Veryansın TV yazarı Cem Gürdeniz bugünkü yazısında, ABD, 2022 Ulusal Savunma Stratejisi Dokümanında, Çin’i “ABD ulusal güvenliğine yönelik en kapsamlı ve ciddi meydan okuma” olarak tanımladı. Bu tespite odaklanmadaki en önemli neden ABD’nin ekonomik alanda Çin’in gerisinde kalmasından ziyade ABD Donanmasının Batı Pasifik Okyanusundaki hareket serbestîsini kaybetmesiydi.

ABD'nin bu duruma düşme sebeplerini ise Gürdeniz şu şekilde aktardı:

SOĞUK SAVAŞ’IN KANSIZ ZAFERİ
Gerçekte Soğuk Savaş sonrası düşmansız kalan ABD, silahlı kuvvetlerini hızla küçülttü. Birinci Körfez Savaşında zayıf Irak karşısında elde edilen gösterişli ve üstün askeri başarı ABD’yi devrimsel değişikliklerin içine çekti. Kansız askeri zaferin ekonomik getiriye dönüştürülmesi barış getirisi (peace dividend) adıyla pazarlandı.  Öncelikle müşterek harekata yönelerek tüm kuvvetleri küçülterek etkinleştirme vizyonu yaratıldı. Okyanuslardan kıyılara yönelme (forward from the sea) doktrini ile okyanus tipi büyük gemiler, denizaltılar, uzun menzilli hava unsurları hizmet dışına çıkarıldı.  Askeri ihalelere katılan yüzlerce savunma sanayi firması çok az sayıda büyük firma ile sınırlandırıldı. Devlete ait tersanelerin ve bakım/onarım tesislerinin tamamına yakını ya özelleştirildi ya da kapandı. Soğuk savaş sonrası 11 askeri tersaneden geride 4 tane kaldı. 154 Sivil tersaneye sahip ABD’de savaş gemisi inşa eden sadece 7 sivil tersane var.

DÜŞMANSIZ KALMANIN İMKANSIZLIĞI
Düşmansız kalan ABD’de 1990-2001 arasında Sovyet Bilimler Akademisinden Komünist Parti Üyesi Georgi Arbatov,’un dediği çıktı.  “En büyük gizli silahımız sizi bir düşmandan mahrum bırakmaktır” demişti. ABD Savunma Bütçesi soğuk savaş biterken milli gelirin %6’sını oluştururken 2000 yılında %3’lere gerilemişti. Dünya tarihinde hiçbir imparatorluk düşmansız kalmamıştır. ABD için yeni bir tehdit ve düşman gerekiyordu. Sovyetler ve Soğuk Savaş olmadan düşmansız kalan ABD, 11 Eylül 2001’de Terörle Küresel Savaş’ı (GWOT) keşfetti. Ancak terörle savaş, savunmadan (defense) güvenliğe (security) geçişi tetiklemişti. Cihadist ve köktendinci Usame Bin Ladin benzeri teröristlerle mücadele için hipersonik füzelere, süper kavitasyon torpidolara, nükleer denizaltılara ihtiyaç yoktu. Özel kuvvetler, Silahlı Dronlar ve hibrit savaş taktik ve teknikleri terörle mücadele yani güvenlik alanında yeterliydi. Bir de 3D paradigması bulunmuştu. (Deter, Disrupt and Defeat) Önce bu teröristleri caydır, olmazsa engelle, o da olmazsa yok et. Bu gelişmeler yaşanırken ABD askeri gücü için hiçbir alanda kendisine rakip olamayacak Afganistan, Irak, Libya gibi ülkeler sınırsızca işgal edildi, Suriye’de İsrail güvenliğine büyük katkı sağlayacak şekilde ülkede iç savaş çıkarıldı ve bunların hepsi Amerikan askerinin burnu asgari düzeyde kanayacak seviyede başarıldı. Diğer yandan özellikle 90’lar sonrası gelişen dijital teknoloji sayesinde askeri alanda devrim yaratacak (RMA) yeni sistemler dünya çapında sergilenmeye başladı. Soğuk savaş sonrası ortaya çıkan küreselleşme sayesinde bu teknolojilere ve ürünlere erişim (commercial off the shelf) pek çok devletin savunma sanayiinde büyük sıçramalar yapmasını tetikledi.

