Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) öğretim üyelerinden Sayın Prof. Dr. Özer Ozankaya'nın sosyal medyada yaptığı bir paylaşım medya dili, siyasetçi-gazeteci ilişkilerini bir kez daha düşünmeme neden oldu.

Sayın Prof. Ozankaya'nın ''HALK TV’de Görkemli Anılar programında koronun Gürcüce türkülerin ölçüsünü abarttığı görüşündeyim. 'Ölçü, oran' çok önemlidir. Sn. Serhan Asker’in CHP Genel Başkanı’ndan 'Kemal Bey' diye söz etmesi de, yine 'ölçüsüz'lüktür. Ya 'Sn. Kılıçdaroğlu' ya da 'CHP Gnl. Bşk.' demelidir" görüşüne katılmamak mümkün değil.

1970'li yıllarda mesleğe başladığımda ilk öğrendiğim, haber dilinde makamı, görevi ne olursa olsun haber kaynağı ya da haberin öznesinden "Başbakanım, Bakanım, Genel Müdürüm, Genel Başkanım vs.. tanımları kullanılmaz" olmuştu. O yıllarda "Süleyman bey, Bülent bey, Necmettin bey yoktu gazeteciler için, Sayın Başbakan, Sayın Demirel, Sn. Ecevit, Sn. Erbakan" vardı. Turgut Özal' in medyayı plazalara taşıması, tek kanallı TRT' ye rakip özel TV kanallarının kurulması, Gazeteci profillerinin yanısıra haber dilini de öylesine olumsuz etkiledi ki, kim kimin neyi, kim kimle ense tokat oynuyor birbirine karıştı.

Turgut Özal'la tavla partilerini anlatan gazeteci de,  Başbakan Mesut Yilmaz'ı pijamaları ile karşılayan medya patronunu da gördük.

Siyasetçilerle tatil yapan, yalılarında siyasetçileri ağırlayan, "ben Ona dedim, o bana dedi..." diye ülkeyi yönetenlerle ne kadar samimi, yakın  ense tokat oynadığını anlatan haber- yazı yazan gazeteciler ve buna çanak tutan siyasetçiler medya- haber dilinin ve gazeteci- siyasetci ilişkilerinin yozlaşmasında ki en önemli etkenlerdi. Gazeteci siyasetçi ilişkilerinde ki bu deforme olma, daha açık deyimle yozlaşma, giderek yayıldı, iş insanları ve  bürokraside de kendini gösterdi. Artık, kim kimin abisi, kim kimin dayısı, hangi bakanın eşi hangi gazetecinin ablası yengesi, hangi siyasetçiye hangi gazetecinin oğlu "amca"  diyecek kadar al takke ver külah oynuyor izleyemez olundu. Hadi, yumuşatarak söyleyeyim, "kim kimi tutuyor, kim öpüyor, kim öpülüyor? Neden öpüyor? neden öpülüyor, neden öptürüyor?" çözmek mümkün değil.

2009 yılında medyadan ayrılıp  Ataşehir  ilçe Belediye Başkanı'nın basın danışmanı olarak çalışmaya başladıktan kısa süre sonra,  makam odasının önünde bekleyen onlarca ilçe sakinini izlerken, şahsen tanıdığım, şu anda da bir havuz kanalında spor yorumculuğu yapan gazetecinin geldiğini görünce, "hoş geldin" dedim, odama davet ettim, "Yok" dedi, koridorda yankılanacak kadar  yüksek sesle " ben Battal'i görmeye geldim, onunla bir işim var..." şaşırdım öfkelendim. Koridorda ki tüm gözler, başkana ismiyle seslenip içeri girmek için kendilerini ezip geçmek istercesine yerinde duramayan Gazeteci (!) de. Elimi uzatıp durdurdum, aynı yüksek sesle " burada o isimde biri yok. Burası Belediye Başkanı Sayın ilgezdi' nin makamı"  dedim. Şaşırma sırası ondaydı, koridorda oluşan gürültüye çıkan Başkan, "Ohoooo abim gelmiş, gelsene abi...." diye kollarını açınca, az önce ne yapacağını bilmeyen gazeteci(!) nin bana bakışına yükledigim anlamı buraya yazmam ahlak kurallarına aykırı olur.

Oysa, bilinen bir gerçektir, mesleki ilkeler ve meslek ahlakından yoksun ilişkiler, gazeteci için olduğu kadar, özellikle siyasetçi içinde tehlikeli ve  risk içerir. Bunun somut örneklerini yaşamış siyasetçiler, kitap yazmanın moda olduğu bir dönemde anılarını yazarsa öğrenmek eğlenceli olur.

