Atatürk’ün kurduğu ve Türk milletine emanet ettiği Türk Tarih Kurumu başkanlığına, geçtiğimiz günlerde Prof. Dr. Ahmet Yaramış atandı. Çorum İskilipli olan Yaramış’ın, Atatürk alerjisi kamuoyunca bilinen Mustafa Armağan ile geçmişte “İskilipli Atıf” konferansı verdiği ve aynı zamanda geçmişte Ensar Vakfı’nın da Afyonkarahisar yönetim kurulu üyesi olduğu ortaya çıktı. Tüm bu gelişmelerin sonucunda kamuoyunda bir endişe oluşmuştur. Peki bu endişeye neden olan, insanları tedirgin eden İskilipli Atıf kimdir; Cumhuriyet ve Devrimleri ile alıp veremediği nedir?

Kurtuluş Savaşı süresince Milli Mücadele’ye karşı birçok zararlı cemiyet kurulmuştur. Bunlardan biri de “Teali İslam Cemiyeti”dir. İskilipli Atıf bu cemiyetin başkanlığını yapmıştır. Teali İslam Cemiyeti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti ile ortak hareket etmiş ve halkı Milli Mücadele’ye karşı kışkırtmaya yönelik eylemlerde bulunmuştur. İskilipli Atıf başkanlığında, Teali İslam Cemiyeti Ağustos 1920’de Milli Mücadele karşıtı çok ağır bir bildiri yayımlamıştır. Bu bildiride geçen sözlerden bazıları şunlardır:

- Birinci Dünya Savaşı’na katıldılar; yediler, içtiler, çaldılar, keyif ettiler. Şimdi de Anadolu’da Mustafa Kemal ve Kuvayi Milliye maskaraları çıktı.

- İngiltere ve Fransa gibi muazzam ve muntazam devletlere meydan okuyorlar.

- Bu asileri, bu eşkıyaları (Kuvayi Milliyecileri) mümkün olduğu kadar az zaman içinde yakalayıp ortadan kaldırmak, hepimiz için bir farzdır.

- Elinize aldığınız fetvayı şerif ki Allah’ın emridir, okuduğunuz hattı münif ki halifemizin, padişahımızın bir fermanıdır. Siz, Allah’ın emrine, halifenin emrine uyarak bu canileri, bu katil canavarları, daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. Bunların vücutlarını tamamen dünyadan kaldırmak, beşeriyet için, Müslümanlık için bir farz olmuştur.

Bu kan dondurucu sözler gibi daha nice sözler bulunan ihanet bildirisi, 30 Ağustos 1920’de Yunan uçaklarıyla Anadolu’nun dört bir köşesine atıldı. İskilipli Atıf’ın Teali İslam Cemiyeti, ikinci bir ihanet bildirisi daha hazırladı. O bildiride de millet, “Kuvayi Milliye eşkıyasını ortadan kaldırmak için yemin etmeye” davet ediliyordu. O dönemde İngilizlerle, Fransızlarla, Ermenilerle, Yunanlılarla büyük bir savaş veren Türk milleti, aynı zamanda kendi içinde bulunan bu vatan hainleri ile de mücadele ediyordu. Yazdıkları ihanet bildirileri için “Allah’ın emridir, Kuvayi Milliyecileri ortadan kaldırmak Müslümanlık için farzdır.” cümlelerini kullananlar, ne kadar Müslüman’dır soruyorum size. Emperyalist güçler yetmiyor gibi bu gerici zihniyetle de çetin bir mücadele verilmiştir. Allah’ın emirleri bu ihanet bildirisinde mi yazılıdır? Birinci Dünya Savaşı sırasında yediler, içtiler, çaldılar ifadelerini kullanmak alçaklık değil de nedir? Çanakkale’de şehit olan binlerce Mehmetçik’in hakkı bu laflar edilerek mi ödenmiştir? Kurtuluş için savaşan o vatanperverler olmasaydı bugünkü halimiz nice olurdu?

Tüm bunlara rağmen İskilipli Atıf, yargılandığı Giresun istiklal Mahkemesi’nde beraat etmiştir. Lakin yine boş durmayarak bu kez de “Şapka Devrimi”ni kullanıp halkı ayaklandırmaya çalışmıştır. Şapka takanların dinden çıktığını söyleyen, şapka karşıtı kitap yazan İskilipli; şapka takmadığı için değil, halkı Milli Mücadele’ye ve Cumhuriyet Devrimlerine karşı ayaklandırmaya kalkışmasından dolayı Ankara İstiklal Mahkemesi’nce “vatana ihanetten” suçlu bulunup, idama mahkum edilmiştir. (4 Şubat 1926)

“Sözde tarihçilerin” sıklıkla söyledikleri, konferanslarında dile getirdikleri “İskilipli Atıf şapka takmadığı için asıldı.” söylemi de koca bir yalandan ibarettir. Görüldüğü üzere İskilipli Atıf şapka takmadığı için değil, anayasayı ihlal edip vatana ihanet ettiği için asılmıştır.

İskilipli için,

Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk: “İskilipli Atıf, hainin ve zalimin önde gidenlerinden biridir.”

Prof. Dr. Haydar Baş: “Onu çıkarıp çıkarıp mezarından birkaç defa daha asmak lazım.” sözlerini söylemişlerdir.

