Türkiye Cumhuriyeti Devleti; emperyalizme karşı özgürlük ve kurtuluş savaşı verilerek kuruldu. O nedenle gerçekten antiemperyalist bir devlettir. Ulusal özgürlüğün sembolü, mazlum milletlerin idolüdür.

Son on yıldan beri bu gerçeğe aykırı gelişmeler gözleniyor: NATO üyeliği gerekçesiyle Kıbrıs Barış Harekatı sırasında amabargoya rağmen uçaklarımızın yakıtını sağlayan Libya lideri Kaddafi’nin nankörü oldu!

“NATO’nun Libya’da ne işi var” söyleminden Kaddafi’nin linç edilmesine katkıya vardı!

“Arap Baharı” programıyla Ortadoğu haritasını yeniden çizmek isteyen emperyal iradeye destek verdi.

“Çekiç Güç” ile Irak’ın başına gelenlerden ders almayarak Arap Baharı’yla dize getirilemeyen Suriye’nin Iraklaşmasını sağlamak için Suriye’ye girdi.

Suriye’yi Irak ve Libya gibi parçalamak isteyen emperyal iradeye hizmet ederek Peşmergeleri Türk topraklarından geçerek Suriye’deki PYD’yle birleşmesini sağladı.

Suriye’nin istikrarsız ve bölünür hale gelmesi için emperyalist proje gereği var edilen ÖSO (SDG), Nusra ve hatta IŞİD gibi terörist örgütlere Türkiye olanaklarını ve topraklarını kullandırdı.

“Barış Gücü” adıyla emperyalistlerin, Taliban’ın Afganistan’ından Makedonya’ya kadar, var ettiği yapı içinde yer almakta gecikmedi.

“Toprak bütünlüğüne saygı duyuyoruz” diye diye Suriye’nin bölünmüş duruma gelmesi için elden geleni fazlasıyla yaptı.

Böylece “tam bağımsız” ilkeli Türkiye, geleneksel “yurtta sulh, cihanda sulh” politikasından uzaklaştırılarak emperyalistlerin ihtiraslarına feda edildi!

Ve Türkiye, dünyada yapayalnız kaldı.

******

Türkiye NATO’ya üye olmasından önce; 1946’larda ABD’nin etkisine girmeye, güdümlenmeye başladı. Marshal Yardımı ile geldi. CİA kurmayları olan Amerikalı uzmanlar milli eğitimi dizayn etti. 1952’den itibaren de TSK ile istihbaratı etkileyerek Türkiye’yi “soğuk savaş” döneminin doğudaki ileri karakolu yaptı.

Son çeyrek yüzyılda da Hangtinton, Herzle vb stratejistlerle yeni bir rol verildi. Bu kez de terör karşısındaki “ileri karakol” haline getirdi.

Sovyet dünyasının dağılmasından sonra da Ortadoğu’daki joker yaptı.

Bunun için FETÖ öncülüğünde uyguladığı “Ilımlı İslam” ve “Kültürler Arası Dialog” programlarnın lideri yaptı. Fetullah Gülen ile Recep T. Erdoğan koalisyonunu sağladı ve Erdoğan’ı BOP’un (Büyük Ortadoğu Projesi) “Eş Başkanı” olarak atadı.

Böylece “Arap Baharı” sürecinde dik durmayı başaran Beşar Esat’a diz çöktürmeye çalışıldı!

Türkiye; Müslüman ülkelere lider (halife) olacağına inandırıldı. AKP ve hükümetleri, bunu gerçekleşmesi gereken “dava” olarak ilan etti. Bu yüzden yurttaşlar arasında husumet yaratılarak ayrıştırma ve dışta bütün komşularla sorunlu hale getirildi; yalnızlığa mahkum edildi.

Yalnızlık sürecinde en karlı çıkan, komşu Yunanistan oldu! Çünkü Türkiye güneydoğu sınırlarında ciddi zaaflar yaşarken Yunanistan’ın “megalo ideası” depreşti. 1990’larda “Kardak” kayalığına bayrak diktiğine pişman edilen Yunanistan; 2007’lerden itibaren büyük bir cüretle 180 ada ve kayalığımızı fiilen işgal etti. İçeride esip gürleyen AKP iktidarı, Trump ve sonra Biyden’in gönlünü kazanma derdine düşmüş oldu!