KITA GÜÇLERİ DENİZE ÇIKIYOR
Dünya dönmeye devam ediyordu. Başta Çin olmak üzere kıtasal güçler kendilerini daima denizden güç intikal ettiren ABD’ye karşı korumak için ABD’nin Birinci ve İkinci Körfez Savaşlarındaki (1991 ve 2003)yüksek ateş ve manevra gücünden etkilenerek önlem aldılar.  Söz konusu zaferler sonrası yenilmezlik kompleksine kapılan ABD, askeri gücünü her alanda küçültürken başta Çin ve 2000’ler sonrası Rusya olmak üzere pek çok kıta devleti denize çıkmak ve özellikle havadan uçak ve füzeler ile intikal ettirilen Amerikan ateş gücüne karşı koymak üzere, başta denizaltılar olmak üzere donanma yatırımlarına, hava savunma sistemleriyle, Amerikan uçak gemilerini imha edecek uzun menzilli füze sistemlerine yöneldiler.

ABD’NİN ALGILAMA SORUNU
ABD, 2008 yılında büyük bir ekonomik kriz yaşayınca askeri savunma harcamalarında kısıtlamaya gitti. Rusya’nın 2008 yazındaki Güney Osetya müdahalesi ile yeni bir süreç başladı. ABD, Rusya ve Çin’in kendisine kısa sürede rakip olabileceğini değerlendiremedi. 2014 yılında Rusya Kırım’ı ilhak ettiğinde de ABD Savunma Stratejisi hala Terörle Küresel Savaş (GWOT) yani güvenlik üzerine odaklıydı. Kıta güçleri 2017 yılına kadar kabaca 8 yılı, yüksek savunma harcamaları sayesinde denizden gelen güçleri engelleyecek silah sistemlerine ve donanma unsurlarına aktardılar. 2017 yılında ABD ilk kez Küresel Terörle Savaş (GWOT) döneminin kapandığını ve Büyük güç rekabeti (Great Power Competition) döneminin başladığını ilan etti. Çok geç kalınmıştı. Rusya’nın 2008; Çin’in 2012 sonrası ABD’ye meydan okuyacak konuma gelmiş olmasını ABD geç anladı. 2017 sonrası yayınlanan pek çok strateji dokumanı üstünlüğü korumak için pek çok yeniliği ve tedbiri sıralasa da savunmadan güvenliğe geçiş ABD’ye pahalıya mal olmuştu.

DENİZE ÇIKAN ÇİN
İkinci Dünya Savaşının galibi ve küresel en büyük güç ABD için 1949 yılında bağımsız Çin Halk Cumhuriyeti’nin ilan edilmesi en büyük jeopolitik kayıptı. Bundan 3 yıl sonra Kore Savaşında yarımadanın bütünlüğünü sağlayamamış olmaları ikinci darbe oldu. Ancak en büyük darbe 1973’te Vietnam Savaşından yenilerek ayrılmaları ile geldi. Her bir gelişme bugünün şekillenmesinde rol oynadı. Çin, ABD ile arayı son 25 yılda açtı. Ekonomik büyümesini jeopolitik ve askeri gücüne de yansıttı. Zira hem nüfusu hem okyanusa çıkış yeteneğine sahipti. Kıtaya sıkıştırılmayı önlemesi gerektiğinin farkına vardı. Büyüyen ekonomik gücünü son 25 yılda deniz kuvvetlerine yansıttı. Bugün Donanması büyüme devam ediyor. 239’u ana muharip unsur olmak üzere 750’nin üzerinde savaş gemisine sahipler. Bu sayı ABD için 290’ı muharip 490 gemi civarında. Son 30 yılda her sene ortalama 5 civarında savaş gemisini (Uçak gemisi, denizaltı, firkateyn, muhrip) hizmete sokan Çin’in 1991 yılında yeni nesil modern av/bombardıman uçağı yokken bugün 1080 modern savaş uçağı var. Dünyada inşa edilen tüm gemilerin %50’ye yakını Çin’de üretiliyor. 102 milyon DWT toplam milli bayraklı tonaj ile dünyanın en büyük ikinci deniz ticaret filosuna sahipler. Bu durumu 1950’ler sonrası Amiral Gorshkov döneminde (1956-85) Sovyetlerin yaşadığı küresel deniz gücü oluşturma dönemine benzetebiliriz. Aradaki en önemli fark, Sovyetler bu donanmayı sosyalist ekonominin gücü ile devam ettiremedi. Çin ise devlet kapitalizmi ile bu gücü geliştirmeye ve denizlerde jeopolitik güç olmayı hedefliyor. Çin, süratle denizcileşiyor ve ABD, Çin’in bu yoldan geri dönmesinin artık imkânsız olduğunu ve ancak savaş ile durdurulabileceğini değerlendiriyor. Denize çıkan bir kıta gücünü tekrar kıtaya itmek ancak denizde savaşla olur. Tek istisnası Sovyetlerin dağılmasıydı. Ancak istisna idi. Bugün Pasifik’teki bir savaşa ABD hazır değil. ABD savunma stratejisi, her daim tüm alanlarda herhangi bir rakip veya rakipler toplamından üstün olmaya dayandırılmıştı. Bu üstünlük artık yok. Ortadan kalktı. ABD’nin Pasifik Okyanusunda hareket serbestisi önemli ölçüde kısıtlanmış durumda. Örneğin ABD Donanmasının Tayvan senaryosunda en büyük avantajı nükleer saldırı (SSN) denizaltılarıdır. ABD planlamacılarına göre ABD’nin bu tip denizaltı gereksinimi 66 nükleer saldırı denizaltısıdır. Ancak bugün sadece 49 adete sahipler. ABD’nin AUKUS kapsamında Avustralya’ya devredeceği 6 denizaltıyı da göz önüne alırsak ABD’nin süratle denizaltı inşa etmesi gerekir. 17 Temmuz’da Wall Street Journal’da bu konuda bir yazı (The U.S. Navy Needs More Attack Submarines) yazan ABD’li Cumhuriyetçi Senatör Roger Wicker makalede şunları yazıyor: ‘’AUKUS kapsamında Avustralya’ya verilen taahhüdü yerine getirmek ve kendi denizaltı filomuzu küçültmemek için ABD’nin yılda 2,3 ila 2,5 saldırı denizaltısı üretmesi gerekecektir.’’ Bugün bu değer yılda 1,2’dir.

