu var. Bu nedenle Onları anmak yetmez anlamalıyız da...
Deniz’lerin, Yusuf’ların, Hüseyin’lerin davası bir pusula olmalı, nemleketi sevmek, sadece bayrak sallamak değildir, haksızlığa karşı durmaktır, adalet için mücadele etmektir.
Onlar, bu yolda can verirken, bu yolda ne yapıyoruz? Bu 6 Mayıs’ta, sor kendine: “Ben bu memleket için ne yapıyorum?”
Cevabı basit: Sev....
Ama öyle kuru kuru değil; Deniz gibi, Yusuf gibi, Hüseyin gibi sev.
Ateş gibi, isyan gibi, devrim gibi.
Unutma,
Darağacında üç fidan, sadece bir son değil, bir başlangıçtı. Onların bayrağı, hâlâ elimuzde ve taşımak hepimize ait...
Tarihi, kimin yazdığına değil, kimin bedel ödediğine bakarak okuyalım.
Bu memleket, Deniz’lerin, Yusuf’ların, Hüseyin’lerin memleketi.
Ve o memleket, hâlâ bizim.
Üç Fidan'ın ateşi!
Avukat Suat Umutlu, ölüm yıl dönümleri 6 Mayıs 1972'de katledilen 3 Fidan'ın hikayesini kaleme aldı.
Bunlar da ilginizi çekebilir