Ege’deki onur kırıcı duruma çözüm getirilemezken, Türk askeri Suriye ve Libya’ya gönderildi. NATO konsepti, ama aslında emperyal ihtiras, uğruna kendi sınır güvenliğini ve özellikle Ege’de güvenliği sağlamaz oldu. Sorunlu yerlere kolay giderken, kolay dönemez oldu.

Üstelik giderek emperyalist imaj edindi!

Bu yetmezmiş gibi şimdi de ABD’nin Afganistan’daki görevini üstleniyor. TSK, Kore’de olduğu gibi topraklarımızın dışında risklere sürükleniyor.

Türkiye emperyalist bir bir devlet olmadığına göre; bu olanların anlamını anlamak olanaklı mıdır?

Suriye ve Libya’dan sonra Afganistan’dan da mı şehitler gelecek?

******

Devleti yönetenler, her şeye rağmen iktidarda kalmak için olmadık ödünler verdi, veriyor. Devleti içte ve dışta ekonomik ve güvenlik zaaflara düşürüyor.

Neoliberalist anlayış ile ne denli çürünmüş olunduğu; “mafya” ve “organize suç örgüt” liderlerinin Türkiye gündemini oluşturmalarıyla apaçık ortaya çıkmıştır. Bunların yaptıkları açıklamalar siyaset- güvenlikçi-mafyanın iç içe geçmişliğini gösteriyor. Hükümetin katı otoritesi uğruna ağzını her açanın hapisle tehdit edildiği bu süreçte; devlet içindeki kimi kötü niyetli yönetici ve görevlilerin karıştığı kirlilikler savcıların gündemine bile alınmıyor.

Siyaset-polis-mafya birlikteliğinin demokratik bir devlette yarattığı hasar; en iyi Amerikalı sosyolog Rebert K. Merton saptamıştır. “Türkiye’nin Mafyası” (Frank Boverkerk-Yücel Yeşilgöz, s.54, İletişim yayınları) adlı esere göre: “Resmi yapıların işlevsel yetersizlikleri, mevcut ihtiyaçlara etkin bir şekilde yanıt vermek için alternatif yapıları (resmi olmayan yapı) ortaya çıkarmıştır. Tipik olan ekonomik büyümenin çalkantılı yürüdüğü ve devletin bu yüzden ortaya çıkan problemlere karşı mücadele yetersiz kalabildiği toplumlarda mafyanın etkili olmaya başlamasıdır. Bu gibi sorunları mafya kısa sürede çözme iddiası ile ortaya çıkar. Bir yandan ortaya çıkan tekil sorunları çözer. Diğer yandan kazançlarının devamı için mevcut problemlerin devamından yana olur. Çünkü problemlerin varlığı onun kazanç kapısıdır. Bu nedenle mafya, uzun bir zaman içinde ele alındığında, daima tutucu ve sorunların köklü çözümüne karşı olduğu görülür. Bu aynı zamanda ahlaki bir sorundur. Organize suçlar işlemeye eğilimli insanların var olduğu koşullarda ortaya çıkar (16.6. 2021 Aytunç Erkin’in nakli).