ABD VE BRİTANYA BENZERLİĞİ
ABD’nin durumu 1805-1905 arasında İngiltere’nin durumuna benzetiyorum. İngiltere 1805 Trafalgar Deniz Zaferi sonrasında küresel deniz gücü olarak yerini sabitlemişti Ancak bu durum 100 yıl sonra Almanya’nın birliğini sağlayıp kıtadan denize çıkması ve ABD’nin sivil savaş (1861-1865) sonrası daha güçlenerek okyanus gücüne dönüşmesi, ancak her ikisinin de ekonomik alanda Britanya’yı geçmesi ile tehlikeye girdi. İngiliz İmparatorluğunun güneşinin batmayacağına o kadar inanmışlardı ki, 100 yıl içinde gereksiz denizaşırı seferler düzenleyerek hazineyi tükettiler. Teknolojik üstünlük tekelini devam ettiremediler. Neticede Birinci Dünya Savaşı arifesinde Pasifik’teki tüm savaş gemileriyle Akdeniz’deki büyük gemileri anavatan sularına geri çağırmak zorunda kaldılar. ABD de 2012 yılında Obama döneminde 1990 sonrası devam eden küçülmeye rağmen sıra dışı büyük bir küçülme yaşadı. Donanma, tarihinin en büyük bütçe kesintisine sahne olurken, uçak gemisi sayısını 12’den 8’e düşürmek için yasa tasarısı bile verildi. Cumhuriyetçilerin büyük muhalefetine rağmen 10 yıllık savunma bütçesinden 472 milyar dolar kesinti (defense cut) ve üstüne üstlük bu kesintiden kısa süre sonra on yıllık savunma bütçesinden ilave 412 milyar dolara el koymaya (sequestration) karar verildi. Bu kesintiler Amerikan Donanmasının tedarik projeleri ile operatif faaliyetlerini alt üst etti. Sonunda Pentagon’un baskısı ile Pacific Pivot stratejisine geçmek zorunda kaldılar. Buna göre donanmanın %60’ı Pasifik’e kaydırıldı. 2017 yılında, terörle savaş paradigmasından (GWOT) büyük güçler rekabet dönemine (GPC) geçişle birlikte donanmanın küresel dayatma ve jandarmalık için yeterli olamayacağı gerçeği anlaşıldı. Diğer yandan Rusya – Çin askeri yakınlaşmasını tahmin edemediler. Bu satırlar yazılırken Rus – Çin Ortak Donanması Vladivostok’dan hareket ediyordu. Benzer şekilde geçen sene 50 milyon ton yük hareketinin gerçekleştiği Rusya’nın kontrolündeki Arktik Kuzey Deniz Rotasından (NSR) bugünlerde ilk kez Çin bayraklı konteyner gemisi St. Petersburg’tan aldığı yükü Çin Limanlarına taşıyor. 20 yıl önce bunları tahmin etmek zordu. Bölgedeki iki kıta gücünün denize çıkması ve arkasında büyük bir ekonomik ve endüstriyel güç bulunan Çin’in neredeyse Amiral Zeng He’den 600 yıl sonra denize yönelmesi tüm denklemleri alt üst etti.