Cumhurbaşkanı seçim gecesi Muharrem ince'nin "Adam kazandı SMS'i"  ülkenin yazgısını değiştiren bir seçim- sayım sonucunu belirleyen etkenlerden biridir. ince, gelen eleştiriler üzerine "ismail Küçükkaya arkadaşım dostumdur gazeteci diye yazmadım o SMS' i" açıklamasını yapınca, Küçükkaya' nin "ben gazeteciyim böyle bir mesaj haberdir verdim" yanıtı siyasetçi- gazeteci ilişkisinin mesleki ortamda, " Muharrem - ismail, kanka, baba, abi" olmamasına en ilginç örneklerden biridir. Tıpkı, okul arkadaşı, yakın dost, ailece görüşüyorlar fısıltıları ile şekillendirilen İBB Başkanı Ekrem imamoğlu ve FOX TV eski spikeri Fatih Portakal örneğinde olduğu gibi. Kazanılan seçimin AKP tarafından "olmadı bir daha" diye yenilenmesi için geçen sürede, Portakal' in "Ordu havaalanı VİP Skandalı " senaryo - haberi ve parmağını ekrandan dışarı çıkarırcasına sallayarak "Bak Ekrem" diye bağırması, bu yozlaşmanın en acı ve çirkin örneğidir.

Bunun tüm sorumluluğunu medya mensuplarına yüklemekte haksızlık ve büyük yanlışlıktır. Düzenlenen bir etkinliğe bir toplantıya görevini yapmak için gelmek isteyen gazetecinin "geleceğim ama..." notunu alınca, envanterde ki en lüks aracı evinin- işyerinin önüne gönderip, dış kapıda karşılayan, mesleği, meslek ahlâkî günümüzde de çokça tartışılan bir yerel gazetecinin doğum gününü düzenlenen bir etkinlikte, sahneden "abim, arkadaşım, büyük gazeteci" diye kutlayıp, pastadan  ilk dilimi eliyle yediren belediye başkanı - siyasetçilerin hiç mi suçu yok. Parti içi rekabet ve rakip olarak görülen siyasetçiyi aday listesinde alt etmek için bazı siyasetçiler tarafından tavşan aday olarak kullanılan, hasbelkader bir dönem TBMM ye giren  gazeteci (!) lerin, şimdilerde ekranda, "abim, dostum PM- MYK üyesi, genel başkan yardımcısı abim-ablam az önce mesaj attı" diye başlayan yorumları yapmasında da bu yozlaşan meskeki ilişkilerin payı inkar edilmez... Haftada bir tam sayfa  söyleşi yaptığı kişiyi "yıllardır tüm öngörüleri doğru çıkan" diye tanımlayan Uğur Dündar'ın tavrı da bu yozlaşmanın başka bir türü. Okuru- izleyiciyi koşullandırma, "ben ve konuğum her şeyi biliyoruz. Siz düşünmeyin  sadece beni okuyun, bütün doğruları ben biliyorum" dayatması, haber, yorum, soru- cevapları okuyan- dinleyenlerin görüşünü ipotek altına almak değil mi?

Canlı yayınlarda, tartışma programlarında,  "Başbakanım, Genel Başkanım, Bakanım" diye konuğu ile özdeşleşen bir gazetecinin soracağı sorunun, alacağı cevabın inandırıcılığıda tartışılır. Gazeteci, konuğu ve yandaşları ile  ona muhalif olan kesiminde sesi olmak zorundadır, bu bir mesleki ilkedir, meslek ahlâkıdır.  Ekranda rahat olmak, öz  güvenli görünmek ile saygısızlığı karıştıranlara hoş görülü olmakta, özellikle siyasi partilerin Genel Başkanları açısından yapılmaması gerekendir. Çünkü, o anda orada bulunmasının nedeni Meral hanım,  Kemal Bey, Temel Bey olduğu için değil, ..... Partisi Genel Başkanıdır ve milyonlarca insan ağzından çıkacak sözü,  Genel Başkan Akşener,  Genel Başkan Kılıçdaroğlu olarak bekliyordur.

Değerli hocam Sayın Prof. Ozankaya 'nın  bu paylaşımını gördüğüm an, havuz medyasının yaşı 80 e merdiven dayamış olanları da dahil  kalemşörlerin "muhterem Cumhurbaşkanım, Reis, Çok değerli bakanım...." tanımlarının yanı sıra, özgür ve özgün medyanın "dostum,  arkadaşım, abim, Kemal bey, Özgür abi, Meral hanım, Koray abi..." tanımları arasında hiç bir fark olmadığını bir kez daha anladım.

Hani, bir söz vardır, " Ne ekersen onu biçersin " derler. Siyasetçinin medyada ektiğinden elde ettiği hasadı az çok biliyoruz. Medya mensuplarının özel isteğe bağlı hasadı ise inkar edilmeyecek kadar yaşamlarının her anına, özellikle kalem ve dillerinde şekilleniyor. O nedenle, okur - izleyici, kendine sunulan albenili ambalajların görünümüne değil ambalajın altındaki gerçekleri bilerek bugünü yarınları görme konusunda kararlı olmalı. Aksi, amigo gazeteci- yazarlara, amigo okur - izleyici olmaktan öteye geçemez. Bu da,  Medya ile gerçeklerin üzerine örtülen karanlığı sürekli kılar.