“Babalar Operasyonu” sonucunda 1984 yılında 5 yıl süreyle hapis yatan ve “solcu kabadayı” olarak nitelenen Dündar Kılıç’ın “Kırmızı Koltuk” programında söyledikleri de yukardaki saptamayı adeta teyit edicidir: “Bütün dünya ülkelerinde mafya teşkilatları vardır. Türkiye’de de vardır. Mecliste milletvekilleri, hükümette bakanları olur. Polis müdürleri olur. Her kesimi, hatta fahişeleri bile olur. (…) Devlet bankalarını soyanlar, bu fakir halkın paralarını soyanlar, hileye dayalı teşkilatlar kurup bu paraları alanlar; mafyadır (…) Ama hangi kabadayı nerede devletin kasasına el uzatmış? Yahut kötü bir faaliyet göstererek bir kimsenin para karşılığında canını yakmış? Veya bir yerde kiralık katil olmuş? Fakat kabadayılara iftira ediliyor! Birtakım insanları gizlemek için, işte göstermelik suçlu lazım olduğu zaman, bilhassa olağanüstü dönemlerde, bu ara rejimlerde işte, kabadayılar zinciri yaparlar; birbirine bağlarlar, kamuoyuna –işte suçlu yakaladık- derler. Aslında mafya teşkilatları daha evvelden uyarılır; kaçması gerekenler kaçar, kalması gerekenler kalır…” demişti.

Danışıklı dövüş misali yurt dışına çıktığı anlaşılan Sedat Peker’in durumu; bu anlatılanları doğrulamıyor mu?

Sezgin Baran Korkmaz’ın nasıl yurt dışına gönderildiği yukarıdaki tanımlamayla örtüşmüyor mu?

Özışık kardeşler ile Veyis Ateş’in Siyaset-Mafya-bürokrat birliktelik yapısı içinde aracı gazeteci olmaları; yukarıdaki tanımlamalara uymuyor mu?

Özetle; “ben devletim” diyen hükümetin bu yapılara yaklaşımı ne ifade ediyor?

******

Aslında mafya, siyaset, bürokrat birlikteliği en somut Jean Ziegler (d.1934) anlatmıştır. Türkiye’de Dünyanın Yeni Sahipleri, Suçun Derebeyleri ve İsviçre Daha Beyaz Yıkar adlı kitaplarıyla tanınır. Halen de “beyaz yakalı suçlar” konusunu ele almakta olan “Business Crime Control” adlı örgütün danışma kurulu üyesidir.

Suçun Derebeyleri kitabında, ABD’nin 1943’te Sicilya’ya çıkartma yapmak için mafya ile anlaştığını açıklar. CİA-OSS’unun (Stratejik Hizmetler Bürosu) New York’taki Sicilya kökenli mafya babaları ile görüşmüş. Bu yolla Alman garnizonlarının yerlerini yerel mafya yol göstericiliğiyle belirleyerek başarıya ulaşmıştır. Savaşın sonunda da Sicilya mafya babalarından birinden (Calogero Vizzini) “onur insanlar” listesi almış. Bunların içinden birilerini (mosoları) adanın çeşitli kentlerine belediye başkanı olarak atamıştır.

Bu ilişkiler sonucu olsa gerek; Sicilya mafyası 1945-1992 yıllarında el üstünde tutulmuştur. Zaten soğuk Savaş döneminde siyaset-din kurumu-mafya iş birliği devam etmiş. İtalya’daki “Beyaz eller” operasyonu; ancak Sovyet blokunun dağılmasından sonra başlayabilmişti.

Anlaşılıyor ki aciz veya ihtiraslı siyasetçiler, “devletin bekası” gerekçesiyle mafya ile işbirliği yapmış, yapıyor. Türkiye de bunun dışında olmamıştır. “Kurtlar Vadisi” dizisiyle bu görüş meşru hale getirilmek istenmiştir.

Bu durum, neoliberalizmin güvenlik konusunu mafya ile işbirliğine örtü yapması halidir. Çürümüşlüğün gözükür olmasıdır.

Zaten kapitalizm mafyasız yapamaz. Demokratik veya meşru otorite kuramayan yönetici, gayri meşru yollar (mafya, terör, baskı vb) ile disiplin sağlamaya çalışır.

1980 sonrasında ANAP’ın liberal politika gerekçesiyle meşru yapılar aforoz edilince; bankerler, hayali ihracatçılar, çek senet çeteleri gibi gayrimeşru yapılar (organize suç örgütleri) yaygınlık kazandı. İhaleleri, özelleştirmeleri, siyasal yapıları etkileme koşularını elde ettiler.

Bir organize suç örgütü liderinin seri videolarının hükümeti sarsması, bu gidişin sonucudur!