AMERİKAN GÜCÜNE MEYDAN OKUMALAR ARTIYOR
ABD Donanmasının gerek gemi sayısı azlığı gerekse bakım onarım süreçlerinde yaşanan aksamalar nedeniyle küresel çapta kriz alanlarına gemi dağılımındaki yetersizlikler çok uzun bir süredir devam ettiğinden denizlerdeki Amerikan düzenine açık meydan okumalarda ciddi artış yaşanıyor. Bugün için ABD Donanmasının harbe hazır 240 muharip 59 yardımcı gemisi var. 68 muharip gemi ile 33 yardımcı gemi Pasifik ağırlıklı olmak üzere dünya denizlerinde görev yapıyor. Denizde hareket halinde olanların sayısı 28 Temmuz 2023 itibarıyla sadece 85 adet. Bu sayıya Avustralya ev sahipliğinde yapılan son yılların en büyük deniz tatbikatı olan Talisman Sabre ‘a katılan Amerikan gemilerinin sayısı dahildir. Gemi yetersizliğinin sonuçları oluyor. Örneğin İran, geçtiğimiz günlerde Umman Körfezinde Chevron’a ait petrolü taşıyan ve ABD/Houston’a giden Kuveyt bayraklı bir tankere el koydu. Suriye üzerinde ABD ve Rus savaş uçaklarının it dalaşı artış göstermeye başladı. ABD bu gelişmeler üzerine bölgeye deniz piyade birlikleri ile iki savaş gemisi ve F 35 uçağı gönderme kararı verdi. Ancak bu ek tedbirler bile gereken caydırmayı sağlamaktan uzak. Zira kuvvet çoğunluk ile Pasifik bölgesinde. Aynı durum Kızıldeniz ve Akdeniz için de geçerli. Rusya Ukrayna Savaşı devam etmesine rağmen ABD’nin Akdeniz’de tuttuğu gemi sayısı kısıtlı. O nedenledir ki NATO devletlerini Kuzey Denizi, Baltık ve Akdeniz’de kendi boşluğunu doldurmaya çağırıyor.

PASİFİK’TEKİ DURUM
ABD, Avrupa ve Akdeniz’e nazaran çok büyük ve dağınık okyanus coğrafyasında savaş planlarını öncelik sırasına göre Avustralya, Japonya ve Güney Kore üzerine kurmuş durumda. Yeni Zelanda’nın askeri yetenekleri çok az. Singapur çok kritik ve ABD yanlısı, ancak çok küçük bir ülke. Filipinler’de durum gerek üs anlaşmaları gerekse mevcut rejim açısından ABD lehinde olsa da yarın tetikler çekildiğinde eski Başkan Duterte gibi anti Amerikan bir rejimin başa geçmeyeceğini kimse bilemez. Tayland ve Endonezya da Çin ile ilişkilerini denge içinde tutan ülkeler. Bölgede aynı coğrafyada yaşayacakları Çin ile ABD jeopolitiği uğruna Ukrayna gibi uzun süreli bir çatışmayı göze alacaklarını beklememek gerekir. Japonya’da da durum aslında ABD’nin istekleri ile uyumlu değil. Zira Amerikan hegemonyasının el değiştirme sürecinden Almanya gibi en çok etkilenecek ülke konumundalar. Her iki ülke de İkinci Dünya Savaşında insanlığa büyük zarar verdi. ABD her iki ülkeyi işgal ederek cezalandırdı ancak savunmalarını yani egemenliklerini devralarak sanayileşme ve ekonomik devleşme süreçlerine katkı sağladı. Şimdi son 80 yıldır yaptığı bu yatırımı geri istiyor. Ancak sorunsuz bir süreç değil bu. ABD tarafından yazılan Japon Anayasası, anlaşmazlıkları çözmek için güç kullanımını reddediyor. Ancak 2015 yılındaki Başbakan Shinzo Abe tarafından onaylanan bir yasaya göre Japonya, yakın bir müttefiki veya kendi bekası tehdit altındaysa askeri güç kullanabilecek. Bu değişikliğe rağmen Japonya kendisine doğrudan Çin saldırısı olmazsa bir savaş girmek istemeyecektir. Bu en doğal hakkıdır. Öz Savunma Kuvvetleri olarak bilinen Japon Silahlı Kuvvetleri 50 muhrip ve 22 dizel elektrik denizaltının yanı sıra 300’den fazla savaş uçağına sahip. Savunma bütçesi önümüzdeki yıllarda %60 artacak. Bu nedenle Tayvan senaryosunda Japon desteği çok önemli. ABD özellikle balistik füze savunması ve Çin denizaltılarına karşı kullanılmak üzere Japon Donanmasının desteğini istiyor. Daha ilginci Japonya’nın Okinawa Adasında 50 bin Amerikan askeri mevcut. Çin ile ABD savaşı başladığı anda bu üs ve diğer donanma ve hava üsleri de Çin için meşru hedef olacak. Diğer yandan eli her an tetikte olan Kuzey Kore’nin ne yapacağını kestirmek kolay değil. Aynı durum Rusya için de geçerlidir. ABD’nin önde gelen gazetelerinden Wall Street Journal’de 17 Temmuz’da yayınlanan ‘’Japan Takes a Cautious Stance On Military Defense of Taiwan (Tayvanın Savunmasında Japonya Dikkatli Tutum İçinde)’’başlıklı yazıda Alastair Gale şunları yazmış: ‘’Tokyo’daki Keio Üniversitesi’nde Siyaset Profesörü olan Satoru Mori, “Tayvan’ı savunmak için hayatınızı riske atmaya istekli olup olmadığımızı sorarsanız, Japon halkının %90’ının bu noktada ‘hayır’ diyeceğini düşünüyorum.’’ Bu çerçevede Japonya Başbakanı Kishida’ya halkın güveni % 35’lere geriledi. Ukrayna Savaşında yaşananlar da bu ülkeler için bir örnek. ABD jeopolitiği için Ukrayna gibi kendini ateşe atacak Pasifik devleti bulmak kolay değil.