Yapılan devrimler Cumhuriyet’i daha sağlam temeller üzerine oturtmak içindi. Şapka Devrimi de bunlardan biriydi. Yeni bir devlet kuruluyorsa fikren ve şeklen de yenilenmeliydi. Çünkü padişah ve hilafet yanlıları en küçük şeyi bile kullanıp halkı ayaklandırmak için fırsat kolluyorlardı. Fes, Osmanlı ile bütünleşmişti, bir simgeydi ve değişmesi gerekiyordu. Kaldı ki fes dini bir sembol olmadığı gibi, şapkanın da dinsizlikle uzaktan yakından bir ilgisi de yoktu. Bugün şapka takan dinsiz takmayan imanlı mı oluyor? Cumhuriyet’in ilk yıllarında savaştan çıkmış bir Türkiye. Ekonomik sıkıntıların üst düzey olduğu, okul, öğretmen, hastane, doktor sıkıntısının çekildiği, salgın hastalıkların kol gezdiği, yolun, fabrikanın, üretimin en az seviyede olduğu Türkiye… İşte bu Türkiye devleti sizce kim şapka takıyor, kim takmıyor diye sokak sokak gezip insan avına çıkarak şapka takmayanları hapse tıkıyor veya idam mı ediyordu? Kaldı ki, Şapka Kanunu’na göre yalnızca memurların ve milletvekillerinin şapka takma zorunluluğu vardı. Şapka takmayanların asıldığı yalanını sadece bu gerçek bile çürütmeye yeter. Memur ve Milletvekili olmayan İskilipli Atıf’ın da şapka takması kanunen zorunlu değildi! Böyle bir durumda şapka takmadı diye İskilipli asıldı demek hangi akla ve vicdana sığar? Tarih yalan söyleyerek değil, belgelerle olur.

Şapka Devrimi demişken, bu yeniliğin de ilk kez ne zaman yapıldığını, hayatımıza nasıl girdiğini bilmemiz gerekir. Şapka Devrimi II. Mahmut zamanında 1828 yılında çıkarılan “Elbise Nizamnamesi” ile resmi başlık olarak kabul edilmiştir. Osmanlı’ya fesi getiren Padişah II. Mahmut’tur. Daha öncesinde halk fes takmıyordu. II. Mahmut gerçekleştirdiği bu devrimden dolayı o dönemdeki bazı kesimler tarafından “gavur padişah” olarak anılmıştır. Ne gariptir ki o dönemde fesi getiren padişaha “gavur” diyen zihniyet, yıllar sonra fesi kaldıran Atatürk’e de “gavur” demiştir. Buradan anlaşılacağı üzere eğer bir yenilik getiriyorsanız o belli zihniyet için daima “gavursunuz, din düşmanısınız, kafirsiniz!”

Kurtuluş Savaşı sonrası Atatürk çeşitli yurt gezileri yapmıştır. Bu gezilerinde devrimlerini halka anlatmış, halktan kopuk bir yenilik getirmemiştir. Yine bir yurt gezisinde olan Atatürk, İnebolu’da halka seslenirken şapka ile ilgili şu sözleri söylemiştir: “Buna (şapkaya), ‘caiz değil’ diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim, Yunan serpuşu olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz?” Nitekim 25 Kasım 1925 günü çıkarılan yasa ile Şapka Kanunu yürürlüğe girmiştir.

Şapka Devrimi ile ilgili söylenen yalanlardan biri de, Cumhuriyet düşmanlarının Mehmet Akif’in şapka takmamak için Mısır’a sürgün edildiğini/kaçtığını söylemeleridir. Durum onların söylediği gibi mi bakalım. Akif Türkiye’de yaşadığı dönemde ara ara Mısır’a gidiyordu. Temelli yerleşmesi ise Eylül 1925’te olmuştur. Şapka Devrimi ise 25 Kasım 1925’te kabul edilmiş, 28 Kasım 1925’te Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe girmiştir. Yani Akif, Şapka Devrimi gerçekleştirilmeden 2 ay önce Mısır’a gitmiştir. Türkiye’de 1922 yılında saltanat kaldırıldı, 1923’te Cumhuriyet ilan edildi, 1924’te halifelik kaldırıldı ve medreseler kapatıldı. Bu radikal devrimler olurken Türkiye’de olan Akif’in, sırf şapka takmayı reddettiği için Türkiye’yi terk ettiğini söylemek her şeyden önce Akif’e karşı bir saygısızlıktır. Akif’in yazıları, şiirleri okunup incelendiğinde de şapkadan dolayı Mısır’a gittiği ile ilgili herhangi bir söze de rastlanmamaktadır.

Şapka Devrimi’ni karalamak için, Atatürk’ü kötülemek için “sözde tarihçilerin” uydurmalarından başka bir şey değildir bu yalanlar. Yeni başkan Prof. Dr. Ahmet Yaramış görevde olduğu süre boyunca bulunduğu makamın ağırlığına layık bir yönetim sergilemelidir. Gerçek tarihe, en önemlisi de Atatürk ilkelerine bağlı kalmalı ve Türk Tarih Kurumu’nu zedeleyecek, Türk Tarih Kurumu’na olan güveni sarsacak tartışmalardan uzak durmalı ve bulunduğu makama uygun bir yönetim sergilemelidir. Bu tarz “yalan tarih” yazanlara fırsat vermemelidir. Aksi halde kamuoyu vicdanı bu duruma sessiz kalmayacaktır.