TÜRKİYE DERSLERİ
Türkiye bu yeni konjonktürü iyi kullanmalıdır. ABD için Rusya Ukrayna Savaşının uzaması jeopolitik bir tercihtir. Hem Rusya zayıflatılıyor hem NATO bağları kuvvetlendiriliyor hem de Çin’e dolaylı bir çevreleme sağlanıyor. Ancak bu savaş sonsuza kadar süremez. Bir üst perdeye çıkar ve NATO Rusya savaşı başlarsa Amerikan Donanması NATO’nun yardımına yukarıda yazdığım sebeplerle gelemez. O nedenle 1950’lerin aklı ile düşünmek ve ABD’yi devleştirmek son derece büyük bir hata olur. Türkiye, Ukrayna Savaşının uzamasına yönelik hiçbir hamleye destek vermemelidir. Bu savaşın uzaması Karadeniz’de 1936’dan bu yana devam eden deniz yetki alanlarımızdaki dengeli ve güvenceli rejimi tehlikeye atar. Tahıl Koridoru üzerinden geçtiğimiz günlerde artarda yaşanan gelişmeler ne kadar kritik bir döneme girdiğimizin göstergesidir. Mali ve ekonomik kriz nedeniyle AB ve batı yanlısı yapılan rota değişikliği bağımsızlığımızı zedeleme ve jeopolitik çıkarlarımızı tehlikeye atma potansiyeline sahiptir. Yepyeni bir dünya kuruldu. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Yeni ticaret koridorları kuruldu. Hepsi akrabalarımız olan Asya Türk devletleri ile iş birliğimizi daha da geliştirerek Türkiye 100. Yılında Batı tarafından karaya sıkıştırılmaya ve batıdan kuşatılmaya karşı çıkmalıdır. Güneyinde denize çıkışı olan Kukla Kürt Devletinin kurulmasını önlemeli, bağımsız KKTC’yi dünyaya tanıtmalı; Mavi Vatan sınırlarını güvence altına almalıdır. Bu süreçte Lozan ve Montrö Sözleşmesi hassasiyetle korunmalıdır. Diğer yandan söz konusu jeopolitik çıkarlarımızın üyesi olduğumuz NATO ve Atlantik sistem şemsiyesi altında korunmasının zorluğunun da bilincinde olmalıyız.  Bu saydıklarım ancak Asya güçleri ile iş birliği içinde gerçekleşir. Atatürk Asya gerçeğini 90 yıl önce görmüştü. 1933 yılında bir sabah Mısır Büyükelçisi’ne, Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek söyledikleri ile bu temennisini bir kez daha hatırlatalım: ‘’Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları, şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelmiş olarak gerçekleşecektir. Bu milletler, bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen, bunları yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini, milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve iş birliği çağı alacaktır’’. (Dünya gazetesi, 20.12.1954)